Kur’an’da ikinci sûre olan Bakara seksen sekizinci ayette (Yahudiler Kur’an’ı dinlememek ve kabul etmemek hususunda peygamberimizle alay ederek) “Kalplerimiz (başka bilgilere açık olmayıp) kilitlidir, perdelidir.” dediler. Hayır! Küfür ve isyanları nedeniyle Allah onları/ Yahudileri lanetlemiştir. Bunun için onların pek azı inanır.”
Siyonist Yahudiler, Tevrat’ı bozan, peygamberleri öldüren, gittikleri, her yerde fesat çıkaran, kelimeleri tahrif edenlerdir. Bunun pek çok örneği hem kutsallığını yitirmiş Tevrat ve onun tefsirleri diyebileceğimiz Tanah’ taki metinlerinde mevcuttur. Hem de Kur’an’da mevcuttur.
Yukarıda mealini verdiğimiz ayette bunların nasıl bir inanca sahip oldukları açıkça ortaya konmaktadır.
Bugüne gelecek olursak adı; İsrail olarak konan bu Siyonist İsrail’in adını aslında bilerek ve seçerek verdiler. Daha doğrusu Müslümanların zayıf zamanını gözeterek, sahneden sildikleri Osmanlı’dan sonra İslam Dünyası’nın kalbine hançer gibi sapladılar İsrail’i.
Müslümanların parçalanmışlığı bu projeyi büyüttü. Bugün bunun sancısını çekiyoruz.
Nedir İsrail’in anlamı? Yakup, kutsal kitaba yakışmayacak anlatıma göre Tevrat’ta ikiz kardeşi Esav ile kavgalıdır. Daha sonra doğmasına rağmen annesinin planı ile Esav’a hile kurup ilk oğul olma payesini almaya çalışan birisidir. Hilesi anlaşılınca da annesinin tavsiyesi ile dayısının yanına giderken yolda karşılaştığı Melek/Tanrı ile sabaha kadar güreşip! Yenişemeyince Tanrı pes eder ve kendisine: “Artık Yakup değil senin adın İsrail olacak” der ve böylece adı Yakup’un adı İsrail olur. Oğullarına da İsrailoğulları denir. Şu algıya bakınız! Güreşte Tanrıyı yenen ve onun oğulları olduğunu düşünen bir inanış yakmak ve yıkmaktan başka ne yapar. Üstelik Tanrı bununla da kalmıyor. Başka insanlara bu kavmi üstün tutuyor. Başka milletleri kendilerine köle yapıyor. Tevrat’ın öğretisi budur. İsrail isminin Yahudilere verilmesi tesadüfi değildir. Yayılmacı ve işgalci "Siyonist"
düşünce böyle bir hançer gibi Müslümanların ve dünyanın kalbine sapladı.
Uzun zaman; “Batı Değerleri, Aydınlanma Çağı” diye dünyayı uyuttular. Bugün Gazze Soykırımında uydurdukları bu putları birer ikişer yiyorlar. Birleşmiş Milletler! AB Kriterleri! Helsinki Sözleşmesi! Demokrasi! İnsan Hakları! Uluslararası Hukuk! Hümanizm! Yaşam Hakkı! Savaş Hukuku! Sivil Hayatın Dokunulmazlığı! Soykırım Suçu! vesaire-vesaire!.. Bunların hepsi yutturmacadır.
Cahiliye döneminde müşrik Arapların yanlarında taşıdıkları helvadan yaptıkları putlarını yiyecekleri kalmayınca yemesinden daha aşağılık putlar gibidir Siyonist Batı’nın değerleri.
Bu duruma karşı ne yapılmalı? Denirse, derim ki; "Batı’dan (Hıristiyan ve Yahudi toplumlardan) bir beklentimiz olmasın. Bunlarla dostluğumuz soğuk havada ateşe olan dostluğumuz gibi olsun. Nihayet bu yaşlı dünyayı birlikte paylaşıyoruz. Ancak yaklaştıkça yakan ateş gibidir bunlar. Neslimizi bunlara karşı uyanık tutmalıyız. Kendi değer yargılarımızı güncele adapte ederek dünyaya yaymalıyız. Yoksa Siyonist İsrail zihniyeti hem kendilerini hem de dünyayı kıyamete sürüklemeye devam edecek." Düşünün Blınkın diyor ki ben buraya (İsrail’e) bir “Yahudi olarak geldim.” Badeın diyor ki “Ben Siyonistim.” Beyaz Saray (Kızılderililerin ve mazlum dünyanın kanı ile yüzü kızıla dönmüş Kızıl Saray demek daha doğru olacaktır.) diyor ki: “Savaş bu, acımasız ve çirkindir, sivil kayıplar olacaktır. Sivil kayıpların olacağını söylemek dürüst olmaktır.” Bunları dürüstlüğü bu? Kısacası batı değerleri bizim; “Körler sağırlar birbirini ağırlar” tekerlememize tıpa tıp uyuyor. Ya Netanyahu’nun Yeşaya kehanetine ne dersiniz? Altmışaltı konudan oluşan ve Babil sürgününde Yeşaya’nın yazdığı kitabın son yirmi yedi konusunda Tanrı’nın ihtişamı altında İsrail Ulusuna ait yeni bir krallık kurulacağının kehanetinde bulunur. Bu kehanetin gerçekleşeceğine inanır şu andaki İsrail Hükümeti.
Ey Filistinli/ Gazzeli çocuk, kadın, yaşlı masumlar siz ölmediniz ölen biziz. Ölen insanlıktır. Ama dert yanmaya da gerek yok. Neslimizi buna göre eğiteceğiz. Biz dünyaya barış ve esenlik getiren bir inancın mensuplarıyız. Her inancın bizim aramızda yaşama imkânı vardır. Sömürgeci değiliz. Bizim işimiz ifsat (bozgunculuk) değil, ıslah (barış) ve imar (medeniyet inşası)’dır. Özetle, medeniyetimizi yeniden inşa etme borcumuz vardır.