Işıkların dünyamıza yolculuğu ben diyeyim Yaradan’ın antik dünya insanı desin Jüpiter’in güçlü nefesiyle başlayıp güneşin parlak ışıkları üzerinden gezegenimize vurduğunda küçük bir çiçeğin açmasıyla doğmuştur sevgi...
Bu çiçeğe baktığımızda ondan aldığımız ışık yansımasının gözlerimizden girip aklımızda yarattığı algılamanın kalbimizdeki niteliksel halidir sarı dediğimiz renk…
Sarının çağırdığı diğer sıcak renklerin zihnimizde dans etmesiyle kalbin ritmi hızlanınca sevginin kavalyesi olan aşk, kırmızı, pembe ve sarının dansıyla görüş açımızdadır artık. Kimbilir, sevgi ve aşk; belki de o hiçbir zaman yanılmayan yaşlı kızılderilinin bahsettiği güneş danslarının en görkemlisidir bu yüzden. Kişiye hiçbir zaman alamayacağı kararları aldırır, içine girdiği gözleri diğer renklere kör eder. Fedakarlık, vazgeçme, alma, kendini çaresiz hissetme, kendimize karşı en dürüst olma halidir. Bize birşey almanın ve birşey vermenin kutsal dengesini kurabilmeyi öğretir içimize girdiğinde…
Yaşadığımız hayatın anlamı mutluluksa; mutluluğun kaynağı sevgi ve aşksa; sevgi ve aşk sonsuz gerçekse; sonsuz gerçek inanılan tüm tanrıların ve Yaradan’ın ilahi gücünün manifestosuysa; tabiatın türlü renklerle dolu güzellikleri ruhlarımızın ilham kaynağıysa eğer kendimizi okyanusun maviliklerinde, filizlenen bir ağacın yeşil tomurcuğunda veya özgürce uçan bir kuşun kanatlarında bulmamız mümkündür çoğu zaman…
Tarih boyunca inanılan tüm tanrıların ve Yaradan’ın bize bahşettiği erdemlerin yansımasıdır gündüzlerin yakıcı güneş ışığıyla veya gecelerin parlak ayışığıyla kendi kişisel aynalarımızda gördüklerimiz…
Işık sadece bir parlaklık,
Hayat sadece mutluluk,
Mutluluk sadece sevgi ve aşk,
Sevgi ve aşk bir rüya;
Işığın rüyası,
Güneşin rüyası,
Ayın rüyası,
Görüş açımızın rüyası,
Hislerin rüyası,
Hayallerin rüyası,
İçinde bulunduğumuz an’ın rüyası,
Geleceğin rüyası…
Peki ya biz? Tabiatın sonsuzluğu içerisinde sevginin, aşkın sesleriyiz sadece. Kimi zaman bir fısıltı, kimi zaman sessizlik, kimi zaman haykırış ama hep melodik hep anlamlı…