DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 30-12-2023 16:18

Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald

Yan evde oturan yakışıklı, çapkın milyoner…

Adını herkesin bildiği; ama kimsenin yüzünü görmediği o adam…

Kim o adam? “Muhteşem Gatsby” diyorlar ona; ama kim bu Gatsby?

Neden muhteşem? İllüzyon mu, yoksa gerçekten var mı böyle biri?

Birden hastalık ve sıhhat haricinde, erkekler arasında ne zeka, ne de ırk olarak çok fazla bir fark bulunmadığı geldi aklıma…

Bir de, New York yakınındaki “Long Island” yarımadasında hayali “West Egg” ve “East Egg” kasabalarında geçince Gatsby’nin 1920’lerdeki hikayesi…

Tamam, anladım; hem illüzyon hem de gerçek bir kişi kendisi…

1920’lerde yaşamış böyle bir adamı, yine aynı yıllarda yaşamış yirminci yüzyıl Amerikan Edebiyatının en önemli yazarlarından Francis Scott Fitzgerald’dan başkası bu kadar iyi anlatamazdı herhalde…

Neden mi?

1896 yılında, İrlanda asıllı bir anne ve İngiliz asıllı bir babanın oğlu olarak doğan, I. Dünya Savaşı zamanında büyüyen ve ilk romanı ile bir anda ünlü bir yazar haline gelen  Francis Scott Fitzgerald, ne yazık ki bu şöhrete kendisini kaptırınca, önce sağlığı bozulur sonra zamanla şöhretini kaybeder ve en sonunda da, genç yaşta hayata küskün bir şekilde dünyaya gözlerini yumar.

Francis Scott Fitzgerald deyince onunla ilgili ilk akla gelen şeylerden bir tanesi, kendi yaşadığı dönemin gençliğine “kayıp kuşak” adını vermesi…

Neden mi böyle düşünmüş? Anlatayım, hak vereceksiniz ona…

Francis Scott Fitzgerald’ın yaşadığı yıllarda, yani I.Dünya Savaşı sonrasında, Amerika Birleşik Devletleri toplumsal olarak büyük bir dönüşüm geçirmekteydi.

Örneğin, Afrika, Amerika ve Batı müziği tekniklerinin harmanlanmasıyla 1917 yılında New Orleans kentinde farklı bir müzik türü ortaya çıkmıştı. Bu bir tesadüf değildi. New Orleans, birçok kültürün iç içe olduğu bir liman kenti olduğunda, farklılıkların filizlenebileceği kültürel bir ortam sağlıyordu. Kişinin kendi ifade tarzıyla çalma veya şarkı söylemesindeki serbestliğiyle, Afrika geleneklerinden türetilen ve ağırlıklı olarak bas gitar, piyano ve saksafonla icra edilen bu yeni müzik türüne “caz” dendi. Kısa süre içerisinde de caz, tüm duyguları tetiklemesiyle ve çoğu zaman da dinleyende dans etme isteğini uyandırmasıyla büyük ilgi çeken bir müzik türü oldu.

Caz müziğinin icra edildiği mekanlar ise oldukça ilginçti ve tamamen o dönemki toplumun ruh haliyle ilişkiliydi.

1920 yılından 1933 yılına kadar, Amerika Birleşik Devletleri’nde alkollü içeceklerin üretimi, ithalatı, nakliyesi ve satışı ülke çapında yasaktı. Ancak 1920 yılından başlayarak bu yasak çiğnenmeye başlandı. Organize suç çeteleri birçok şehrin bira ve likör tedarikinin kontrolünü ele geçirerek, her yerde gangsterler türemesine yol açtı. Bu durum, Amerika Birleşik Devletleri’ni şok edici bir suç dalgasına maruz bıraktı.

Halk arasında yayılan söylentilerle neredeyse her yerde bu suç örgütleri ve yaşattıkları konuşulur olmuştu. Ama gelin görün ki, halkın vakit geçirmek için seçtiği mekanlar  alkol içip rahatlayabilecekleri veya sohbet edebilecekleri yerlerdi. İşte bu içkili yerlerde caz, yasa dışı ortama ve yaşanan olaylara uyum sağlamak için kültürlerarası bir müzik türü olarak çalınıyordu.

Toplumun önemli kısmı bu şekilde hayatlar yaşarken, bir kısım insan da, I.Dünya Savaşı sonrasında hızlıca zenginleşmişti. Hatta, toplumun içindeki bu uçurum öylesine derinleşti ki, tüm insanların yaşam, özgürlük ve mutluluğu arama hakkıyla eşit yaratıldığını ilan eden bağımsızlık bildirgesine dayandırılarak 1931 yılında James Trulow Adams tarafından “Sosyal sınıf veya doğum koşulları ne olursa olsun hayat herkes için daha zengin ve iyi olmalı, herkese yetenek ve başarıya göre fırsatlar sunulmalıdır.” fikri ortaya atıldı. Hemen sonrasında da, bu fikri savunan “Amerikan Rüyası” adında bir düşünce ortaya çıkmış olsa da, toplum içindeki ekonomik adaletsizliğin daha da derinleşmesiyle bu düşünce tatlı bir rüya olmaktan öteye gidemedi.

Francis Scott Fitzgerald, toplumun yaşam biçimlerine alışmaya çalışan bireylerin yaşamlarına ithafen bu dönemi; “Caz dönemi”, dönemin gençlerini de “kayıp kuşak” olarak adlandırdı.

Nitekim, o ruh haliyle kağıdı kalemi eline alan Francis Scott Fitzgerald, I.Dünya Savaşı sonrasında hızla zenginleşen Amerika Birleşik Devletleri toplumunda yaşanan dönüşümü ele aldığı “Muhteşem Gatsby” romanını 1925 yılında yayımladı.

Bu roman; zenginlik, aşırılık, gösteriş ve beraberinde gelen değerler çöküşünün toplumsal güncesi gibidir. Roman, Gatsby karakteri üzerinden o dönemin abartılı gösterişini ve şaşaasını eleştirir. Romanın adında yer alan “muhteşem” kelimesinin kast ettiği; “kalitesizliğin ihtişamıdır” ya da “büyük hayallerin altındaki kofluğun, yozlaşmanın ihtişamıdır” da diyebiliriz. Birçok kez sinema ve tiyatroya uyarlanan bu roman, yirminci yüzyıl Amerikan edebiyatının da en önemli kitaplarından biri olarak kabul edilir.

Francis Scott Fitzgerald, hayatı boyunca dört roman, dört kısa öykü derlemesi ve çeşitli dergilerde yayımlanan 164 kısa öykü yazmıştır. 1920'lerde ilk romanı ile ün kazanması ve geçici bir servet elde etmesine rağmen, Fitzgerald asıl ününü, genç yaştaki ölümünden sonra “Muhteşem Gatsby” kitabı ile kazanmıştır.

Kitabın adı “Muhteşem Gatsby” ve muhteşem kelimesi burada alaycı bir anlamla kullanılmış belki ama Francis Scott Fitzgerald’ın yazım tarzı ve anlatım şekli, “muhteşem” kelimesinin hakkını sonuna kadar veriyor.

Kelimeleriyle adeta illüzyon yaratan Francis Scott Fitzgerald, okuyanı bir anda bu dünyanın içine alıyor.

New York yakınlarındaki Long Island yarımadasının bulunduğu körfezin karşılıklı iki kıyısında, iki farklı kasaba; West Egg ve East Egg…

East Egg kasabası, doğuştan zengin ve sosyetik sınıfın yaşadığı; West Egg kasabasıysa, East Egg’deki sosyetelere göre sonradan ve yasal olmayan yollarla zengin olanların oturduğu, East Egg kadar saygın kabul edilmemesi gereken bir bölgedir.

Silah kaçakçılığı ve mafyanın ortaya çıkıp yükseldiği 1922 yılında, Nick Carraway, Yale Üniversitesi mezunu olmasına rağmen tezgahtarlık yapan eski bir askerdir. Long Island’da Jay Gatsby’in görkemli evinin yanındaki mütevazi evinde yaşamaktadır.

Asıl adı James Gatz olan Jay Gatsby ise, evinde sıra dışı partiler veren, parasının kaynağı büyük bir muamma olan ve bu yüzden hakkında bir çok spekülasyon üretilen birisidir. Gatsby, karakter olarak da hem romantik hem de huzursuz ve aşık olduğu kadına saplantı derecesinde bağlı olan bir adamdır.

Jay Gatsby’nin saplantılı aşkı olan bu kadın ise, Nick’in kuzeni ve aynı zamanda yakışıklı, zengin ve bir o kadar da kibirli Tom Buchanan’ın karısı, Daisy’dir.

Beş yıl kadar önce, Gatsby fakir bir genç iken Daisy ve Gatsby sevgilidirler ve Gatsby, askere gidip bir süre ortalıktan kaybolunca, Daisy zengin Tom ile evlenmiştir. Ah, bu kadınlar!

Her neyse, hikayenin geçtiği zamanlarda Nick Carraway ve Jay Gatsby West Egg kasabasında yaşarken, Tom Buchanan ve karısı Daisy East Egg kasabasında yaşamaktadırlar.

Bir gün Nick, Gatsby’nin partilerinden birine katılır ve orada Gatsby ile tanışır. Para pul bakımından zengin biri de olsa, Gatsby’nin asıl amacı eski sevgilisi Daisy’in sevgisini tekrar kazanmaktır. Bu yüzden de, Nick’ten yardım ister. Nick’in davetiyle Gatsby ve Daisy, Nick’in evinde karşılaşır ve birbirlerini yeniden gördüklerine çok mutlu olurlar ve küllenmiş aşkları yeniden alev alır.

Daha sonraki günlerden birinde Nick, Gatsby, Tom, Daisy ve Jordan Baker hep birlikte Tom ve Gatsby’nin arabalarıyla New York gezisine çıkarlar. Tom, Gatsby’nin arabasının ihtişamından çok rahatsız olur ve Gatsby’i kıskanmaya başlar. Öte yandan, Tom’un da evli olduğu halde metresi vardır ve kadın da, araba tamircisi Wilson’un karısı Mrytle’dır. Hem Tom hem de Wilson, eşlerinin kendilerini aldattıklarını hissetmektedirler. Üstelik Tom da eşini aldatmaktadır. Ne hoş bir yaşam!!

New York’ta bir otel odasındayken Gatsby, herkesin önünde Daisy’den Tom’u sevmediğini itiraf etmesini ister. Fakat Daisy bunu yapamaz. Ah bu kadınlar! Ah, bu erkekler! Gatsby Tom’a kaybetmiştir. Bu duruma çok üzülen Gatsby artık amacına ulaşamayacağını anlar.

O gece Tom, ilginç bir şekilde, Gatsby’den Daisy’i evine götürmesini ister. Tam da, Wilson’un garajının önünden geçerlerken, kocası tarafından eve kapatılan araba tamircisinin karısı Mrtyle, evinden kaçmayı başararak süratle yola fırlar. Bu olayın gerçekleştiği yer romanda önemli bir metafor olan Kül Vadisi’dir. Kül Vadisi, işçi sınıfı tarafından tasvir edilen Amerika’nın ahlaki ve sosyal çürümesini sembolize eden bir metafordur ki, hızla gelen otomobil yola atlayan Mrtyle’ı ezer ve durmaksızın olay yerinden uzaklaşıp gözden kaybolur. Kaza anında o otomobilin direksiyonunda Daisy vardır. Fakat olay açığa çıkacak olursa, Gatsby bu kazayı üstlenmeye karar verir.

Daha sonra olay yerine gelen Tom, Mrtyle’in cesedinin yanındaki acılı eş Wilson’un kulağına birşeyler fısıldar. Bunun üzerine Wilson, Gatsby’nin evine gider, onu vurur ve sonra da kendisi intihar eder. Cenazeye sadece Nick ve Gatsby’nin babası katılır.

Tom ile Daisy ise, bu olaylardan sonra yolculuğa çıkarlar. Aylar sonra Tom, Wilson’un kulağına; “Karısını ezenin Daisy olmadığını, Gatsby olduğunu” söylediğini itiraf eder. Yani Tom, Wilson’u kandırmıştır. Nick bu itiraf duyulmasından sonra, hem Tom’dan hem de Daisy’den nefret etmeye başlar.

Ve Gatsby’nin evine uzaktan son kez bakar Nick ve yüzyıllar önce Hollandalı denizcilerin burayı ilk keşfettiklerinde karaya uzaktan nasıl baktıklarını düşünür. Belki Gatsby de tıpkı onlar gibi büyük bir umutla bakmıştır ufka… Fakat şimdi, bu düş ve umutlar, çoktan gerilerde kalmış, orada kurulan o kasabaların arkasındaki engin karanlıkta kaybolmuştur.

Bu roman yüz yıl önce yazılmasına rağmen hala yaşadığımız hayatlar da böyle değil mi zaten? Bir yandan kendi gerçeklerimizi yaşarken diğer yandan da, illüzyon dolu hayatlar yaşamıyor muyuz?

Muhteşem! olan sadece Gatsby mi yoksa tüm kadınlar ve erkekler mi? Kayıp olan sadece bir kuşak mı yoksa kaybolmakta olan insanlık mı?

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA