Her şey değeri bilinen yerde kıymetlidir. Değeri bilinmeyen yerde en değerli kıymetleriniz değersizleşir. Bu nedenle büyüklerimiz “li külli makamın makal…” demişlerdir. Yani “her yerin, makamın kendine göre konuşulacak sözü vardır.” Yerinde ve zamanında konuşulmayan söz anlaşılmaz ve havada kalır. Onun için neyin nerede ve nasıl, kime ne konuşulacağını bilmek gerekir. Burada konuşan da dinleyen de sorumludur. Ancak doğruyu anlamamakta ısrar edenlere ise anlatmak elbette imkânsızdır. Bu nedenle "Kellimü’n-nase alâ kaderi ukûlihim.” “İnsanlara anlayabileceği tarzda konuşun.” Denmiştir.
Had bilmek, haddini aşmamak çok önemlidir. Güzele ve doğruya kulağı ve kalbi açık tutmak gerekir. Kur’an-ı Kerim’de “Bu Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa onların kalbinde kilit mi var?” şeklinde pek çok ayet vardır. Bu kimseleri isteseniz de döndüremezsiniz.
Nihayet yıllarını verdiği halde kendisini anlamayan ve anlamaya yanaşmayanlara üzülen Peygamberimize Allah Teâlâ şöyle seslendi: “ Sen istediğini hidayete erdiremezsin. Allah dilediğine hidayet verir.” Kendini kilitleyene söz geçiremezsin. Cehl-i mürekkep (Bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen) hastalığına tutulanın tedavisi neredeyse imkânsızdır.
Cehalet sadece bilgisizlik değildir. Belki de cehalet Kur’an’da bilgisizlik anlamında çok az kullanılmaktadır. Çünkü bir şeyi bilmemek ayıp değildir. Belki de fırsatı olduğu halde öğrenmemek kınanacak bir durumdur. Bu nedenle cehalet ilmin zıddı değil hilm’in zıddıdır kanaatindeyim. Yani cehalet, nezaketin, kibarlığın, yeniliğe kafası ve gönlü açık olmanın, doğru ve hak olanın yanında durmanın zıddıdır. Cehalet kabalıktır. Söze kulak vermemektir. Kör bir taklitçiliktir.
“Tartışılmazım, ben doğruyum, atamdan böyle gördüm” bağnazlığıdır. Cehalet at gözlüğü ile çevreye bakmaktır. “Siz ne derseniz deyin, siz ne yaparsanız yapın size muhalefet edeceğim” kabalığıdır. Rağıp el-Isfehanî “Cehalet üç çeşittir” der: “Birisi bilgisizliktir. Diğeri Hak ve doğrunun, gerçeğin aksine inanca sahip olmaktır. Ötekisi de doğruyu bildiği halde bildiği doğrunun tersine hareket etmektir.”
Duyguların kabalaştığı bir ortamda saman pazarında mücevher satmak değer kaybına neden olur. Tıpkı kül pazarında gül satmak gibi bir şey. O zaman mücevherat pazarı bulmak gerekir. Ümmi Sinan’ın dediği gibi gül şehrinde gül satılır:
“Seyrimde bir şehre vardım/Gördüm sarayı gül’dür gül.
Sultanın tâcı tahtı / Bağı, duvarı gül’dür gül.
Gül alırlar gül satarlar/ Gülden terazi tutarlar.
Gül’ü gül ile tartarlar/ Çarşı, Pazar gül’dür gül.”
Mekke’de sözlerin çok az kişi tarafından anlaşıldığı görülünce Rabb’imizin izni ile Medine’ye hicret edilmesi de gül pazarı bulmaya yöneliktir. Orada hak yerini bulmuştur. Gönüller hilm ile hakikate ermiştir. Cehaletin kabalığı, yerini Ensar olmaya bırakmış ve oradan Tevhid Medeniyeti dünyayı nurlandırmıştır.
Sonuç olarak kaba, duyarsız, söz dinlemeyen, kendini sorgulamaktan korkan veya buna hiç yanaşmayan cahillerden olmak gerçekten insan onuruna yakışmayan bir durumdur. Yenilenmeye açık, doğrunun peşinden giden, “acaba ben mi yanlış düşünüyorum?” demeyi ülkü edinen, merhametli ve duyarlı olmaktır insana yakışan. “Nuh” deyip “peygamber” demekten ar edenler sadece kargaşa ve fitneye sebep olurlar. “Bir kavme olan kininiz sizi haksızlığa sevk etmesin.” Kutlu sözünü ilke edinmelidir Müslümanım diyen.
Müslüman kaba değil aksine ufku açık, kibar ve zarif insandır. Bu özelliğini ve güzelliğini kaybeden insana ve özelde de Müslüman’a söz tesir etmez. Yani değerlerin saman mesabesinde görüldüğü, mütrefliğin ayyuka çıktığı zamanda mücevherat, saman değerinde müşteri buluyor. Aklını put edinmişler, atadan gördüğü ile hareket edenler, çıkarcı ve menfaatçilerle muhatap olmak çok zor gerçekten.
Siyasi arenada da, sosyal medyada da bunlardan pek çok var maalesef. Ama insan ömrü hatalarını düzeltmeye yetecek kadar da uzun değildir. Hepimiz bunu iyi hesap etmek zorundayız insan olarak.
***
Not: 06 Şubat 2023 depreminde ve öncesinde/sonrasında depremlerde ve afetlerde hayatını kaybedenlere rahmet olsun. Yaralılara şifalar diliyorum.