DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 03-04-2023 14:57

Macbeth / William Shakespeare

Tamamen kötü bir insan olabilir mi? Bilmiyorum, belki de olabilir. Bazen öyle kişiler görüyoruz ki, büyük bir özgüvenle “Bu kötü bir insan, içinde iyiliğe dair hiçbir şey yok” demiyor muyuz? 

Peki bunun tam tersi de mevcut değil mi? Evet, tanıdığınız bir insan hakkında “tamamen iyi biri, içinde hiç kötülük yok” dediğiniz zamanlar olmuştur herhalde. 

Yine de tam emin olamıyorum aslında, ya hiç bir olay ya da hiç kimse göründüğü gibi değilse! 

Belki de iyi kötüdür, kötü iyidir…

Yirminci yüzyılın en önemli psikiyatristlerinden Carl Gustav Jung da konuya bir anlamda bu noktadan yaklaşır. Jung’a göre her insanın karanlık bir tarafı vardır ve o, insanın ruhundaki bu karanlık tarafa “gölge” ismini koymuştur. Ona göre; gölge, kötülüğe meyilli yüzümüzdür. Toplum tarafından günah diye nitelendirilecek arzuların ve bastırılmış vahşi isteklerimizin toplamıdır. 

Carl Gustav Jung yine der ki; “Ne yazık ki insanın, bir bütün olarak, kendisini hayal ettiğinden ya da olmak istediğinden daha az iyi olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktur. Her insanın içinde taşıdığı gölge, bireyin bilinçli yaşamında ne kadar az somutlaşıyorsa, o kadar karanlık ve yoğun oluyor. Öte yandan, bir insanın saf bir şekilde iyi olabilmesi ve gölgesinden kaçabilmesi de mümkün değildir.”

Çünkü ışığın olduğu yerde gölgenin de mutlaka olacağını düşünen Jung, bu yüzden bir insanın iyi olabilmesinin, içindeki kötülük potansiyelinin de farkında olmasına ve onunla savaşmasına bağlı olduğunu ifade eder. 

Bu farkındalığa erişmek için “Görünüşünüz yalnızca kalpten bakabildiğinizde berraklaşır. Dışarı bakanlar düş kurar, içeri bakanlar uyanış yaşar.” diyerek yol gösteren Jung, “Kişi, ışık figürlerini hayal ederek değil, karanlığı bilinçlendirerek aydınlanır.” diyerek de savaşın nasıl kazanılacağına dair ipuçlarını ortaya serer. Bu anlamda, Carl Gustav Jung’un düşüncelerini öğrenmek ve kitaplarını okumak gerçekten önemli ve gereklidir.

Jung, insan ruhuna dair önemli çalışmalar yapmış ve eserler bırakmıştır ama onun insan ruhundaki gölgelerden bahsetmesinden yaklaşık dört yüzyıl önce, ürkütücü bir gök gürültüsüne eşlik eden yağmurlu ve karanlık bir gecede şimşek çaktığında üç doğaüstü gölgenin çalıların arkasında belirmesiyle başlayan bir hikaye yazılmıştır aynı konuya değinen…

Hikayenin orijinal metninde ne olduklarına dair bir bilgi olmayan; ama onsekizinci yüzyılda basıma verilen metinlerde parantez içerisinde “cadı” olarak belirtilen bu doğaüstü yaratıklar, savaştan dönen bir kahramanı beklemektedir, kendi aralarında konuşurken…

Evet, bu doğaüstü yaratıklar cadı değildir elbette ki. Saçları uzundur ve kadın gibi gözüküyorlardır belki ama sakalları vardı. Ne erkek ne de kadındılar; belki de hem erkek hem kadın… 

İşte buydu William Shakespeare’in dünya edebiyatının en iyilerinden, oyunlarının en çok okunanlarından ve izlenenlerden biri olmasının sebebi… Dünyanın sayılı psikiyatristlerinden olan Carl Gustav Jung’un bahsettiği insan ruhunda var olan gölgeleri, Jung’dan yüzyıllar önce farklı bir versiyonla ifade ederek her insanın karanlığında yer alabilecek doğa üstü yaratıklarla anlatıyordu bu oyununda. Haliyle, gök gürültülü, yağmurlu ve karanlık bir ortamda çalıların arkasında ortaya çıkmışlardı oyunun hemen başında. Çünkü zafer kazanmış bir kahraman girecekti sahneye az sonra. Tam da böyle durumlarda ortaya çıkması muhtemel bu doğaüstü yaratıkları, her insanın içinde yer aldığını gösterebilmek için, hem kadın, hem erkek görünüşlü olarak tanıtıyordu bize William Shakespeare.

Yazdığı bu oyun kitap olarak basılırken “cadı” diye açıklama getirilen bu yaratıkları da mitolojiden esinlenerek yaratmıştı elbette ki. Sıkı Shakespeare okuyucuları bilirler ki, karakterlerini yaratırken mitolojiye başvurmak onun çok sık kullandığı yöntemlerden biridir.

Evet, mitolojide “pay veren” anlamına gelen ve insanlara yaşam paylarını veren “kader” tanrıçaları “Moira”lar vardır. Üç tanedirler; Klatho, Lakhesis ve Atrapos; yani doğum, yaşam (mutluluk, başarı, talihsizlik) ve ölüm. 

Moira’lar, insanlar anne karnına düştüğü andan itibaren onların hayat ipliğini eğdirmeye başlarlar. Klatho’nun örekesine sarılı, Lakhesis’in asasıyla ölçülen hayat ipi, zamanı geldiğinde Atrapos tarafından kesilir. Bu tanrıçalara Zeus bile karışamaz çünkü onlar “kader tanrıçaları”dır.

İşte bu mitolojik kader tanrıçalarının puslu ve karanlık bir ortamda kol gezdiği sırada bir adam belirir sonunda, az ilerde. Yiğit savaşçı Macbeth… 

Kimdi Macbeth? Macbeth, “Mormear” bir babanın oğluydu. Peki “Mormear” ne demek? “Mormear” 1000’li yıllarda o zamanki İskoçya’nın eski Kelt eyaletlerinin başındaki kişilere verilen bir ünvandı. Latince metinlere baktığımızda da, aynı ifadenin “Kont” olarak kullanıldığını görürüz.

Milattan Sonra 1005 yılında Moray “Mormear”i Finlay ve II. Malcom’un da kızı olan eşi Donada’nın oğulları dünyaya gelir ve ismini “Mac Bethad mac Findlaich” koyarlar. Bu isim Keltçe bir isimdir. İlerleyen zamanda tarih bu çoçuğu, isminin ingilizleşmiş hali olan “Macbeth” olarak anacaktır. 

Macbeth, Milattan Sonra 1040 yılında, zamanın kralı I.Duncan’ı savaşta yenerek öldürdü ve kral oldu. Bundan beş yıl sonra da I.Duncan’ın babasını Crinan’ı da savaş alanında yenerek öldürdü. 

Krallığının ilk ondört yılında Macbeth adil bir yönetim gösterdi. Kanunları tartışmasız ve herkese eşit bir şekilde uygulayarak ülkede düzeni sağladı. Ancak 1054 yılından itibaren Northumbria Kontu Siward, aynı zamanda I. Duncan'ın da yeğeni olan oğlu Malcolm Canmore'u tahta çıkarabilmek için Macbeth'e meydan okumaya başlayınca, Macbeth’in öfkesi onun zulmünü açığa çıkardı. Üç yıl sonra, 1057'de yılında, Macbeth, Aberdeenshire'daki Lumphanan Savaşı'nda Malcolm Canmore tarafından öldürüldü.

BBC’nin yaptığı “Dünyanın en büyük dahileri” listesinde Newton’u bile geride bırakarak üst sıralarda yer alan William Shakespeare, yine edebi dehasını kullanarak Macbeth karakterini 1577 yılında basılmış ve İngiltere tarihini İngiltere, İskoçya ve İrlanda olmak üzere üç ciltte kapsamlı bir şekilde anlatan “Holinshed Günlükleri” kitabından bulup çıkararak yarattı.

Şüphesiz William Shakespeare’in oyununa bu karakteri seçmesinin bir sebebi vardı. Macbeth kelime anlamıyla “hayatın oğlu” demekti. İnsana dair sorular sordurmak, düşündürmek için her anlamda ne kadar ideal bir karakter seçimi değil mi?

Macbeth, oyunun başlangıcında kısa bir süre, içsel şehvetine ve karısının düşünsel ve duygusal baskısına direnmeyi becerebilen erdemli bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Hani en başta demiştim ya “Işığın olduğu yerde gölge de mutlaka olur” diye işte o hesap, hızlı bir şekilde ruhunda gölgeler belirmeye başlayan Macbeth, hırs, şiddet, kendinden şüphe duyma ve sürekli artan iç karışıklığının girdabında kaybolmaya başlıyor. 

“Dışarı bakanlar düş kurar, içeri bakanlar uyanış yaşar” demişti, Carl Gustav Jung. Macbeth de düş gücü kuvvetli biridir. Birçok olayı henüz gerçekleşmeden yaşamakta ve o olayların ruhunda yaratacağı duygusal etkinin farkına varmaktadır. “Kişi, ışık figürlerini hayal ederek değil, karanlığı bilinçlendirerek aydınlanır.” da dememiş miydi Jung? İşte içindeki bu ışık ve karanlığın savaşında bilinçli olarak kötülüğü seçen Macbeth, önceki yanlışlarını örtbas etmek için daha çok zulüm yapmaya başlar. Böyle olunca da etrafı, sevgi dostluk ve sadakatten örülmüş bir halka yerine ona sözde saygı gösteren ama aslında nefret eden ve arkasından onu lanetleyen insanlarla çevrili hale gelir. Kaçınılmaz olarak yaşamı gibi ölümü de kanlı olur.

Ve Bayan Macbeth… Bu karakter, güç ve kudreti özümsemiş erkeksi bir ruh olarak karşımıza çıkıyor. Macbeth korkusuzluğun sadece erkeklere ait birşey olduğunu düşünürken, Shakespeare, Macbeth’in bu düşüncesinin doğru olmadığını Bayan Macbeth üzerinden göstermek istiyor sanırım. Yani Shakespeare diyor ki; o dönemlerdeki toplumsal kısıtlamalar onların bu hırslarını kendi başlarına gerçekleştirmelerine izin verseydi eğer, kadınlar da erkekler kadar hırslı ve acımasız olabilirlerdi.

Bayan Macbeth, kocasının tüm itirazlarının önüne geçerek kocasını olağanüstü bir etkililikle yönlendiriyor. Macbeth, öldürme konusunda tereddüt ettiğindeyse bir erkeğin zayıf yönünden vuruyor. Bayan Macbeth, güçlü bir erkek olduğunu kanıtlaması için bu cinayeti işlemesi gerektiğini hissedene kadar tekrar tekrar Macbeth’e erkekliğini sorgulatıyor. Bayan Macbeth’in olağanüstü ince zekası, kralın öldürülmesiyle de devam ediyor. Macbeth cinayeti işledikten sonra onun alt-üst olan sinirlerini sabitleyen de yine Bayan Macbeth oluyor. 

Ruhundaki ışık ve karanlığın savaşında, Bayan Macbeth zaman geçtikçe içindeki karanlığı bilinçlendirmeye başlıyor ve duymaya başladığı suçluluk duygusu onu daha güçlü bir şekilde rahatsız ediyor. Öyle ki, oyunun sonunda, Bayan Macbeth’i görünmez bir kan lekesini umutsuz bir şekilde temizlemeye çalışırken görüyoruz. 

Şimdi haklı olarak Bayan Macbeth “içimizdeki şehvet ve kişisel hırsı tetikleyen şeytani bir duyguyu  temsil eder gibi” diye düşüneceksiniz. “Erkek Ortaçağ” diye adlandırılan yıllarda da kadınlar hakkında bu tarz yorumlar yapılıyor ve hatta kadınlar üzerinden “şifacı”lara “cadı, büyücü” gibi olumsuz anlamlar yükleniliyordu.

William Shakespeare bu oyunuyla ortaçağ düşünce sistemine eleştirel bir yaklaşım getirerek, kader tanrıçalarından esinlendiği mitolojik kardeşler olan “Üç cadı” karakterini uzun saçlı, kadın görünümlü ama sakallı olarak tasvir ederek adeta cinsiyetsizleştiriyor. Carl Gustav Jung’un ortaya attığı “gölge” kavramını yani insan ruhunun içindeki ışık ve karanlığın savaşını Macbeth ve Bayan Macbeth özelinde zıt açılardan anlatarak insan olmanın kaderi bu belki de diyor William Shakespeare.

Diğer tüm oyunlarında olduğu gibi, bu oyununda da, William Shakespeare’in karakter yaratmada kullandığı bir diğer yöntem, her biri için özgün bir dil ve konuşma tarzı oluşturması. Macbeth oyunu bu açıdan yine olağanüstü. 

Her oyununun kurgusunu oluştururken yaptığı gibi yine kendisinden önce yazılmış bir eseri kendince yorumlayan William Shakespeare, bu oyununa da “Holinshed Günlükleri”ndeki bir hikayeyi esas alıyor. Yararlandığı hikayede yer alan İskoçya-Danimarka savaşının İskoçya-Norveç savaşına dönüştürülmesi oyunun ilk temsilinin Danimarka kralının huzurunda yapılacak olmasından ötürü olduğu düşünebilir belki. 

Ayrıca “Holinshed Günlükleri”nin güçsüz beceriksiz kralı Duncan, Shakespeare’de Tanrının kutsadığı ideal hükümdara dönüşüyor. Aynı şekilde, Holinshed’de, Macbeth, Duncan ı öldürüp ilk on-onbeş yıl boyunca iyi bir kral olarak tanınırken, William Shakespeare’in Macbeth’i, tahtı gasp ettiği gibi ilk haftalardan itibaren despot bir kral olarak karşımıza çıkıyor. 

Diğer oyunlarından da biliyoruz ki, antik dünyaya oldukça ilgi duyan bir yazar William Shakespeare.  Nitekim, Kelt mitolojisinin bazı kavramlarına, Meryem Ana’ya, eski Roma dünyasında yaşanan birkaç önemli olaya ve Julius Sezar’a oyunun satır aralarında rastlamak mümkün. 

Yarattığı karakterler, tartıştığı temalar ve dil kullanımındaki ustalığı kadar insanın ruh hallerini ele alış biçimi, siyah ve beyaz gibi kesin yargılardan kaçınması, kesin çözümler yerine okuyuculara veya bu oyunu izleyenlere soru sorarak düşünmeye itmesiyle kendisinden sonra gelecek nesillerin türlü psikolojik ve sosyolojik yaklaşımlarının habercisi olan bu edebiyat dahisinin eserleri uzun yıllar hayranlıkla okunmaya devam edilecektir.

Evet, Macbeth yaptığı kötülüklerle İskoçyanın gündüzünü geceye çevirir. Bakın burası çok önemli; “Hep akşam başlayıp gece boyunca süren olaylarla ve diyaloglarla ilerleyen oyun ancak son sahnelerde, iyiler ve kötüler arasındaki savaş iyilerin zaferiyle sonuçlandığında gün ışığına ulaşır.”

Aynı şey insanlar için de geçerli değil midir? İçimizdeki iyi ile kötünün savaşını iyi kazanınca mutlu ve hayatın güzelliklerini yaşayacağımız aydınlık ve güneşli günlere ulaşmaz mıyız? 

Sadece geçmişin ve geleceğin değil, tüm zamanların en büyük edebi dehalarından biri William Shakespeare. 

Teşekkürler ve selam olsun sana üstat!!

***

Yazıyı sesli dinlemek için görsele tıklayın...

 

 

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA