DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Ümit Polat
Ümit Polat
Giriş Tarihi : 04-11-2025 15:13

Hakan Bahçeci’nin Öykü Yoculuğu

“Oysa yarım kalmış hikâyelerin sözü eksik figüranlarıyız biz.”

Bu yazımızda Hakan Bahçeci öykücülüğünün seyrini kendisinin şimdiye kadar sırasıyla kaleme aldığı Demircinin Çırağı, Kırık Fincan ve İçimdeki Yolcu adlı eserlerinden hareketle inceleyeceğiz. İlk eseri Demircinin Çırağı, öykü olarak isimlendirilmiş olsa da “novella” ile “uzun öykü” arasında gidip gelir. Ancak bu gelgitler yine de kısa öykünün tür özelliklerine uzak kalır.  Her ne kadar eser farklı başlıklar altında kısa öykü hacimlerinden oluşsa da -kısa öyküye benzer yanı sadece hacmidir- her bölümü oluşturan hikâyeler, bütünün aynı ana karakter etrafında oluşturulmuş parçalarıdır. 

İkinci eseri olan Kırık Fincan’da yazar; kısa öyküye, bu öykünün biçim özelliklerine daha çok yaklaşır; ama özellikle dil kullanımı ve içeriğin aktarımında öyküden çok yine hikâye türüne bağlı kalır. Bahçeci’nin üslup olarak da biçimsel olarak da hikâyeden öyküye evrildiği eseri İçimdeki Yolcu isimli son eseridir. O, bu eserinde ise daha çok benmerkezci öyküye dayanır. Yazarın öykü serüvenine baktığımızda aslında onun uzun hikâyeden, hikâyeye oradan da kısa öyküye doğru ağır adımlar attığını görürüz. Bu özellik eserlerin hacimlerine de yansır. Demircinin Çırağı iki uzun ana bölümden oluşurken Kırık Fincan, kısa öykü hacminde yazılır, İçimdeki Yolcu ise çoğu iki üç sayfalık öykülerden oluşur. Öykülerin öenmli bir kısmı sonuca bağlanır, okur hemen hemen hiçbir vakit merakta ya da muammada bırakılmaz. Ne var ki sonların çoğu dramatiktir.  

Kırık Fincan’ın “Kırmızı Murat” isimli öyküsünden aldığımız birbirinin devamı olan aşağıdaki iki cümle, altını çizdiğimiz anahtar kelimelerle Hakan Bahçeci’nin öykü temalarını ve olaylara bakış açısını ele verir. 

“İçinde taşıdığı sevginin ve hürmetin karşılık bulacağını ümit ederek teslimiyet ve muhabbetle göstermişti yüzünü bu yeni yuvasına. O ilk günün hatırası ile kaldırdı başını ileriye doğru ve iç çekerek gülümsedi yine.”

Nitekim yazar tüm eserlerinde hep hatıralarından günümüze yürür. Eski günleri -bunlar genellikle ana karakterin yuvası, çocukluk dönemidir- ilmek ilmek dokurken o günleri sevgiyle, hürmetle anar ve şimdiki zamana geçişte teslimiyetle derin bir iç çeker. Bu iç çekiş, efkâr ya da hayıflanma yüklü değil, muhabbet dolu bir gülümsemedir. 

Onun bu olumlu bakış açısı, teslimiyetçiliği postmodern öykücülüğün çatışmacı tavrına tezat oluşturur. Bu yaklaşım sadece anlatıcının değil aynı zamanda çoğu karamanının da ruhsal özelliğidir. Onlar zıtlaşmaz; ne hayatla ne fertle ne de toplumla. Onlar hep kabullenir, şikâyet etmez; düşünce tekrar ayağa kalkmanın, zulüm görünce hak aramanın çaresine bakar. Bunu yaparken de çığlık atmaz, yaygara koparmaz, munis ve dingin bir nehir gibi akarlar. Saf ve temiz kalmanın, elden tumanın, el vermenin yüceliğine inanır; ama haksızlık karşısında diğer yanaklarını da uzatmazlar.

Bahçeci’nin anlatıcısı modern öykü türünden farklı olarak eski hikâye anlatıcıları gibi sık sık araya girip okura, esere birinci elden müdahale edebilir, okura seslenebilir hatta hikmet dağıtabillir. Bu durum, anlatıcıyı zamanla anlatıda kip hatası dediğimiz hatalara dahi düşürür. İlk eserinde daha çok gördüğümüz bu uygulama İçimdeki Yolcu’ya doğru silikleşirken bize Ahmet Mithat Efendi’yi hatırlatır. Yine ilk eserdeki Orhan Kemal’i anmamıza sebep diyalolar ilerleyen eserlerinde yerini modern öykü anlatısına bırakır. Yazarın eser dilinde kendine has bir anlatı yolu seçerken bazen tekrarlara düştüğü, israfa kaçtığı, savruklaştığı ve melodrama kurban edildiği görülür. Tüm bunlara rağmen okumalarınızı bitirdiğinizde kendi biçemini oluşturmuş bir yazarla beraber yürüdüğünüzü fark edersiniz.

Yazar, karakter tasvirlerini daha çok öykünün girişinde yapar. Çünkü öyküye karakterlerle girilir. Bu tasvir fizikidir, art arda klasik romanlardaki usulle özellikler sıralanır. Ruhsal betimlemeyi ise metnin içine serpiştirir ya da karakterin olaylar karşısındaki tavrından o özellikleri okurun keşfetmesi beklenir. Onlar çoğunlukla imkânsızlıklar içinde hayat ışığını yakalayabilen çocuklar, mahallenin ağır abileri, meczup görünümlü âlimler, geçmişe özlemle bakan ama eseflenmeyen, mütedeyyin ve mütebessim kişilerdir. Anlatıcının ve ana kahramanların olgun, iyimser ve mütebessim tavırları okura bu zamanda kaldı mı, bu da olur mu dedirten türdendir.

Okur; mekân olarak bedestenler, eski çarşılar, dar-tarihî sokaklar, eski mahalleler arasında dolaşır durur. Mahallede mahalle kültürü, komşuluk hakkı; esnafta ahilik geleneği devam eder. Günümüzde yaşayan mekân olarak Konya, öykülerde önemli bir yer tutar.  Bedesten, Kapu Cami, Mevlana ve civarı bu şehrin öykülerde olaylara tanıklık yapan önemli mekânlarıdır. Bahçeci’nin mekânlarında dikkat çeken bir diğer unsur da gerek kapalı gerekse açık mekânların sürekli bir kadrajdan tasvir edilmesidir. Okur bir fotoğrafa bakar gibi mekânları tanır, canlandırır. Kimi zaman mekân tiyatro dekoru gibi tanıtılır. Her dekor okurun zihninde yerli yerine yerleştirilir. 

Sonuç olarak Hakan Bahçeci, klasik uzun hikâyeden ve anlatıdan benmerkezciliğe kayan öyküleriyle, seçtiği izleklerdeki ısrarcı ve kararlı tutumuyla, çağa meydan okuyan karakterleri ve  özellikle de iyimser bakış açısı ve nahif diliyle öykü evreninde sadece üç eserle kendine özgü bir yol bulabilmiş yazarlar arasında sayılmalıdır.

***

Editör: Deniz İmre

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA