DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 24-06-2023 17:26

Othello / William Shakespeare

Yazılı ve görsel medyada çok sık karşılaştığımız manşetlerden birisidir kıskançlık… 

Kimi zaman kıskançlıktan cinnet geçirenlerin kendilerine veya sevdiklerine verdiği zararlar, kimi zaman da magazin dünyasında kıskançlık yüzünden biten ilişkilerle ilgili haberler bolca karşımıza çıkar. Yazmaya çok da elim gitmiyor;  ama en kötüsü ise kıskançlık cinayetleridir ki, içimizi sızlatır bu haberler... 

Peki hiç düşündünüz mü kıskançlık üzerine? Nedir kıskançlık? Bir insan neden kıskanır? Yalnızca seven insan mı kıskanır? Ya da kıskanç olmayan insan var mıdır? Bir insanın en yakınındakileri kıskanması doğal mıdır? İnsanlar başkalarının başarısını neden kıskanır? Başarıyı kıskanmak insanları motive eder mi? 

Biraz üzerinde düşününce, bu sorular büyük bir kararlılıkla hemen aklımıza geldiğine göre, kıskançlığı iki kategoriye ayırabiliriz sanırım.

 -    Bir insanın başka bir insanın durumunu kıskanıyor olma hali
 -    Kadın erkek ilişkilerindeki kıskanma hali

Uzmanlara göre kıskançlık, gücünü öfke ve kaybetme korkusu gibi duygulardan alan içimizdeki bir diğer duygu. Bence de öyle... İçgüdüsel bir duygu, diğer tüm duygular gibi... İnsan varoluşunun işleyiş mekanizmalarından biri… Yani, doğduğumuz andan son nefesimize kadar içimizde hep var. 

İçine doğduğu toplumun öğreteceği düşünsel ve davranışsal kalıplardan henüz haberi olmayan küçük bir bebeğin kıskançlık gösterdiğine hiç rastlamadınız mı? Bebekken, çocukken veyahut yetişkinken kıskançlık duygusu hep içimizde bir yerlerde ve kendisini tetikleyecek uyarıcıları bekliyor. 

Şimdi belki karşı çıkanlarınız, aynı görüşte olmayanlarınız olacak;  “Ben olgun biriyim, hiç kıskanmam” diyeceksiniz. Aslında siz de haklısınız ama burada dikkat etmeniz gereken küçük bir nüans var. Olgun insan kıskanmayan insan değildir. Olgun insan, kıskandığının farkında olan, neyi, neden kıskanabileceğini bilen insandır. İnsanlar yaş aldıkça, hayatın ona öğrettikleriyle olgunlaştıkça duyguları da olgunlaşır ve kıskandığı şeyler, herşeyden önemlisi kıskanmanın şekli değişir. Artık kendinle ilgili şeyler için kıskanmaya başlarsın, bir eksikliğini keşfetmişsindir çünkü… Yeterince olgunluğa erişmişsen de, öfke olmayacaktır hissettiğin; kıskanmanın gölgesi gibi beliren o duygunun içinde… Işte bunun adı da “imrenme”dir. 

Diğer bir ifade ile olgun insan, kıskanma duygusunun ve kendisinin nasıl bir insan olmak istediğinin farkındadır ve o kıskanma duygusu ile öyle bir ilişki kurmuştur ki, “Önceden kıskanıyordum ama şimdi imreniyorum” diyebilendir. 

Şimdi gelelim kıskançlığın kadın erkek ilişkisi içinde olma haline... Eşini kıskanma, birisinin durumunu ya da sahip olduklarını kıskanma haline göre oldukça tehlikeli bir kıskançlık hali… Hem duygusal, hem de fiziksel olarak yaralayıcı; hatta zaman zaman öldürücü bir özelliğe sahip virüs gibi birşey. 

Çözümü yok mu, var elbette. Çözüm yine kendi içimizde; kaybetme korkusu, öfke, kıskançlık gibi zayıflık anlarından beslenen duygularla kuracağımız ilişkide… 

Öncelikle şunu unutmamamız gerekir ki, Allah herkesi insan olarak yaratır. Hepimiz yalnız doğar, insan olarak yaşar ve yalnız ölürüz. Hayatımız boyunca eşimizle, sevdiğimizle insan insana bir ilişki içerisinde yaşamamız gerekir. Bu yüzden hayatımızı paylaşmayı tercih ettiğimiz kişiyle, kadın erkek ilişkisinden ziyade insan insana bir ilişki gerekir. Biliyorum, bu çok zor, diyeceksiniz şimdi… Haksız da değilsiniz aslında… Bize öğretilmiş kalıplara göre, kadın veya erkek olmaya göre yaşanıyor pek çok ilişki… Öğrenilmiş kalıplar kıskanmayı gerektiriyorsa kıskanıyoruz. Sonuç olarak da birbirimizi giderek yalnızlaştırıyoruz. Diğer bir ifade ile, içine doğduğumuz kültür, bütün düşünme programlarını, önyargı kalıplarını bize yüklemiş ve bizim herhangi bir katkımız beklenmemekte. Yalnış anlamayın bu durum dünya üzerindeki pek çok kültürde aynı.  

Mesela “Othello Sendromu”nu duydunuz mu? Othello Sendromu, psikayatride kıskançlığın en ölümcül ve hastalıklı hali... Bu öylesine bir kıskançlık değil. Herhangi bir kanıt olmaksızın partnerini kendi kafasındaki kurguya dayanarak kıskanan; hem kendisine, hem de sevdiğine hayatı zehir edenlerin yaşadığı bir sendrom…

Ve bu sendrom adını, William Shakespeare’in “Othello” oyunundan esinlenerek almış. Othello, cinsel kıskançlık ve bir adamın karısını çok seven başka bir erkeği, karısının ona sadakatsizlik yapmadığı halde onun sadakatsiz olduğunu herkese nasıl ikna edebileceğini konu alan bir oyun. İngiliz şair ve oyun yazarı William Shakespeare bu oyunu dört yüz yılı aşkın bir süre önce yazdığına göre, anlaşılan o ki, kıskançlık o zamanlarda İngiliz toplumunda da önemli bir konuymuş. 

William Shakespeare, insanın içindeki zıtlıklarla ilgilenen ve bunu oyunlarında büyük bir başarı ile gözler önüne seren büyük bir düşünce adamı ve edebiyat üstadı… Tabi ki de onun bu edebi tavrında yaşadığı dönemin de etkisi var. William Shakespeare, Rönesans döneminde doğup Barok döneminde ölmüş (1564-1616) biri.

“Barok” kelimesi Portekizce’de “düzgün, muntazam olmayan inci” anlamına gelen “Barraco” sözcüğünden türetilerek, sanat tarihinde Rönesans ve Klasikçilik arasında sıkışmış olan, yaklaşık olarak 1600-1750 yılları arasında geçen bir döneme adını veren sanatsal bir harekettir. 

Barok, genel olarak simetriye karşı asimetriyi, geometrik biçimlere karşı eğrisel biçimleri, durağanlığa karşı hareketi ön plana çıkarmıştır. Rönesans’taki düz karşılık, Barok’ta yerini girinti çıkıntı, cephelerde  dalgalanmalara bırakmıştır. Barok üslubu, Klasik dönemin sağlam, açık ve kesin hatlı formlarının gevşemesi ve biçimlerin bir kompozisyon içinde erimesi ve birbirleriyle kaynaşmasıdır. 

Barok akımı, sanatın her alanını olduğu gibi tiyatroyu da etkilemiştir. Barok çağ boyunca tiyatro, fikirlerin, komedi ve dramatik unsurların, olay örgülerinin ve karakterlerin artan karmaşıklığını yansıtmaya başlamıştır. Bu tiyatro biçimi, tipik olarak neo-klasisizm ve aydınlanma çağı ile ilişkilendirilen unsurlardan ve yönlerden yoksundu. Oyunların temaları, dine daha az, insanlığın etkileşimlerine veya keşiflerine daha fazla odaklandı. 

Bu dönemden önce kilise, oyunların çoğunu din öğretilerini geliştirmek için yönlendirirdi. Yapımlar ayrıca halkı uygun sosyal davranışlar konusunda bilgilendirirdi. Ancak, Amerika'nın keşfi ve teknolojik gelişmelerle birlikte oyun yazarları daha çok insanın başarılarına odaklanmaya başladılar. Tüm dünyayı kendi sahneleri olarak görmeye başladılar ve kilisenin inançlarından ziyade kişisel inançlarına göre oyunlar yazdılar. Barok dönem, dünyanın en saygın oyun yazarlarından bazılarını yetiştirdi ve modern tiyatronun temeli oldu. İşte William Shakespeare de bu yazarlardan biriydi. 

William Shakespeare, Othello’yu 1603 yılında yazdı ve bu oyun ilk kez 1604 yılında sarayda oynandı. Her zaman olduğu gibi Shakespeare, Othello’yu yazarken de daha önceki tarihlerde yazılmış bir öyküden esinlendi. Bu, Cinthio’nun “Hecatomithli” isimli kitabında yer alan bir öyküydü.

Ancak tabi ki de, Shakespeare’ın Othello’su Cinthio’nun öyküsünden belli açılardan farklıdır. Shakespeare'in açılış sahneleri onun trajedisine özgüdür, karakterlerin çoğu farklıdır, kurgu farklıdır ve Cinthio'dan en çarpıcı farkı, kahramanının ölüm şeklidir. 

William Shakespeare, bu oyunundaki karakterlerini Barok özelliklere uygun olarak yaratmış ve oyununu farklı kurgulamıştır. 

Othello'nun en önemli sözlerinden biri “Mağripli”'dir. Şu anda bu kelime, Kuzey Afrika'da yaşayan Arap kökenli insanları ifade ediyor ancak bu oyunun yazıldığı zamanlarda, “Mağripli” daha geniş bir anlamda kullanılıyordu ve “beyaz olmayan kişi” ifadesine eşdeğerdi.

Othello, “Mağripli”dir. Bunun nedeni hem karakterin ten renginin koyuluğuna vurgu,  hem ırkçılığa bir gönderme, hem de insanın içindeki kötülüğe yenildiğinde saflığını yitirip nasıl siyahlaşacağına dair subliminal bir mesaj bana göre. 

Anlayacağınız William Shakespeare bu oyununda da renklerle anlatımı kullanmaya devam etmiştir. Örneğin, beyaz mendil oyunun önemli bir ahlaki objesidir. Mendil,  beyazlığı ile kirlenmemişliğin, iyi ahlakın ve temiz, saf aşkın sembolüdür. Melekler kadar beyaz tenli Desdomona için Othello’nun aşkının ifadesidir, bu mendil…

Oyun, insanın içindeki karanlık düşünceler ve onların tetiklediği duygularla ilgileniyor olduğundan olsa gerek, sahneler hep gece vaktinde geçer. 

Nedir bu karanlık düşünce ve duygu temaları?

Birincisi “Önyargı”… 

Othello'da sergilenen en belirgin önyargı biçimi, ırksal önyargıdır. Daha ilk sahnede Roderigo ve Iago, Othello'yu açıkça ırkçı terimlerle aşağılarlar ve onun için "Berberi atı" ve "kalın dudaklı" gibi yakıştırmalar yaparlar. Başka bir deyişle, Othello'yu yalnızca beyaz Venedik toplumunun dışında biri olarak değil, aynı zamanda daha az insan ve dolayısıyla daha az saygıyı hak eden biri olarak tanımlamaya çalışmak için ırkçı bir dil kullanırlar. Oyun ilerledikçe, Othello'nun kendisi de bu önyargıyı içselleştirmiş gibi görünür. Hatta birkaç kez kendisini benzer şekilde aşağılayıcı ırksal terimlerle tanımlar. Ve Desdemona'nın sözde sadakatsizliği yüzünden onurunu ve erkekliğini kaybettiğine inandığında da, kısa sürede beyaz tenli Venediklilerin onu olmakla suçladığı türden bir hayvan ya da deyim yerindeyse bir canavara dönüşür.

Othello'da sergilenen tek önyargı ırksal önyargı değil. Oyundaki birçok karakter, öncelikle kadınların cinsellikleriyle ilgili dürüstlüğüne veya sahtekarlığına odaklanan kadın düşmanlığı veya kadın nefreti sergiliyorlar. Tüm bu durumlarda önyargı sergileyen bu karakterler, onları korkutan başka bir kişi veya grubu kontrol etmeye ve tanımlamaya çalışır. Başka bir deyişle önyargı, içerideki ve dışarıdakileri belirlemek ve kendinizi baskın grubun içine yerleştirmek için bir tür strateji işlevi görür. 

Şöyle sakin kafayla bir düşünün; içlerimizdeki önyargılar, bizi insan olmaktan nasıl da uzaklaştırabilir değil mi?

İkincisi “Görünen ve Gerçek”… 

Bu oyununda Shakespeare, güvenilmez gerçeklik fikriyle çeşitli şekillerde oynuyor ve gerçek gibi görünenin aslında göründüğü gibi olmayabileceğini sürekli olarak vurguluyor. Örneğin Iago, Othello'ya karşı planını geliştirirken sahne içinde sahneler yaratıyor. İki karakteri karşılaştırıyor ve üçüncüsünü seyirci konumuna getiriyor. Örneğin, Othello'nun Cassio ve Desdemona'nın konuşmasını izlemesini ve Othello'nun Cassio ile Bianca hakkında konuşmasını izlemesini sağlıyor. Her durumda Iago, Othello'yu manipüle ediyor ve böylece Othello, gerçekte olup bitenlerin gerçekliğini değil, Iago'nun görmesini istediği görünümü görür. Bu şekilde, Iago bir tür "yönetmen" oluyor, hatta birçok yerde kendi kendine konuşmasıyla seyirciye ya da okuyucuya doğrudan hitap ediyor. 

Önyargıların da etkisiyle bazen zihnimiz bize ilüzyonlar oynar tıpkı Iago gibi… Tabi bazen duyduğumuz, öğrendiğimiz yanlış, taraflı veya eksik bilgilerin de bunda etkisi vardır ama “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir” önermesini her zaman aklımızın bir köşesine yazmalıyız belki de… 

Üçüncüsü “Erkeklik ve Onur”… 

Oyun boyunca çeşitli erkek figürleri, erkekliklerini ve onurlarını ortaya koymaya ve korumaya çalışırlar. Askeri kahramanlıklar erkeklerin onurlarını inşa etme yollarından biri olsa da, savaş dışında erkeklerin onurlarını tanımlamalarının birincil yolu, kadınlarının sadakatini emretme yetenekleridir. Yani bir erkek için, hayatındaki kadının kontrolünü kaybetmek, onu insan yapan her şeyi kaybetmektir. 

Doğru. “Erkeklik ve Onur” her erkek için hassas bir konudur ama işte burada hiç kimsenin duygusal ve fiziksel sahibi veya kölesi olmamız gerektiği bilincine ulaşmak gerekiyor. Herkes birer özgür ruha sahip olmalı. 

Dördüncüsü “Kadınlık ve Cinsellik”… 

Bu oyuna iki zıt kadınlık imgesi hakim: Desdemona'nın cisimleştirdiği erdemli ve sadık kadın ya da “Madonna” ve diğer yanda da bir dereceye kadar Bianca tarafından somutlaştırılan fahişe… barok tezatlığı işte; “Bianca” kelime anlamıyla beyaz demek… O yüzden hemen kafanız karışmasın; çünkü oyun ilerledikçe, kadınları tanımlamanın bu iki farklı yolunun aslında gerçek kadınlar için geçerli olmadığı anlaşılır. 

Örneğin, Desdemona sık sık diğer insanların önünde Othello'ya olan bağlılığını anlatır ve onu çok derinden sevmesine rağmen bir dereceye kadar erdemli eş rolünü oynadığının altını çizer. Derken, Iago'nun karısı Emilia, Madonna ile fahişe arasındaki basit sözleşmeyi karmaşık hale getirir; başlangıçta, kocasını memnun etmek ister ve bunu, Desdemona'nın uzun süredir hasretini çektiğini bildiği mendilini çalarak yapar. Yine de tamamen sadık değildir ve hatta bir sahnede Desdemona'ya kendisi de dahil birçok kadının belirli koşullar altında kocalarını aldatacağına inandığını söyler. Ve son olarak, Desdemona'nın erdemini savunarak ve bu süreçte kocasının suçlarını ifşa ederek kendi bağımsız erdemini kanıtlar. 

Buraya kadar oyunda hakim beş temadan dördüne değindik. Önyargı, görünen ve gerçeklik, erkeklik ve onur, kadınlık ve cinsellik… Evet sanırım beşinci tema için herşey hazır…

Othello oyununda işlenen beşinci ve son tema “Kıskançlık”… 

Iago, kıskançlıktan "yeşil gözlü canavar" olarak söz eder. Bu metafordan da anlaşılacağı gibi kıskançlık, görünüş ve gerçeklik temasıyla yakından ilişkilidir. Örneğin, bir noktada Othello, Iago'dan Desdemona'nın sadakatsizliğinin "görünür bir şekilde yani gözle kanıtlanmasını" ister ve gerçeği görmeyi talep eder. Ancak Iago bunun yerine, kıskançlığı tarafından tüketilmekte olan Othello'nun "göz kanıtı" yerine kabul ettiği mendilin ikinci dereceden kanıt olmasını sağlar. Othello'nun kıskançlığı, gerçeklik ile görünüş arasında ayrım yapma yeteneğini engeller. Oyundaki önyargılı karakterler, Othello'yu ırkına göre bir hayvan ya da canavar olarak aşağılarken, Othello'nun erkekliği ve onuru onu anlaşılır bir şekilde konuşma yeteneğinden yoksun bırakan sara krizlerine girerek canavara benzer hale getirir.

Kıskançlık ve kıskanmanın bir insanı insan olmak nasıl uzaklaştırabileceği herhalde bundan daha iyi anlatılamazdı. 

“Öpmüştüm seni öldürmeden önce…
Öyle olacak yine…
Öldürüyorum kendimi can vermek için öpüşünde…”

diyor oyunun sonunda Othello… Aslında çok anlamlıdır bu sözleri... Gerçek aşkı anlatır gibidir. Sevenler  karşılıklı olarak tüm sıfatlardan kurtulmuş olarak en saf hallerinde insan olarak sevmelidirler birbirlerini.  Kendin için değil,  o olduğu için sevmelisin. Böyle ulaşılır sevginin en gerçeğine…

Gerçek aşk sahiden de böyledir. Sevdiğimizi kendimizden dahi koruma dürtüsü barındırır içinde. Çünkü gerçekten seven, benim olsun değil, bensiz de olsa iyi olsun diyebilen o insandır. 

Olur mu canım, böyle aşk, böyle insan var mıdır, demeyin. Allah insanı öyle bir yaratmış ki, duygularımızla kendimize bir müfredat oluşturabiliriz. Yeter ki, duygularımızın ve insan olduğumuzun ve sevdiğimizin de insan olduğunun farkında olalım. Ne kıskançlık, ne öfke, ne de korkunun sesini duyarız böylelikle... 

Yüreğimizi  geliştirmeden egomuzu geliştirirsek belki toplumun istediği başarılı bir insan oluruz ama gittikçe yalnızlaşırız. Kesinlikle yüreğimizi geliştirelim. Yüreğimizi besleyecek insanları bulalım. Dostlukları bulalım. Eminim ki, bu arayış bizim rehberiniz olacak ve bir gün mutlaka gerçekten sevip sevileceğiz, belki de çoktan sevildik, seviliyoruz. 

Ne dedi oyunda Iago? “Bedenimiz bahçemizdir, irademiz de bahçıvandır. Bahçende kaktüs de yetiştirebilirsin, türlü türlü çiçekler de yetişterebilirsin.”  Yani bağımsızsın, seçim yapmak senin elinde diyor Iago… 

Othello, Desdomona, Iago, Emilia, Roderigo, Cassio ve diğerleri, selam olsun size!

En çok da, tüm bu karakterleri yaratarak ışığıyla sevgi yolunu aydınlatan William Shakespeare’e selam olsun!

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA