Sokak hayvanları aslında son yıllarda ortaya çıkan bir adlandırma olduğu bilinen bir gerçektir. Köy hayatının canlı olduğu dönemlerde her kedi ve köpeğin sahibi vardı. Özellikle sürü sahipleri birkaç tane kangal koyun köpeği beslerlerdi. Ne zaman şehirleşme hayatı başladı, köyler boşaltıldı işte o zaman bu canların hayatı da alt üst oldu.
Çocukluğumda hatta İmam-Hatip lisesinde okuduğum sırada evimizde zağar cinsinden Botti diye isimlendirdiğimiz bir köpeğimiz vardı her evin olduğu gibi. Ara dönemde veya yıl sonunda evimize geldiğimde sevinçten patilerini iki omuzuma atar önce yüzümü yalar sonra zıplayarak sevincini belli ederdi.
Bizdeki şehir hayatı gecekondulaşma ile başladı. O dönemde bile şehirlerdeki gecekondularda hayvanlara bakılabiliyordu. Ama daha sonra bir türlü anlayamadığım onlarca, yüzlerce ailenin üst üste oturduğu ruhsuz ve zevksiz apartman hayatı başladı.
İşte o zaman bu hayvanlar bir kez daha rezil oldular. Kim ne derse desin bizim medeniyetimizde köpekle koyun koyuna bir hayat yoktur.
Batıdan örnek alınan ve sanki medeni olmanın ölçüsü imiş gibi yatak odasına köpek sokmak bize has bir yaşam biçimi değildir. Köpeği alıp arkasına takılıp, ihtiyaç giderirken başında beklemek bize yabancı bir anlayıştır. Köpek bahçeli bir evde olur. Sahibi ona iyi bakar. Aç bırakmaz. Onu evin içindeki dar hayata sokmaz. Tasma ve yular takarak doğal hayatından onu mahrum ederseniz onlara iyilik değil kötülük edersiniz. Köpekleri doğal hayatından koparmak onlara yapılan en büyük zulümdür.
Sahibi olmayan ve düzgün beslenemeyen, kontrolden çıkan ve saldırganlaşan, yaralamaya ve ölümlere sebep olan başıboş hayvanlara elbette ilgililer ve yetkililer önlem alacaklar. Almaları da gerekir. Çocuğunu bu yüzden kaybeden ana- babalar var. Yarar bere içinde kalan çocuklar, yetişkinler var. Elbette bizim için hayvanlar bu hayatın birer süsü ve parçasıdır. Kimse içgüdüleri ile hareket eden, toplu halde iken sürü mantığı ile saldırganlaşan hayvanlara sahip çıkıyoruz diye insan hayatını tehlikeye atamaz.
Meclis komisyonundaki karşı tavırları yadırgıyoruz. Madem bir tehlike söz konusudur öyleyse yasal düzenleme yapılacak. Yasal düzenleme yetersiz kalmışsa güncellenecek. Bu gayet doğal bir şeydir. Bunu tıkayanların mantığını anlamıyorum. Hatta bu konuda kurulmuş dernek ve oluşumların, mantar biter gibi her sokakta açılan pet/shopların, mama ticaretinin bu karşı koymada etkisi var mı araştırmak lazım. Basına yansıyan ve avcı kulübü üyesi olduğu söylenen hayvan severin (!) “istemezükçü” olması manidar değil midir?
Evet, belediyeler bunu çözmeli. Doğal ortamlar oluşturulmalı. Bu yapılabilir. Kısırlaştırma ve doğal üremeler uzmanlarca yapılmalı. Gerektiğinde kendine ve çevreye zarar verecek duruma gelenler uyutulmalı. Buna uzman veterinerler karar vermeli. Devlet ayrıca dernek veya vakıf kurmalı halktan Kızılay vb. kuruluşlar gibi oluşumlara giderek bağışlar toplanmalı ve bunlar belediyelere aktarılmalı. Hesap verirlilik çerçevesinde kontrollü harcamalar yapılmalı.
Osmanlı ecdadımız göçmen kuşlara bunu yapmışsa biz de yaparız. Sadece sivil STK’ların inisiyatifine bırakılmamalı bu zavallı hayvanların hayatları. Komisyon çalışmalarını sabote eden, evladı köpeklerce yaralanan veya öldürülen anne babaları masalara vurarak susturanları iyi niyetli görmek mümkün değildir. Her şeyden önce bu bir siyasi konu değildir. Bir tarafta insan hayatı, diğer tarafta hayatın süsü sokaklara atılmış hayvanların korunması ve kurtarılması vardır. Hiçbir köpeğin hayatı insan hayatından öte değildir. Hiçbir hayvan da değersiz değildir. Yıllardır hayvan hakları dernekleri var bugüne kadar hangi çözümü ortaya koydular? Sadece medyada gördük bu oluşumları.
Bir zamanlar Elazığ / Maden’de çocuğunu köpeğin ısırdığı ve bu nedenle dayak yiyen köpeği savunmaya ve çocuğun babasını tartaklamaya gelen ilgiliye verdiği cevap çok manidardı. “Köpek senin çocuğunu dişlese ne yapardın?” Siber saldırının olduğu ve dünyanın etkilendiği bugünde bu çarpıcı cevapla bitireyim yazımızı.