DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 19-08-2022 00:24

Selvi Boylum Al Yazmalım

Sahi, aşk neydi? Neydi bu kelimenin anlamı?

“Aşk”, Arapçada “Sarmaşık”, “Yar” ise uçurum demekti aynı dilde. Maşuk, yani aşık olunan kişi, çoğu zaman uçsuz bucaksız bir uçuruma düşürür aşığını. Ama aşık yine de ona bağlanır. Tıpkı bir sarmaşık gibi…

Peki ya diğer dillerde? Proto Hint-Avrupa dilinde “Sahiplenilen” ya da “Arzu edilen” anlamına gelen “Leubh”kelimesiyle etimolojik yolculuğuna başlayan aşk, aşkla neredeyse kökleri kadar yakından bağlantılı olan ve “libido” kelimesinin de atası olan “libet” haline gelip zamanla “Lubet” kelimesine evrilerek Latince’ye giriş yaptı. Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bu kelime Germen’e yayıldı ve buradaki yolculuğunda da “Lubo, Liube, Liebe ve Lob” şeklinde dört forma evrildi. Bir süre sonra eski ingilizceye “Lufu” olarak geçen bu kelime bugünkü aşk kelimesine dönüşene kadar ağızdan ağıza dolandı ve sonunda da “Love” olarak bu dilde yerini aldı.

Dünya üzerindeki yaygın diller içerisinde “Leubh”dan başlayan etimolojik yolculuğunda “Love”a ulaşıncaya kadar ne kadar az değişime uğramış bir kelime değil mi? Belki bu kelime de aşka aşıktır da ondandır. Ya da belki de bir sarmaşık gibi kökenine bağlı kalmıştır.

Etimolojik yolculuğu bu şekilde olan ve yüzyıllardır filozofların üzerinde düşünüp çözümlemeye çalıştığı aşk; şiirlerde, oyunlarda, şarkılarda, filmlerde ve kitaplarda kendisine hep yer bulmuştur. Örneğin, eski Yunan tarih yazımının babası sayılan Herodot “Aşk kainatın mimarıdır” derken batıdan, Şems-i Tebrizi “Sevmeyene karınca yük, sevene filler karınca; dağı bile taşır insan aşık olup, inanınca.” şeklinde coşkulu bir karşılık vermiştir doğudan. Rönesansın ardından gelen yüzyıllar boyunca da sayısız filozofun, yazarın, şairin söyleyecek bir sözü olmuştur aşk hakkında.

Bizim de söylediklerimiz olmuştur; çocukluğumuzda ya da gençliğimizde kalbimizi hızlandırana aşk demişizdir hepimiz, yetişkin hallerimizi çocuksulaştırana da… Hem şikayet eder hem de vazgeçemeyiz aşktan değil mi? “Aşk gitmekle kalmak arasında verdiğin en büyük savaştır. Sevmeyenin aklı sevenin kalbi kazanır bu savaşı” diyen Nazım Hikmet ya da “Aşk bir kelime değil bir cümledir. Kurmak için özne ile yüklem değil iki yürek gerekir” diyen Can Yücel ne kadar haklı değil mi?

Peki ama sevgi neydi?

Aşk insanın psikolojisine ve yaşanmışlıklara göre zamanın akışında azalabilecek bir tutkuyken, sevgi aşkın sonsuzluğudur. Sevgi, etrafına baktığında herşeyi kendinde görmek ve kendini herşeyin içinde görmenin adıdır. Birine senden çok onun ihtiyacı olan birşeyi vermen nasıl bir lütufsa, ondan çok senin ihtiyacın olan birşeyi ona vermendir sevgi; bencil olmamak, fedakarlık, kayıtsız şartsız güvenmek, özlemektir sevileni yokluğunda. Sevgi emektir, iyiliktir.

İnsanlık tarihi boyunca sevgi de, aşk gibi üzerine çok düşünülen bir kavram olmuş ve birçok filozof, şair ve yazar sevgiye dair sözleriyle gönüllere dokunmuşlardır. Mesela, Halil Cibran başyapıtı olan “Ermiş” kitabında “Sevgi birşey istemez tamamlanmaktan başka..” dizeleriyle sevginin bir gününü anlattığı şiirini gecenin sonunda sevilenin sevgisinde olabilmeye dair şükran duasının huzuruyla bitirir.

Kırgız bozkırlarından dünyaya salınmış edebi bir nida olup sevgiyi aşkı her zaman en güzel cümlelerle kalplerimizde yankılandıran Cengiz Aytmatov da, 1958 yılında yazdığı “Cemile” kitabıyla 20.yüzyılın en önemli şiir akımı olan Sürrealizmin kurucularından Louis Aragon’un ifadesiyle “dünyanın en güzel aşk hikayesi”ni anlatır.

Yıllar içinde yazdıkları ile sevginin her türlüsünü anlatmaya devam eder Cengiz Aytmatov. 1970 yılında yayımladığı Beyaz Gemi romanınında, annesi babası tarafından küçük yaşta dedesi ve ninesinin yanına bırakılan isimsiz bir çocuğun babasına duyduğu özlem, baba sevgisinin en güzel tariflerinden biridir. Dede Mümin, çocuğun hayatındaki baba figürünün boşluğunu doldurabilir mi ya da ne ölçüde doldurur gibi soruların cevaplarını okuyucusuna bırakan Cengiz Aytmatov, bu kitabını yayımladığı 1970 yılında benzer bir temalı yeni bir hikaye daha yazar. “Kırmızı Eşarp”tır bu hikayenin ismi.

Berthold Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi”ne de ilham veren eski bir Çin masalına, o dönem tesadüfen tanıştığı bir kamyon şöforünün anlattığı kendi hayatına dair bir hikayenin etkisiyle biraz daha farklı bir açıdan yaklaşır Cengiz Aytmatov.

Bu Çin masalında, bir oğlu bir de kızı olan yoksul dul bir kadın vardır. Birgün zengin ve evli bir adam bu kadının genç kızını görür ve ilk karısından çocuğu olmadığı için bu genç kızı ikinci eş olarak alır. Bir yıl sonra genç kız, bir erkek çocuk doğurur. Elbette ki bu durumdan zengin adamın ilk eşi hoşnut olmamıştır. Eve yeni gelen bu genç kızın doğurduğu çocukla kendisinin miras haklarının elinden aldığını düşündükçe ilk eşin kini giderek büyümekte ve tehlikeli bir öfkeye dönüşmektedir. Kontrolsüz öfkeyle önce zengin kocasını zehirleyerek öldürür ve sonra da suçu genç kadının üzerine atar. Hatta bununla da kalmaz küçük çocuğun kendisine ait olduğunu iddia eder.

Hal böyle olunca, konu yargılama evine düşer. Hakim her iki tarafı da dinleyip ortaya tebeşirle bir daire çizdirdikten sonra erkek çocuğunu dairenin ortasına oturtur. Ardından da çoçuğu kolundan çekip kim daha önce önüne alırsa onun haklı olacağını söyler. Üç kez tekrarlattığı çekiştirmeyi her defasında ilk eş kazanır çünkü genç kadın, çoçuğu çekiştirmek için çaba göstermemektedir. Bunun üzerine hakim, genç kadına neden çocuğu kendi tarafına çekmek için hiçbirşey yapmadığını sorar. Eğer çekiştirirse çok küçük olmasından dolayı çocuğun incineceğini ve çocuğa duyduğu sevgiden dolayı ona kötülük yapamayacağı cevabını alır genç kadından. Artık hakim, gerçek annenin kim olduğunu anlamıştır ve genç kadına hem oğlunu hem zengin adamın tüm miras haklarını verir.

İşte bu masaldan yola çıkan Cengiz Aytmatov, kamyon şöforünün oğlu küçük Samet’i adeta tebeşir dairesinin ortasına koyup biyolojik baba ile kendisine emek vererek yetiştiren adamdan hangisinin çocuğun gerçek anlamda babası olduğunu sorgulamaya başlar. Bunu yaparken de öyle bir metinsel altyapı kurgular ki sevgi, hikayesinin başkahramanı olur ve pekçok yerde nesnelleşerek kelimelerde can bulan eşyanın tasvirine dönüşür. Emek verilmeyen hiçbirşeyin kutsallığının ve saygınlığının olmadığı gerçeğinin altını çizen bu kitap diyalektik materyalizmin sevgiyi tarifinin son noktası gibidir adeta.

Bu kitap, 1975 yılında “Kırmızı Eşarp” adıyla Türkçeye çevrilerek raflardaki yerini aldıktan sonra 1977 yılında Türk sinemasının divası Türkan Şoray tarafından yapımcı ve yönetmen Atıf Yılmaz’a önerilir. Ali Özgentürk’ün senaryosunda Türkan Şoray, Kadir İnanır ve Ahmet Mekin’in harika performanslarıyla Türk sinema tarihinin en iyi aşk filmlerinden biri olan “Selvi Boylum Al Yazmalım” filmi ortaya çıkar. Atıf Yılmaz’ın bu filmi, Asya, İlyas, Cemşit ve küçük Samet’iyle, Cahit Berkay’ın efsanevi müziğiyle ve “Sevgi neydi? Sevgi emekti” repliğiyle tam anlamıyla kült bir film haline gelir.

Filmin bu başarısından sonra “Kırmızı Eşarp” olan bu kitabın ismi “Selvi Boylum Al Yazmalım”a dönüşür. Bu isim değişikliği, film kitabın önüne geçmiş gibi yanıltıcı bir algı oluşturmasın çünkü kitap ve filmde önemli ayrışma noktaları olmasına rağmen her ikisi de birbirinden güzel. Okurken de izlerken de sevginin sıcaklığı aynı derecede içimizi ısıtıyor.

Kitap şu an elimde ve avucumda sıcaklığını hissediyorum sanki. Hem yüreği elimde atıyor gibi hem de seninim al götür beni okumaya der gibi bakıyor bana...

Anladığınız üzere, bu yazıyı yazmadan önce “Selvi Boylum Al Yazmalım” filmini tekrar izledim. Şimdi de, yeniden bir kez daha okumak istiyorum bu kitabı ama bu kez Cahit Berkay’ın “Selvi Boylum Al Yazmalım”ının elektrosaz tınılarını fon müziği yaparak…

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA