Varlığın meydana getirdiği şımarıklık nedeniyle olsa gerek son yıllarda aşırı müstehcenlik aldı başını gidiyor. Giyim kuşam, saz söz, tiyatro ve sanat dünyası, diziler ve televizyon programları hep bu minval üzere yürüyor maalesef. Sosyal medya uygunsuz ilişkiler alanı oldu çıktı. Çocuklarımız siber saldırı altında can çekişiyor. Değerler erozyonu her yerde tam gaz yaşanıyor. Tik Tok’larda ağıza alınamayacak sözler, izlenemeyecek sahneler, iftiralar, şantazlar, aslı olmayan haberler kol geziyor. Devlet bunlara ayar vermeye ve toplumu korumaya yönelik kararlar alınca da “Vay özgürlüklerimiz kısıtlanıyor” diye şikâyetler alıp başını gidiyor.
Yaz Kur’an kurslarında, mahallemizin imamına her sene olduğu gibi bu sene de yardımcı oldum. Tanışma amacıyla kursa gelen çocuklara sordum: “Şu çocuk neyin oluyor?” Cevap: “Kuzenim oluyor.” Şaşırıyorum. Çünkü soruya verilen cevap yetersiz kalıyor. Yani amcanın mı, dayının mı kızı veya oğlu? Bu belirmiyor. Tekrar sormak zorunda kalıyorum bu nedenle “yani daha açık söyle evladım” diyorum. Başlıyor çocuk “amcamın kızı veya oğlu, dayımın kızı veya oğlu, halamın kızı veya oğlu, teyzemin kız veya oğlu.” Demeye. Yani bize ait tanımlayıcı ifadeler yerini bize ait olmayan ve sığ kelimelere bırakılmış.
Çocuklara dilimin döndüğü kadarıyla kendi kelimelerimizi kullanmalarını söylüyorum. Ama maalesef, öğretmen, imam, memur ve spikerler de aynı kelimeyi veya buna benzer yabancılaşmayı umursamadan kullanabiliyor. Kime ne diyeceksin! İşte size kültür emperyalizmi, işte değerlerin yozlaşması. Hele tişörtler üzerindeki yazılar daha başka felaket. Geçenlerde bu konuyu yazmıştım. Üzerinde fazla durmak istemiyorum.
İki asır önce başlayan, körü körüne batılılaşma hareketi ve değerlerimizi yozlaştıran yıkım ekipleri yıkıma devam ediyor. Ahlaki yozlaşma her kesimde almış başını gidiyor. Bir kısmımızda ibadet şekilden öteye gitmiyor. Ahlaki hassasiyetlere hiç itibar edilmiyor. Sosyal medyanın, bazı televizyon programlarının çivisi çıkmış her şey uryan bir şekilde sahneleniyor. Boşanmalar teşvik edilircesine önümüze konuyor, tesettür modaymış gibi hedefinden saptırılıyor, bekârlık övülüp evlilikler geciktiriliyor.
Cinsiyet üzerinden topluma ayar çekiliyor. Evlilik dışı ilişkiler nedeniyle helal birliktelik gecikiyor bu nedenle de nüfus yaşlanıyor, nefs azgınlığı fütursuzca her yerde işleniyor. En mahrem konular çarşaf-çarşaf ortaya seriliyor. Kariyer yapma hastalığı becerisi olan/olmayan herkeste put olmuş, istenilene ulaşamayınca da yaş geçmiş oluyor, fiziki ve ruhi hastalıklarla boğuşan nesiller türeyiveriyor.
Şükürsüzlük çılgınlığa sebep oluyor. Var olanla mutlu olma yerine elde olmayanının yokluğu ile perim perişan olan kitleler oluşuyor. Televizyonlardaki çeyiz programlarına bakın. Yok-yok ama her şeye bahane bulunuyor. Programlarda kadınlar birbirini yiyor. Katılımcıların bir kısmının kıyafetler yatak odası kıyafetlerini aratmıyor. Ev sahibi kendi evinde misafirlerce yerden yere vuruluyor. Bu durum hangi kadın zarafeti ile bağdaşır siz cevap verin?
Almanya’dan gelen komşularımız Almanların eşlerini kıskanmadıklarını, yabancı bir erkeğin beğeni ifadesine Alman kocanın teşekkür ettiğini hayretle anlatırlardı. Şimdi bazı Türk erkekleri sanırım bu duruma düşmüş olmalı ki, yanında çırılçıplak eşini gezdirebiliyor.
Televizyon programlarına olmayacak kıyafetlerle çıkmasına göz yumabiliyor. Bundan da keyif alıyor gibi. Bu durum başta kadına saygısızlıktır. Kadının estetik olan kendi bedenine saygısızlıktır. Kadınlık cazibesine saygısızlıktır. Müstehcenlik kadının cazibesini yitirir. Aşkı bitirir. Aşk bitince de yerini hayvani duygulara bırakır.
Çok olumsuz şeyler yazdığımın farkındayım. Ama bunlara göz yumamayız. Bu manzara bizi tevazudan, iffetten, zarafetten, milli ve manevi değerlerden, nimete şükürden, aile hayatından, geleceğimiz olan neslimizi yetiştirmekten alıkoyuyor. Toplumun ortalama değerlerine herkes sahip çıkmalıdır. Bir arada yaşamanın kuralı budur. Dört duvar arasında giyilecek kıyafetle ortada dolaşarak toplumun ortak değerlerini zedelememek gerekir.
Müstehcenlik, saldırganlığı, tacizi ve kadına saygısızlığı beraberinde getiriyor. Ortalık yasak arkadaşlıklar ve yasak dostlukların acılarıyla dolu. Sosyolog ve psikologlarımız iyi araştırsınlar kadın cinayetlerinin altından da yukarıda ifade ettiğim hususlar çıkacaktır. Hala bunu göremeyecek miyiz?
Kısacası kendi öz değerlerimizi, örf ve âdetlerimizi inancımıza uygun bir halde yaşamalıyız. Bizi biz yapan ve tarih sahnesinde kalmamızı sağlayan değerlerimizi örselemeyelim. Daha ne zamana kadar biz kendi değerlerimizle kendimiz olacağız, düşündük mü?