Bursa’ya 1976 yılında yüksekokul okumak için gelmiştim. O günlerin Bursa’sı dahi çok sade idi. Adına yakışır “Yeşil Bursa” görünümü daha öne çıkıyordu. Ama ecdat yadigârı eserlerin etrafı çarpık yapılarla adeta esir alınmıştı. Zaman içinde Bursa daha da tüketilmeye devam etti. İşte bu yazımda, biraz bu konularda değerlendirme yapacağım müsaadenizle.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi Bursa’da yaşamaya yetmişli yıllarda öğrenci olarak başladım. Mezun olduktan sonra görevim gereği epey bir zaman Bursa’dan ayrı düştüm. Ara sıra geldim elbet ama kısa süreli oldu bu ziyaretlerim. 2006 yılından itibaren de artık Bursa’da yaşamaya başladım. Bursa Diyanet Eğitim Merkezi Müdürlüğüm sırasında yerli ve yabancı kursiyerlerimize Bursa’yı her yönüyle tanıtmayı kendime vazife bildim. Bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın planı doğrultusunda, gönül coğrafyamız içinde yer alan Balkanlardan, Rusya’dan, Afrika’dan, Avrupa’dan, Türk Cumhuriyetleri’nden din hizmetleri sunan kişi ve kurumları ağırladım. Bursa’yı tanıtma amacıyla sayısız geziler organize ettim. Her bir ziyaretimde ayrı bir manevi atmosfere daldım.
Ziyaretlerimizi genelde Ulu Cami (tek ve özel ziyaret şeklinde), Tophane Osmangazi- Orhangazi Türbeleri, Muradiye Külliyesi, Hüdavendigar Külliyesi Yeşil Türbesi ve Camii, Emir Sultan, Yıldırım Külliyesi ve daha pek çok yeri ziyaret ederek medeniyetimizin köklerini tanıttım. Bu organizeyi her bir gruba tek başıma yaptırmama rağmen asla usanç duymadım.
Yıllar sonra yine görevim gereği Bursa’dan İstanbul’a, oradan da yeniden Elazığ’a tayin oldum. İstanbul da, Elazığ da ikinci kez görev yaptığım yerlerdi. Her iki şehrimiz de, Anadolu irfanının neş vü nema bulduğu mübarek mekânlardır. Bursa’ya tayin olduğumda belediyeler emin ellerle yönetilmeye başlamış, tarihin görünmez sayfalarına el atılmış, yok sayılmış medeniyetimizin mühürleri tarihi eserlerimiz onarılmaya başlamıştı. Ama Bursa bunlardan ibaret değildi. Maalesef, yağmalanan vakıf eserleri ve bu güzide eserlerin etraflarına dikilen ucube binalar ve yapılarla adeta perdelenmiş ve saklı hazinelerimiz çürümeye terkedilmişti. Vefalı bir el bekliyordu yeniden ayağa kalkmak için. İşte o vefalı el, Alinur Aktaş’ın eliydi. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin Şehr-i Emini Alinur Aktaş Bey en büyük hizmetini devreye soktu.
Ne pahasına olursa olsun. Allah var daha önceki emin ellerin başkanları da büyük işler yaptılar. Osmangazi ve Yıldırım’da da çok güzel çalışmalar yapıldı, yapılıyor. Ancak Hanlar Bölgesi Projesi elbette en önemli projeydi. Çünkü bu projenin riskleri vardı. Çeşitli baskılar, memnuniyetsizlikler, karşı koymalar olmuştur mutlaka. Ama tüm riskleri göze alarak, halka hizmet Hakk’a hizmettir prensibi ile hareket ederek bu işi başardı. Elbette hükumet bu işin arkasındaki en büyük güç olmuştur. Bunu da bilmek gerekir. Yerel yönetimler de bu işin altına elini koymaz ise bu hayırlı işleri başarmak mümkün değildir.
Hanlar Bölgesi’nde neler oluyor diye bölgeyi gezdim. Halen hummalı bir çalışma var. Bu gezimde yıllardır bildiğim Bursa’da neleri göremiyormuşum bunu anladım. Etrafı İşkur, Kızılay, Merkez Bankası binaları adeta tarihimizin üzerine kâbus gibi çökmüş. Bu ucube yapılarla birlikte otuz sekiz binanın yıkılması ile Pirinç Han, Esirî Mehmet Efendi Türbesi ve Sağrıcı Sungur Mescidi, hanlar, çarşılar ve bedestenler ortaya çıktı. Medeniyetimizin önemli nakışlarından birisi olan Kuş Sarayı da kendini gösterdi. Şimdi bütün ihtişamı ve güzelliği ile halkın ve yerli-yabancı ziyaretçilerin hizmetine sunuldu. Bir faniye bu hizmetin açığa çıkmasına vesile olmak dahi hizmet olarak yeterlidir. Bursa Büyük Şehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş Bey’i tebrik ederim.
Şehirlerin medeniyetimizin farkında olan ellere tesliminin geleceğimiz için çok önemli olduğunu tekrar vurgulamak isterim. Şehirlerimizin doğal ve tarihi yapılarını nesilden nesle aktarmak hepimiz için önemlidir. Bu tarihi eserleri zapt eden, satan ve amacının dışında kullananlar bizi köksüzleştirmeyi amaçlamaktadır. Şehirlerimizi tahripçi zihniyetlerden korumak ve medeniyetimize sahip çıkmak hepimizin görevidir.