DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 12-01-2024 13:03

Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen

Herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde…

- Bazen, olmayınca olmuyor. Yani, iki dünyayı ne kadar bir araya getirmek istesen de, bazen bazı parçalar yerine oturmuyor… Sen, gerçekten çok daha iyisine layıksın…
- Yalvarırım, mahvetme bizi lütfen…
- Karşılıklı olmadığı sürece bir anlamı yok. Hoşça kal…

Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda…

- Bizden olmaz artık, biz birlikte yapamayız.
- Ben, senden asla vazgeçmeyeceğim.
- Ama ben vazgeçtim. Seni çoktan bıraktım. Hoşça kal…

Ah ayrılık, yaman ayrılık…

Hayatın içinde hep var ve ansızın ortaya çıkıp kırık kalpler durağına bırakıveriyor insanı…

Bu kez, 19. yüzyıl sonlarında, Norveç’te…
Nora: Artık seni sevmiyorum.! Hoşça kal! Çat! (şiddetli bir kapı çarpması).
Torvald: … (Kapıyı çarparak evden ayrılan sekiz yıllık eşinin arkasından bakakaldı.)

İşte buyrun, bir ayrılık daha…

Oysa, eşi onun “tarla kuşuydu”, “sincabıydı”. Bugüne kadar her şeyi onun adına düşünmüştü, “makaron” yemesini bile yasaklamıştı eşinin; dişleri çürümesin diye… Mutlu olduklarını zannediyordu ve şimdi anlayamıyordu olan biteni…

Eşinden tek beklediği; sadece evde oturması, evi silip süpürmesi, çamaşırlarını yıkaması, çocuklarını büyütmesi ve yetiştirmesiydi. Kendi önemli işlerinden vakit kalırsa, eşiyle az çok vakit geçirmeye çalışıyordu işte, daha ne yapacaktı ki? Çok mu şey istemişti eşinden?

Her şey yalan mıydı? Ya da oyun muydu?

Ve ilk perde başlar…

Sahnede, o evli bir çift… 19. yüzyılın ideal evliliğini yaşayan Nora ve Torvald…

Torvald, kendisine iğneleyici sözler söylediğinde bile ona hep sevgiyle karşılık veren bir eş, çocuklarıyla oldukça ilgili bir anne Nora…

Torvald ise, bir erkeğin evlilikteki rolünün “eşini korumak ve ona rehberlik etmek olduğu” inancını benimsemiş, kendi önemli işlerinden vakit kalırsa eğer, eşiyle ve çocuklarıyla ilgilenen geleneksel bir koca ve baba… Torvald için diğer insanların kendisi hakkındaki algıları, söyledikleri ve toplumdaki kendi konumu, son derece önemli…

Nora, evi ve evliliği, hatta kendi davranışlarıyla ilgili hiç söz sahibi ve özgürlüğü olmamasına rağmen,  hayatından oldukça mutlu gözükmekte…

Nitekim, Nora’nın uzun bir süre sonra yeniden gördüğü yakın arkadaşı Kristin Linde’ye; “Şimdi hiç sıkıntım yok. Allah’ım, düşünmesi bile harika Kristin; sıkıntısız olabilmek, neredeyse sıkıntısız bir şekilde çocuklarla oynayabilmek, evi güzel tutmak, her şeyi Torvald’ın sevdiği gibi yapmak.” diyerek yaptığı mutluluğunun tarifi, 19. yüzyıl evli kadının mutluluk anlayışının en açık ifadelerinden biri, sanırım.

Nora’nın yakın arkadaşı Kristin Linde ise, Nora'nın “oyuncak bebek” olmayı fazla umursamayan kişiliğine ciddi bir tezat oluşturan bir kadın... “El bebek, gül bebek” bir yaşamı olmamış o güne kadar… Annesi ve küçük kardeşlerine maddi yardımda bulunabilmek için duygularından vazgeçip, beş parasız sevgilisini bırakarak sevmediği halde zengin bir adamla evlenmiş. Ancak, kocasının mali durumu bozulunca da, onunla birlikte sabahlara kadar çalışmış ve para kazanması için eşine yardım etmiş. Sonunda Bayan Linde, çalışarak kendisinin de para kazanabileceğini ve kendi kendine yeten bir kadın olabileceğini de öğrenmiş bir kadın…

Kristen Linde’nin parasız olduğu için terk ettiği sevgilisi ise, Krogstad… Bu oyundaki kötü adam gibi gözükse de, aslında çok da kötü karakterli biri değil. Borç verdiği Nora’nın parasını geri alabilmek için Nora’ya şantaj yapsa da, intihar edeceğini ima etmesi üzerine, Nora’yı bu kararından vazgeçiriyor. Krogstad, Nora’nın yaptığı “imza sahteciliğini” daha önceden yapmış ve cezasını çekmiş olsa da, toplum tarafından geçmişinin ötesine geçmesine izin verilmemiş bir adam… Sahteciliği de, Kristen’in onu parasız olduğu için terk etmesini gerekçe göstererek yaptığını söylüyor.

Ve, Anne-Marie… Nora'ya gerçek bir sevgi besleyen bir kadın ve onun çocukların dadısı… Zamanında Nora'nın babasının teklif ettiği hemşirelik işini kabul edebilmek için kendi kızından vazgeçmek zorunda kalmış biri... Bu yönüyle, ekonomik zorunluluk nedeniyle kendi mutluluğunu feda eden Bayan Linde gibi…

Yani anlayacağınız bu oyunda, neredeyse tüm karakterler, o dönemin toplumsal hayatının ve ahlak kurallarının getirdiği baskılar yüzünden birer kurban gibi; ama Henrik İbsen, 1879 yılında yazdığı “Nora, Bir Bebek Evi” adındaki bu oyunuyla sadece kadınların toplumun içindeki kurban rolüne değinmiyor elbette ki…

Ebeveyn ve evlat yükümlülüklerine değiniyor, mesela…

Torvald; “Neredeyse tüm genç suçluların, yalancı anneleri var” derken, kişinin ahlaki karakterini ebeveynlerinin belirlediğini ve Nora'nın aldatmacasını öğrendikten sonra, onları yozlaştıracağı korkusuyla çocuklarıyla etkileşime girmesine izin vermemesine dikkat çekerken, çocukların da ebeveynlerini korumakla yükümlü olduğunu öne sürüyor. Nora bu zorunluluğun farkında ama bunu görmezden geliyor ve hasta babası yerine hasta eşiyle birlikte olmayı ve onun için kendini feda etmeyi seçiyor. Bayan Linde ise Krogstad'la birlikte olma hayallerinden vazgeçiyor ve hasta annesine bakmak için yıllarca emek veriyor. İbsen her iki kadının da kararı hakkında yargıda bulunmuyor oyununda ancak ailevi yükümlülüklerin karmaşıklığını ve karşılıklı doğasını göstermek için çocuğun “ebeveynine olan borcu” fikrini kullanıyor.

Mesela, cinsiyet rollerinin kısıtlayıcı doğasına vurgu yapıyor…

O dönemde kadınların evlenmeleri, çocuk sahibi olmaları ve evde kalıp çocuklarına ve eşlerine bakmaları bekleniyordu. Kadınların kendileri için para kazanma fırsatları çok azdı ve ihtiyaçlarını karşılamak için eşlerine veya babalarına güvenmek zorundaydılar. Nora’nın hayatı boyunca hiçbir şey yapamamasının nedeni;  önce babasının, sonra kocası Torvald’ın toplumsal beklentileri ona dayatmasıydı.

Hileye, aldatmacalara vurgu yapıyor mesela…

Bir aldatmacayı, bir yalanı sürdürmek için, kişinin gerçek benliğini bir maskenin altına saklamaya istekli olması gerektiğini ve gerçeği gizleme konusunda ne kadar çaresiz olursa, maskenin kalıcı olma olasılığını da o kadar artacağını Nora üzerinden ortaya koydu.

Mesela, toplumdaki kişilerin göründükleri gibi olamayabileceklerini ortaya koyuyor…

Torvald sinirlendiğinde Nora için “Sadece rahatını düşünen, aptal bir kız" dese de, aslında Nora, hiç de öyle biri değil; zeki, hırslı ve cesur bir kadın… Torvald hastalandığında ve iyileşmesi için sıcak iklimin olduğu bir yere götürülmesi gerektiğinde paraları yokken, eşinin sağlığını korumak için gizlice Bay Krogstad’dan senet karşılığı aldığı borçla ilgili mali ayrıntılarını anlaması onun ne derecede zeki olduğunu, borcunu ödemek için yıllarca verdiği gizli emek onun azalmayan hırsını, Torvald'ın sağlığını güvence altına almak için o günlerde vefat eden babasının imzasını taklit ederek, dönemin kanunlarını çiğnemeye istekli olması da onun cesaretini gösteriyordu.

Nora ve Thorvald üzerinden ideal evlilik kavramını tartışmaya açıyor, mesela…

“Anlamıyorsun! Ben de, seni hiç anlamamışım, ta ki bu geceye kadar… Şimdi bütün hesapları kapatacağız. Sekiz yıldır evliyiz ve ilk defa ciddi bir şey konuşuyor olmamız sana tuhaf gelmiyor mu? Önce babam, sonra sen! Siz, beni gerçekten sevmediniz ki… Sevdiğinize inandınız, bununla da siz mutlu oldunuz. Babamın evindeyken, o bana her konuda fikrini söylerdi, ben de onun fikirlerini kabul ederdim. Başka türlü bir şey düşünmeye kalktığımda da sesimi çıkarmazdım. Çünkü bu, onun hiç hoşuna gitmezdi. Bana; ‘bebeğim’ derdi. Tıpkı, benim bebeklerimle oynadığım gibi o da benimle oynardı. Sonra, senin evine geldiğimde de, ben babamın avuçlarından seninkilere düştüm. Sen herşeyi kendi zevkine göre ayarladın, ben de senin zevklerini kabul ettim ya da öyleymiş gibi yaptım. Şimdi düşününce, bir dilenci gibi senin avucuna baktığımı görüyorum. Sırf seni mutlu etmek için oynayarak yaşamışım. Ama bunu isteyen sendin. Ben çok büyük haksızlığa uğradım. Şu hayatta hiçbir şey olmadıysam suç sizin… Hayır bu evde mutlu olmadım. Mutlu olduğumu sandım ama asla mutlu olmadım. Sadece neşeliydim. Sen bana hep çok iyi, çok nazik davrandın. Fakat hayatımız asla bir evcilik oyunundan öteye geçmedi. Ben senin oyuncak karın oldum, tıpkı babamın oyuncak kızı olduğum gibi… Yeri geldiğinde çocuklarım da benim oyuncaklarım oldular. Sen gelip burada benimle oynadığında bunun çok eğlenceli olduğunu düşündün, benim çocuklarımın ben onlarla oynadığımda bunun eğlenceli olduğunu düşündükleri gibi… Işte, evliliğimiz buydu Torvald!

Artık seni sevmiyorum!”

Kapı çarpılır, kadın artık evin dışındadır. Torvald, kısa bir tereddütün ardından dışarı çıkar.

-Nora! Nora!

Hava oldukça soğuktur, sessizlik hakimdir. Hava henüz aydınlanmamıştır ve gökyüzünde ay yoktur.

Ve son perde iner.

Ah, Torvald… Toplumsal beklentilerin uygulayıcısı olma rolünden açıkça keyif alsa da, eşini tam olarak sevemeyeceğinin farkında değildi çünkü onu gerçekten bir insan olarak görmüyordu ve sonunda da Nora’yı kaybetmişti.

İbsen bu oyunu yazdığında, oyun daha sahnelenmeden kitabı satış rekorları kırdı. Daha sonrasında bu oyun ile ilgili sadece İskandinav ülkelerinde değil, tüm Avrupa’da yoğun tartışmalar yaşandı, hatta zamanın Almanya’sındaki otoriteler oyunun sonunun değiştirilmesini istediler. İbsen oyuna alternatif bir son yazdı ama bu son, sonradan rağbet görmeyince zamanla unutuldu.

Henrik İbsen, Kierkegaard hayranıydı ve tıpkı onun gibi, insanın bir “oluş” olduğunun farkındaydı. İnsanlar tarafından oluşturulan ahlak yasalarının yeniden belirlenmesine ön ayak olmak istiyordu ve yaşadığı ataerkil topluma meydan okudu, yazdıklarıyla…

Yani, “Nora, Bir Bebek Evi” oyunuyla din, ahlak ve tutucu toplum kurallarının estetiği olan idealist sanat anlayışı ile hümanist gerçekçilik arasında kültürel bir savaş başlatmış oldu ve bu oyun, İbsen’in uluslararası alanda ün kazanmasına yol açtı.

Birçok dile çevrilen oyun, ülkemizde de ilk kez 1942 yılında ilk kez kitap olarak yayımlandı ve 1965 yılında Devlet Tiyatroları’nca ilk kez sahnelendi.

Birçok Avrupa ülkesinde, İbsen’i eleştiren makaleler yayımlandı. Örneğin, Oslo’nun önemli gazetelerinden birinde; “Toplumun ilahi bir yaratıcılığa ve din ile toplum tarafından iyi ve güzel olarak belirlenenlere bağlı kalınmasına ihtiyacı vardır. ‘Nora, Bir Bebek Evi’nin en bariz hatası, uzlaşmadan yoksun olmasıdır. Bu haliyle üzerimizde sıkıntılı bir ruh hali bırakan bu eserin derin bir çirkinlik barındırdığını söylemek durumundayız.” diye yazdı.

Danimarka’daki önemli bir gazetedeyse; “Bu oyunda hayatımız, her gün içinde olduğumuz günlük hayatımız, sahne üzerine konup yargılanıyor. Kadının özgürleşmesi konusunda bu kadar cesur ve güçlü bir söylemi olan başka bir dramatik veya daha poetik bir eserle karşılaşmadık.” diye yazıldı.

O yıllarda, John Paulsen adındaki Norveçli bir eleştirmen, Münih'teki Cafe Luitpold'da Henrik İbsen'le karşılaşınca herkesin merak ettiği soruyu sormuştu; “Nora, Bir Bebek Evi” adlı oyununuzda bize, Nora Helmer'in evlilik şartlarına nasıl isyan ettiğini gösteriyorsunuz. Eşi Torvald Helmer örnek bir kocadır ve Nora’yı içtenlikle sever ama bir gün Nora, onun bu sevgisinin bir adamın köpeğine duyduğu sevgiden pek de farklı olmadığını anlar. Kısacası Nora, danışılacak ve saygı duyulacak bir hayat arkadaşı değil, yalnızca boş zamanlarda okşanacak bir oyuncak… Nora bunu öğrendiğinde kıyafetlerini toplayıp kocasını ve üç çocuğunu geride bırakarak evden ayrılır. Şimdi bilmek istediğim şu; Gerçekten geri dönecek mi?”

Bir süre sessiz kalan İbsen, şu şekilde cevap verdi; "Tanrı bilir! Bana gelince, sadece tahmin edebilirim. Belki de, ahlaki anarşiye sürüklenip başıboş bir sirk kadını haline gelir. Belki de tam tersine, bir sonraki adımda çocukları için evini özler ve istediği şartlarla Torvald'a geri döner. Ne olacağını bilmediğimden eminim. Bir oyun yazarının işi, yalnızca soruyu sormaktır. Sorduğum soruların cevabını, herkes kendisi versin."

Kadının, evlilikteki anne ve eş rolleri üzerine başlattığı düşünsel fırtına kısa sürede tüm dünyayı etkiledi. Evet, evlilik, iki kişilik bir yolculuktu… Denge istiyordu, emek istiyordu, paylaşım istiyordu. Yollar hep düz olmuyordu. Virajlarda dikkat, yokuşlarda kuvvet, inişlerde sabır gerekiyordu!

Henrik İbsen, aydınlanma çağı yaşamakta olan Avrupa için güçlü bir rehberdi… Aslında sadece Avrupa için değil, tüm insanlık için önemli bir filozof yazardı.

Öylesine parlaktı ki İbsen’in Avrupa’da yaktığı meşalenin ışığı, Orta Doğu’dan da görüldü kısa sürede…

“Yeryüzüne birlikte geldiniz ve sonsuza dek birlikte yaşayacaksınız,
Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte olacaksınız,
Tanrı'nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız,
Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun,
Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda,
Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın,
Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun sevgi
Birbirinizin kadehini onunla doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin,
Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın,
Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte, ama ikinizin de birer yalnız olduğunu unutmayın,
Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı, ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır,
Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın,
Çünkü ancak hayatın elidir yüreklerinizi saklayacak olan,
Hep yan yana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın,
Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır,
Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez....”

Halil Cibran, “Evlilik” isimli bu şiiriyle adeta Henrik İbsen’i selamlar gibiydi…

Gerçekten de, 21. yüzyıldan da, bizden de selam olsun İbsen’e.

Teşekkürler üstat!

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA