Ne kadar tarihi gerçekliği var bilemem ama Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü fethetme hazırlıklarını tamamladıktan sonra komutanlar artık niçin beklediklerini bir türlü anlayamazlar ve sorarlar;
“Neden hala harekete geçmiyoruz Emir’im? Hazırlıklarımız tamam neden hala duruyoruz?”
Rivayet odur ki, Selahaddin Eyyubî o günlerde değişik camilerde sabah namazına katılır. Bakar ki, cemaat beklenenden azdır. Ulemayı toplar ve namaz konusunu özellikle şahitli namaz olarak ifade edilen sabah namazını Müslümanlara tekrar tekrar anlatmalarını ister. Din bilginleri de bunun üzerinde durur. Belli bir zaman sonra istenilen şuura gelen halk ile birlikte artık fetih günü geldiğine karar verir ve Kudüs fethedilir. Yani Kudüs, namazı bile bölük pörçük olanlarla alınsa bile pek anlamlı olmayacağını düşünür.
“Sabah Namazında Üç Saftık” derken üç tane saf Müslümandık anlamında kullandım. Yoksa her biri otuz kişiden oluşan üç saf, yani doksan yüz kişi değildik. Bunu burada tashih edeyim. Batının ironi dediği bizim hiciv diyebileceğimiz bir üslupla konuyu ele almak istedim daha dikkat çeksin için.
Namaz meselesinde bile üzerine düğeni yapamayan biz Müslümanların hali nice olacak! O üç saf Müslümanın da bir ayağı çukurda olanlardan ibaret. Şöyle çakı gibi ayakta duran kimse de yok aramızda. Kendimden örnek verecek olursam kendim de iki rekatın her birinde ayrı alemlerde, selam verirken namazda olduğumu hatırlıyorum çoğu zaman.
Çorum İmam-Hatip Lisesi’nde okurken Nihat Sami Banarlı’nın Türk Edebiyatı İsimli eserini okuduk. Edebiyat Hocamız Abdulkadir Ozulu ve İlhan Çalıkuşu’ndan Bağdatlı Ruhi Divanı’ndan seçme şiir ve gazeller, Fuzuli’den Su Kasidesi, Ziya Paşa’dan Terkib-i Bent, Terci-i Bend gibi edebiyatımızın zirvelerinden şiirler okurduk. Bağdatlı Ruhi’nin acı ama gerçek olan şu şiiri halen zihnimde canlanıyor:
“Vardum seher-i taat içün mescide nagâh
Gördüm oturur halka olup bir nice gümrah.”
“ Sabah namazını kılmak için mescide vardım, gördüm ki, namazın şurunda olmayan kimseler mescitte halka olmuş” diye anlam verebiliriz.
Bu cümlelerimden bînamaz (Namaz kılmayanlar) olanlar pay çıkarmasın. Zira; “namazın terkine herhangi bir mazeret yoktur.” der alimlerimiz. Ayet ve hadislerden çıkardıkları çıkarımlarla.
“Namaz, adamı yolda koymaz” der büyüklerimiz. “Namaz Din ’in direğidir.” Buyurur âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz. Namazla ayağı sürçerek düşen toplum yine bu kulluk göstergesinin zirvesi olan namaza şuurlu başlangıçla ayağa kalkacaktır. Zira namaz iç ve dış temizliği sağlayacak bir kulluk eylemidir. Namazda gaflet gösterenlerle namazı terk edenler bu ortak paydada buluşmak zorundadır.
İslam Tarihi’ne kısa bir göz atarak şimdilik yazımı burada nihayete erdireyim: Müşriklerin Müslümanlara üç yıl tabi ihtiyaçlarına bile engel uyguladıkları (Tıpkı Katil, Siyonist İsrail’in Gazzelilere yaptığı gibi) boykottan hemen sonra namazın farz kılınması şükür, sabır ve tevekkülün şekle ve ruha bürünmüş halidir. Zorlukların, can pazarının yaşandığı Mekke döneminde farz kılınmıştır. Aynı zamanda ilk Farz kılınan bir ibadettir. Nefse en ağır gelen bir ibadettir. Nefis ise hep kolay ve ucuz olana çağırır. Özetle, haydi şuurlu namaza ve felaha diyelim.