“Ah! Ah! Sen yok musun sen, ah!”
…
“Ah! Ah! Nerede o eski günler, ah!”
…
“Ah! Keşke o hatayı yapmasaydım.”
…
“Ah” var, “ah” var; değil mi?
Bazen şikayet, öfke, bazen pişmanlık, acı, bazen de hüzün ve özlem…
Derin bir duygusallık içeren bir nida kelimesi “ah”…
Düşünsel ve duygusal hayatlarımızın içindeki “keşke” ve “iyi ki”ler ile de yakın dost.
“Keşke”lerimiz genellikle geçmişte farklı bir karar almış olsaydık hayatımızın nasıl şekillenmiş olacağını düşündüğümüz anlardan doğmaz mı? İnsan zihni özellikle olumsuz deneyimlerden ders çıkarmaya meyillidir ve bu yüzden geçmişte yaşadığımız bir olayın farkı bir şekilde sonuçlanmış olmasını dileyerek “keşke” deriz bazen. Ya da hayatın koşturmacası içinde bazen kaybolup yaşadığımız anları hırs, kaygı veya üzüntülerimizle ıskaladıktan bir süre sonra farkına vardığımızda veya mutsuz olduğumuzda çıkışı yolunu mutlu olduğumuz anlara dönme özlemiyle aradığımızda “keşke” deriz.
Yani, “keşke”ler, pişmanlık, öğrenme ve özlem gibi duygularla iç içedir.
Ve bir de “iyi ki”lerimiz vardır.
Bunlar da hayatın içinde doğru zamanda, doğru yerde, doğru kararı verdiğimizi düşündüğümüz anların ürünüdür. Mutluluğun, tatminin ve iç huzurun ifadesidir. Yaptığımız bazı seçimlerin bizi iyi bir noktaya getirdiğini fark ettiğimizde, bunun değerini anlar ve “iyi ki” diyerek şükran duygusunu yaşarız.
Tüm bunları düşündüğümüzde rahatlıkla söyleyebiliriz ki insanın “keşke”leri ve “iyi ki”leri hayat yolculuğu boyunca yaptığı seçimlerin, yaşadığı deneyimlerin sonucunda iç dünyasında yankı bulan duyguların bir yansımasıdır.
Yani “keşke”ler ve “iyi ki”ler, insanın geçmişiyle kurduğu bağın bir parçasıdır da diyebiliriz.
“Keşke”ler bize ders verir; “iyi ki”ler ise umut…
O halde, “keşke”leri azaltıp “iyi ki”leri çoğaltmamızdır aslolan...
Peki ama bunu nasıl yapacağız?
Zamanda yolculuk yapmak mümkün mü ki geçmişe gidip keşkeleri yok edebilelim?
Zaman yolculuğu, bizim bilim kurgu filmlerinden aşina olduğumuz bir kavram. Aslında biraz karmaşık ve bilim adamları ile filozofların yüzyıllardır üzerinde kafa yordukları bir mesele.
Fizikte zaman, olayların sıralanmasını sağlayan, neden-sonuç ilişkisini belirleyen ve evrenin işleyişinde temel bir rol oynayan bir kavram.
Felsefi açıdan ise zaman, insan bilincinin en büyük muammalarından biri.
Zaman gerçekten akıp giden bir şey mi yoksa sadece algılarımızın bir ürünü mü?
Zaman mutlak mı, doğrusal mı veya döngüsel mi ya da gözlemciye göre değişen bir deneyim mi?
Antik dünyada Platon, zamanın ideal bir formun yansıması olduğunu söylerken Aristoteles zamanı hareketle ilişkilendirerek onun yalnızca olayların ardışıklığını ifade eden bir ölçü olduğunu savunur.
Modern dünyada Albert Einstein; “Hız = Yol/Zaman” diyerek zamanın mutlak olmadığını, kütle ve hız gibi etkenlerle değişebileceğini göstermiştir. Buradaki hız, ışık hızıdır ve ışığın hızı her zaman aynıdır, hiçbir gözlemciye göre değişmez.
Peki ışık hızını geçebilirsek?
İşte o zaman, zamanda yolculuk mümkün…
Ve bu ihtimal, birçok soruyu ve paradoksu da beraberinde getirir.
Geleceğe zaman yolculuğu yapmakta fazla bir sıkıntı yok fakat iş geçmişe yolculuk yapmaya gelince, işler bir anda karışıyor. Çünkü geçmişe gitmek demek; sayısız felsefik soru ve bir sürü paradoksa sebep olmak demek.
Mesela; “Dede Paradoksu”.
Eğer geçmişe gidip dedemizi öldürürsek, bugün biz hiç doğmamış oluruz. Ama doğmadıysak, geçmişe nasıl gittik?
Ya da; “Öz döngü Paradoksu”.
Eğer bir bilgi ya da nesne, gelecekte geçmişe gönderilirse ve bu döngü sonsuz kez tekrar ederse, o bilgi ya da nesne aslında nereden ortaya çıkmıştır?
Hadi diyelim ki zamanda geriye gidip bir şeyi değiştirebildik. Bu bizim özgür irademiz olduğunu mu gösterir yoksa tüm olaylar baştan belirlenmiş midir?
Klasik determinizm, her olayın önceki sebeplerle belirlendiğini savunur. Eğer bu doğruysa, geçmişe gitmek yalnızca olayların tekrarını izlemek anlamına gelir; çünkü hiçbir şeyi değiştiremeyiz.
Öte yandan kuantum teorisi ve olasılıkçı yaklaşımlar da geleceğin net olarak belirlenmediğini, birçok olasılığın var olduğunu öne sürerek özgür irade tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır. Yani geçmişi değiştirmek yerine, değiştirilen geçmişin farklı bir evrende yeni bir gerçeklik yarattığını öne sürer bu tarz yaklaşımlar. Bu çoklu evren fikri, zamanda yolculuk yaparken “ana” zaman çizgisini değiştirmediğimizi, sadece yeni bir olasılık yarattığımızı savunur. Eğer bu doğruysa, o zaman geçmişe gidip bir şeyleri değiştirmek teorik olarak mümkün olabilir; ancak bu, bizim yaşadığımız dünyayı etkilemeyebilir. Belki de böyledir bilemiyorum.
Uzun lafın kısası, eğer zaman yolculuk edilebilir bir şeyse, bu bizim evren hakkındaki algımızı kökten değiştirebilir. Ancak, eğer zaman yolculuğu mümkün değilse, bu belki de zamanın doğası gereği, yalnızca bunun bir düşten ibaret olduğunu gösterir ve bilim kurgu filmlerinde izlemeye devam ederiz.
Öyle ya da böyle, kendi gündelik hayatımıza baktığımızda görürüz ki bizim günlük yaşantımızda zaman, anılarla geçmişi hatırladığımız, şu anı yaşadığımız ve geleceği planladığımız bir akış olarak hissedilir.
O zaman hepimiz birer zaman yolcusuyuz.
Haydi buyurun buradan yakın…
Yok, yok. Bir dakika durun…
İnsanın ruh halleri değişken, dinamik ve bazen de öngörülemezdir. Her gün ya da her an farklı bir ruh haline bürünebiliriz, öyle değil mi?
Evet öyle. Mesela neşeliyken bir anda derin bir hüzünle sarmalanabiliriz.
Hayır, ruh hastası değiliz.
Aksine, bu geçişler iç dünyamızın zenginliğini ve karmaşıklığını yansıtır. Her ruh hali, kendi içinde bir anlam taşır ve kendi içsel yolculuğumuzun bir parçasıdır.
İnsan, bir yandan kendi içindeki fırtınaları sakinleştirmeye çalışırken, diğer yandan etrafındaki dünyayla da etkileşime girer.
Bir sabah güneşin ışığı, umut dolu bir başlangıç hissi yaratabilirken başka bir gün yağmurun gri gökyüzü altında yalnızlık hissi veya hüzün büyür içimizde.
Ruh hallerimiz, bazen de görünmeyen bağlarla birbirine bağlıdır. Sevgi, neşe, umut gibi duygular, çevremizdekilerin de ruh halini etkiler. Bir gülümseme, bir dokunuş, bir kelime bazen tüm günümüzü değiştirebilir. Aynı şekilde, içsel karanlık anlar da başkalarına yansıyabilir.
Ama bazen de hiçbir dış etken olmadan da ruh hallerimiz değişir. İçsel dünyamızda yaşadığımız derin duygusal inişler ve çıkışlar, biz farkında olmasak da birer iz bırakır.
Bu da çok normal. “İnsan nedir?” sorusunun cevabı burada saklıdır. İnsan bellektir, bellek ise ne yaşadığımızdır, hissettiklerimizdir.
Yani insan, aynı zamanda geçmişinin izlerini taşır. Çocukluk anıları, kayıplar, mutluluklar ve hayal kırıklıkları bugünkü ruh halimizi şekillendirir. Bu anılar, bazen çok uzaklardan birer fısıltı gibi gelirken bazen de ansızın bizi bir anda sarar. Bir resme bakmak, eski bir şarkıyı dinlemek ya da bir yeri ziyaret etmek, bilinçaltımızın derinliklerinden bir şeyleri uyandırabilir.
