Vefa, tek kelime ile ifade edecek olursak “unutmamak” demektir.
Vefa; yapılan tüm iyilikleri, gösterilen sevgi, şefkat ve muhabbeti; güven, sadakat ve riâyeti; lütuf, ihsan ve nimetleri unutmamaktır.
Muhabbet, dostluk ve bağlılıkta sebat, ahde riâyet ve verilen sözde durmak demek olan vefa, İslâmî şiarlardan biri ve belki de en önemlisidir. Çünkü her insan, imtihan edilmek üzere geldiği bu dünyada, ruhlar âleminde vermiş olduğu söze sadakatini ispat ettiği taktirde, hayatını “Mü’min” olarak yaşar.
Vefa; başta Rabbimiz olmak üzere, üzerimizde hakkı bulunan her varlığa karşı, insanî, vicdanî ve imanî borcumuzu ödeme gayretinde olmamızdır.
Kur'an'a göre vefa, iman ederek Allah’u Teâlâ ile ahidleşmiş ve böylece kendisini hür iradesiyle sadakat yükümlülüğü altına sokmuş olan Mü'minin ahlâkî bir borcudur. İster insanlara, ister Allah’a karşı verilmiş olsun her ahid ve söz, yükümlülük şartlarını taşıyan her insanı borçlu ve sorumlu kılar. Bu sorumluluğun yerine getirilmesine ahde vefa veya ahde riâyet denilir. (Bakara, 2/177; Mü’minûn, 23/8).
Cenâb-ı Hak: “Ey iman edenler! Akitlerin gereğini yerine getirin!” (el-Mâide 5/1) diye buyurmuştur. Dolayısıyla mü’minler, yaptıkları bütün akidleri îfâ etmelidirler. Öncelikle “iman bir akittir.”
Allah’u Teâlâ:
“Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir.” (el-İsrâ 17/34) buyurarak kullarını bu hususta dikkatli olmaya çağırmaktadır.
Cenab-ı Hak:
“…Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (el-Feth 48/10)
“Bana olan ahdinize vefa gösterin ki ben de size olan ahdimi îfâ edeyim!” (el-Bakara 2/40) buyurarak onlara da ahitlerini yerine getirmelerini emretmektedir.
Özünde sadakat, samimiyet gibi ahlaki davranışları barındıran vefa; kavram olarak sözünde durmak, sevgide bağlılık, yapılan iyilikleri unutmamak ve buna göre davranmak gibi anlamları içermektedir. Yaratanını tanımak, kulluk görevlerini yapmak, O’nun verdiği nimetlerin kıymetini bilmek, şükretmektir.
Vefa, iyilik ve takvada buluşmayı gerektirir. Kur’an-ı Kerim’de temel bir ahlaki kavram olan vefa, söylemden ziyade eylem ile ortaya konması gereken büyük bir ahlaki erdem olarak dikkati çekmektedir.
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de; kendisine kulluktan anne babaya saygıya, sözünde durmaktan nimetin kadrini bilmeye, antlaşmalara riayetten yetim malını koruyup gözetmeye kadar birçok konuda vefa hatırlatması yapmakta, mücadelelerini anlattığı ve bizlere örnek gösterdiği tüm nebilerin en belirgin vasıflarından birinin vefa olduğunu bildirmektedir.
Kur’an-ı Kerim bizlere bir taraftan Allah’a ve onun kullarına karşı nasıl vefalı olmamız gerektiğini öğretirken diğer taraftan da vefasızlık örneklerini göstererek bizleri uyarmaktadır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimizin hayatı; Allah’ın emirlerine, ailesine, dostlarına ve çevresine vefa örnekleri ile doludur. O, ömrü boyunca vefakarlığı bir erdem olarak öğretmiş, tebliğ ettiği dine inanan inanmayan herkes tarafından ahde vefa ve emanete riayete tam anlamıyla sahip olmasından dolayı “Muhammed-ül Emin” veya “El-Emin” olarak bilinmiştir. Ahde uygun hareket edilmesini imandan sayan ve hayatı boyunca vefanın en güzel örneklerini sergileyen Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, gerek Allah’a kullukta ve nimetlerine şükürde gerekse insani tüm ilişkilerinde vefayı ahlaki bir davranış olarak görmüş ve hayatına yansıtmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; İslam’a hizmet etmiş olanlara, Allah yolunda şehit düşenlere, onların çocuklarına, geride kalan ailelerinin ihtiyaçlarının karşılanmasına çalışmış, ashabını da bu konuda teşvik edip yönlendirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, iyiliğini görüp ahirete irtihal etmiş tüm insanları da hayırla yad etmiş, geride bıraktıklarına sahip çıkarak onları himayesinde bulundurmuştur.
İletişim teknolojilerinin durmaksızın gelişim gösterdiği günümüzde, insani ve toplumsal meziyetlerden olan vefa, ne yazık ki toplumumuzda ahlakla ilgili bir değer olarak hızla unutulmakta ve gün geçtikçe de kaybolmaya yüz tutmaktadır.
Bugün maddi hazları öne çıkaran, manevi değerleri ötekileştirerek kişisel arzu ve istekleri hayatın odağına yerleştiren yaklaşımlar vefayı oluşturan bütün kavramların içinin boşaltılmasına, taşıdığı anlamları kaybetmesine neden olacak geniş bir zemin hazırlamaktadır. Oysa fert ve toplum huzurunu temin etme amacıyla İslam dininin merkeze aldığı erdemlerden olan ve “vefa” duygusuyla beslenen samimiyet, sadakat, sözünde durma, güven, fedakarlık, yardımlaşma ve dayanışma gibi değerler insan hayatına rehberlik eden faziletli davranışlardandır.
Bu davranışların toplumların huzurunu, birlik ve beraberliğini sağlamada hayati bir rol üstlendiğini hatırdan çıkarmamamız ve ona göre hayatımızı şekillendirmemiz büyük önem arz etmektedir.
“Her kim ahdine vefa gösterir ve günah işlemekten sakınırsa bilsin ki Allah o sakınanları sever.” (Ali İmran, 3/76.)