Tefiz-i umur diye bilinen bu kavram tasavvufta iş ve işlemlerini şeyhe emanet etmek, onun yorumuna kayıtsız ve şartsız teslim olmak anlamına da gelir. Gerçek gönül dostları ve çevresindekilere ışık olanlar bu şekilde bir bağlılığı asla istemezler. Bu güzel insanlar kendilerini asla la yuhti (hatasız kimse) olarak kabul etmezler.
Kendilerine intisabı "ne dersem o doğrudur bana uyun, bana tabi olun.” demez. Diyorsa bu durum sorgulanması gereken bir haldir. Kimse "gassal önündeki meyyit (Ölü yıkayıcısının önündeki ceset)" değildir.
Tefviz-i Umur etmenin bağlısına iradesini teslim etmesi anlamına geldiğini yukarıda açıklamıştık. Bu tür bağlanma ve sorgusuz itaat İslam'da sadece Allah'a olur. Çünkü O herkesin ve her şeyin sahibidir. Bizim hakkımızda en iyi kararı O verir.
Allah'tan başkasına sorgusuz teslimiyet İslam'ın arzu ettiği bir bağlılık değildir. Çünkü mükellef (sorumlu) olmak, sorumluluğun şahsi ve ferdi olduğunun kanıtıdır. Kimse kimsenin yükünü yüklenemez.
Hz. Peygamber (s.a.v.) dahi vahyin dışında kendisine körü körüne bağlılığı istememiştir. Bedir, Uhud ve Hendek Gazalarında yapılan istişarelerin genelde ashabın istedikleri doğrultuda sonuçlanması yukarıdaki söylediklerimi doğrulayan örneklerden bir kaçıdır. Daima insan olduklarını vurgulayan tüm peygamberlerin ortak özelliği bu doğrultudadır. Kaldı ki onlar ismet (Günah işlememe) özellikleri olduğu halde böyle davranmışlardır. Abese Suresi’nin geliş sebebi hepimiz tarafından bilinmektedir.
Kayıtsız şartsız bağlanma ve iradeyi bağlısına teslim etmek insanı sürüleştirir. Sadece güdülen ve iradesi olmayan yığınlar haline getirir. Bağlısının her sözünde bir hikmet ve yüce bir mana vehmeder. Bu anlayış insanların kullanılmasının yolunu açar. Rüyalar, ilhamlar, hayaller en büyük kaynak haline gelir. At gözlüğü takanlar gibi sağda solda olanlardan haberdar olamaz.
İradeyi ipoteğe vermek insanlık onuruna yakışmaz. İnsanı sorumluluktan kurtarmaz. Bu nedenle bize dayatılmaya çalışılan her çabaya onurluca karşı koyalım. Yanlış yapana "yanlış" diye karşılık verelim. Kendi iradesi ile verdiği kararda yanılmak; başkasının iradesiyle isabetli karardan daha hayırlıdır. Çünkü birincisinde bilinç var, diğerinde hiçbir irade yoktur. Bilerek yapılan ile gözü kapalı yapılan bir olamaz. Bu söylediklerim herkes ve her düşünce için geçerlidir.
Bu gün görüyoruz ki, bazıları hiç olmayacak yerlere savruluyor. Olmadık pozisyonlara giriyor. Sorgulamadan "büyüğümün dediği doğrudur" mantığıyla hareket edince olmadık işler yapılabiliyorlar. İradeyi ipoteğe verince ipotek edenler onları diledikleri gibi kullanabiliyor. Bu durum tarihin her döneminde böyle olmuştur. Kendisini sürü yerine koyanın mutlaka bir çobanı olacaktır. Bu nedenle irade sahibi herkes : "Neden ben sorumlu olayım da başkası beni kullansın? Buna neden imkân sağlayayım? " demelidirler.
Bu sebeple diyorum ki, iradenize sahip çıkın. Olaylara karşı irade beyanında bulunun. Sorumluluğunuzu kuşanın. Bir oluşum içinde yıllarca bulunabilirsiniz. Ama bu duygusal bağ sizi köleleştirmemelidir. Yanlışı gördüğünüzde bu kişinin bu oluşumun yanından tüymesini bilin. Tabi mide bağlantınız ve akıl tutulmanız varsa bunu yapamazsınız. Ama buna rağmen yapmaya çalışın derim.
Mustafa Yılmaz isimli öğrencimin bana teşekkür amacıyla anlattığı bir hatırlatmayı sizlerle paylaşmak isterim: "Hocam size çok teşekkür ederim" dedi. Ben "neden?" diye sorduğumda ise şöyle cevap verdi: "Bizler daha küçük yaşlardayken eğitim için size teslim edildik. İsteseydiniz bizi küçük birer Yusuf Sarıkaya yapabilirdiniz. Ama bunu yapmadığınızı şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü olayları kendim analiz ediyor ve kendim yorumlayıp karar veriyorum. Bunun benim için çok önemli olduğunu günümüzde olan olaylardan anlıyorum." dedi. Ben de kendisine teşekkür ettim.
Aldığım eğitim ve verdiğim eğitim hep bu doğrultuda olmuştur. Bu nedenle sırtımda hiç yumurta küfesi taşımadım. İyilik ve erdemlilik neredeyse onu aradım ve elde etmeye çalıştım. Beraber olduklarımın hatasını ve bilerek yaptıkları yanlışları gördüğümde çeketimi alıp yanlarından çıkmasını bildim. Allah’ın yarattığı kimseyi hata yapmaz olarak kabul etmedim.
Kimseye de midemden ve beynimden bağlanmadım. Bu nedenle "men yuti yahkum" veren hükmeder Arap atasözü mideden bağlı olmanın sonucunu çok açık ortaya koymaktadır.
Sadece kin ve nefret kuşanarak yola çıkmayalım. Ülkeye yapılan hayırlı hizmetleri görelim. İş aramak için Avrupa kapılarında süründüğümüz günleri düşünelim. Yapılan hizmetlere gözümüzü kapamayalım. “Ne yaparsanız yapın biz istemezük.” Kafasında olmayalım. Hata yaptığımızda hatada ısrar etmeyelim.
Ayrıca tüm haçlı zihniyeti ülkemizdeki irade beyanına müdahale etmek için çırpınıyorsa bilelim ki bizim hayrımıza olamaz. Öyleyse kime şer oku yöneltilmişse tarafımız okun hedefine konanın yanı olmalıdır.
"Şimdilik diyerek" daha fazla daha ileri gidemiyorum. Çünkü bunu anlamamakta ısrar eden yakınlarımız, arkadaşlarımız var. Onların daha fazla uzaklaşmaması için yapıyorum bunu. Çünkü daha fazla sıkıştıkça nereye savrulacakları belli olmaz. Bu vebale girmek istemiyorum akıllarını başlarına alsın diye. "Neden uyarmadınız" demesinler diye. Bizden söylemesi vesselam...
Selam ve dua ile...