Fakat tüm bu değişkenliklere rağmen, insanın ruh hali her zaman bir öğrenme sürecidir. Bazen hüzün bir öğretmendir. Kederin içinde bir rahatlama, acının içinde bir şifa barındırabilir. Aslında ruhsal sancılar, insanın kendini tanıması için bir fırsattır; ne zaman kırıldığımızı, ne zaman güçlendiğimizi, hangi anlarda kaybolduğumuzu ve hangi anlarda bulduğumuzu gösterir.
Bütün bu karmaşıklığa rağmen, her ruh hali bir fırsattır. Kendimizi dinlemek, içsel dünyamızla barış yapmak, ruhumuzu tazelemek, insan olmanın getirdiği en değerli deneyimlerden biridir. Ne olursa olsun, ruhumuz bir şekilde zaman içerisinde yol alır, iyileşir ve yeniden doğar.
İşte, hepimiz bu yüzden birer zaman yolcusuyuz…
Ve geçmişimizin tozlu raflarından geleceğimizin bilinmeyen ufuklarına uzanan bu yolculukta bize eşlik eden düşlerimiz var.
Evet, her zaman yolcusunun düşlerinde geçmiş ve gelecek birbirine karışır; yolcu bir adım atar, dünyası değişir. Kimi zaman bir çocukluğun masumiyetine dönüş, kimi zaman bir kaybın acısına yolculuk vardır. Her bir düş, zamanın derinliklerinde kaybolmuş bir anıyı, bir umut ışığını ya da kaybedilen bir zamanı yeniden arama çabasıdır.
Hem de oldukça hummalı ama bir o kadar da şifalı bir çabadır bu. Bir zaman yolcusunun düşlerinde eski şehirler yeniden inşa edilir, unutulmuş aşklar yeniden yaşanır. Hem de bu düşlerde zamanın kısıtlamaları yoktur; öyle ki bir saniye bir ömre dönüşebilir.
Bakın burası çok önemli. İnsan, yaradılışı gereği zamanla barış yapmak, eski hatalardan ders almak, geleceğe umut bırakmak ister. Zaman yolcusunun düşlerinde, zaman bir nehir misali akıyor gibi gözükür ama o, zamanın akışkan bir şey olmadığını keşfeder; bir anın derinliklerinde kaybolmuşken kendini diğer bir andaki uzak bir geleceğin huzurlu manzarası önünde bulduğunda.
Yani bir zaman yolcusu, düşlerinde bir yandan geçmişteki “kim” olduğunu ararken diğer taraftan da gelecekteki “kim” olacağını keşfeder.
Çünkü zaman, onun için içsel bir yolculuktur. Zaman, sadece bir zaman dilimi değil, bir ruhtur. Düşler bu ruhun yansımasıdır; her biri, bir anın özüdür. Anı yaşamak, geçmişin yüklerinden arınmak, geleceğin korkularını serbest bırakmak… İşte zaman yolcusunun düşlerinin anahtarı budur.
Ve zaman yolcusunun düşlerinde en nihayetinde, bir gün gelir ve “şimdi”yi bulur. Ne geçmiş ne de gelecek onu daha fazla oyalamaz. O, sadece şu anın içinde bu anın tüm gücüyle var olmanın huzurunu hisseder.
Ve işte “Kalk tazelen ruhum, gülümse yeniye!” diyen bir kitap…
Zaman Yolcusunun Düşleri…
Hayatın yeniliklere, değişime ve taze başlangıçlara ne kadar açık olduğunu hatırlatırken geçmişin sıkıntılarını geride bırakıp, her anın kendimizi yeniden keşfetme, yeniliklere ve güzelliklere kucak açma zamanı olduğu gerçeğiyle ruhumuzu sarıp sarmalayan bir kitap…
“Hayat telaşesi içinde biz, bir ormanın içinde kaybolmuş gibiyiz. Ama unutma, güzel günlere gülümseyerek devam etmek, bize özgürlüğü getirir. Okyanusu hayal etmek, belki de en doğru yoldur.” diyerek bir yandan kendi ruhunu şifalandırırken diğer yandan da; “Sol yanına dokunuyorum yavaşça. Unutma, nereye gidersen git, ben hep buradayım. Seninleyim. Nefes aldıkça. Daima…” diyerek okuyan herkesin gönüllerine dokunan, bir oturuşta okuyabileceğiniz gibi; duygusal ve ruhsal olarak her sıkıştığınızda başvuracağınız bir başucu kitabı, Dilek Tuna Memişoğlu’nun şifalı kaleminden…
***
Herkes için açıp açıp sifalanılacak bir kitap.
Çok da güzel anlatmışsınız.
Değerli Dilek hanımın kalemine ve sizin de yorumunuza sağlık.