DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 10-09-2022 17:18

Romeo ve Juliet / William Shakespeare

Hayatlarımızın koşuşturmaları içerisinde gerek iş gerekse özel hayatlarımızdaki sıkıntılar ve kaygılar sebebiyle, zihinlerimizde türlü ruh halleriyle prangalanan düşüncelerle duygusal bir akıntıya kapılıp oradan oraya savruluyoruz hepimiz.

Mutluluğun ısıttığı huzurun can verdiği kıyılara ulaşıp ruhsal ve duygusal olarak güvenli kalabilmeyi istiyoruz ama çoğu zaman duygusal kırılmalar yaşıyoruz prangalı düşüncelerimizin bize hissettirdiklerinden ötürü. Ama insanoğlu öyle muhteşem bir varlık ki hemen etki tepkiyi doğuruyor ve hayatlarımızın bizi boğmasına izin vermemek adına hayal kuruyoruz düşüncelerimizi serbest bırakıp onların istedikleri yöne uçmalarına izin vererek. Çünkü hayal kurmak hem umudu besliyor hem de ruha güç veriyor tıpkı aşk gibi…

Madem hayal kurmak ve aşka geldi konu, ben de hayal kurmaya dair sınırsız özgürlüğümü kullanarak düşünsel bir şölen hayal edip beş altı dakikalığına sizi sihirli bir dünyaya götürmek istiyorum. Gelin bana eşlik edin, birlikte gidelim görkemli bir dut ağacının altına kurulmuş sahne üzerindeki tarih boyunca iz bırakmış filozof, yazar ve şairlerden birkaçı konuşmacı olarak oturduğu masanın yanına. Kalabalık mı kalabalık, her yer insan dolu. Konu aşk olunca duyan gelmiş sanırım. Sadece konuşmacılar değil, izleyicilerin arasında da tanıdık simalar var.

Az sonra yaşayacaklarımın heyecanıyla yerimi aldım izleyicilerin arasında. Aman Allah’ım!! benim yanıma da eski Yunan’ın en önemli tarih anlatıcılarından Herodot geldi şu an izleyici olarak oturmaya. Yarı şaşkınlık yarı hayranlık içinde onunla selamlaştıktan sonra kendimi toparlayıp hemen sordum ona, neden bir dut ağacının altı bu şölen için seçilmiş sizce diye. 

"Evlat, bir zamanlar birbirine aşık iki genç vardı” diye başladı anlatmaya; “Kızın adı Tispe, delikanlının ki ise Piremus idi. Bu gençler komşu evlerde oturuyorlardı. Birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine aşıktılar. Fakat aileleri görüşmelerini istemiyor, birbirlerine uygun olmadıklarını düşünüyorlardı. Bir gece ormandaki bir ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe ağaca Piremus’dan önce vardığında, avını yeni yemiş ağzından kanlar akan kocaman bir aslanla karşı karşıya geldi. Korkarak bir mağaraya doğru koşarken boynundaki eşarbını düşürdü. Biraz sonra Piremus ağacın yanına geldiğinde aslanın ağzında kanlarla sevgilisi Tispe’nin eşarbını parçaladığını gördü ve aslanın Tispe’yi öldürerek yediğini zannetti. Tispe’siz yaşayamayacağını düşündüğünden, belinden çıkardığı hançerini göğsüne saplayarak oracıkta canına kıydı. Tispe ise ilk andaki korkusu geçtiğinde aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar verdi ve yeniden ağacın yanına gelip Piremus’un bir elinde hançer diğerinde eşarbını tutmuş yerde yatan cansız vücudunu gördü. Piremus onun öldüğünü düşünmüş ve üzüntüsünden kendi canına kıymıştı. O an Tispe de hiç düşünmeden hançeri alıp göğsüne saplayınca Piremus’un cansız bedeninin üstüne yığıldı. Tüm bu olayları gökyüzünden izleyen tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve genç çiftin cansız bedenlerinin üstünde duran ağacı bu aşka adadılar. Piremus’un kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe’nin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler. O günden beri bu ağacın meyvesi olan dutun çıkmayan lekesini, yani Premius’un kanının lekesini, yine bu ağacının yaprakları, yani Tispe’nin gözyaşları temizler. Dene bak evlat, göreceksin dut lekesini sadece dut ağacı yaprağının çıkardığını..”

Anladım şimdi bu şöleninin neden dut ağacının altında yapıldığını, ne kadar anlamlı diye düşünürken moderatör koltuğunda oturan Plato’nun sesiyle irkildim, evet şölen başlıyordu.

Plato “Yunan mitolojisine göre ilk insanlar 4 kol, 4 bacak ve iki yüzlü bir kafa ile yaratılmıştır. İnsanların güçlerinden korkan Zeus, onları iki ayrı parçaya böldü ve hayatlarını diğer yarılarını aramak için harcamaya mahkum etti. Aşk basitçe, bütün olma arzusunun ve arayışının adıdır.” diyerek açılışı yaptı.

Hemen Aristo söz alıp “Gerçek aşk iki bedende bir ruhtur.” diyerek üstadını onayladı. Sofokles “Hayatın ağırlığını ve acısını bir tek sözcük unutturur bize; Aşk!” diyerek araya girdikten sonra yanımda oturan Herodot heyecanla ayağa kalkıp “Aşk kainatın mimarıdır” dediğinde kendimi artık iyice antik Yunan forumunda gibi hissetmeye başladım.

Antik Yunan filozofları sazı eline aldı iyice nerede varoluşçular derken Jean Paul Sartre “Aşk, iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba, çünkü insan kendi bilincine mahkumdur” demesin mi? Herkes sustu bir anda.

Tat kaçıran bu sessizliği doğunun Lao Tszu’sunun “Birisini yürekten sevmek güç verir. birisi tarafından yürekten sevilmek cesaret verir.” sözleri bozdu. Voltaire de ortamı iyice yumuşatmak istercesine “Aşk bir tablodur. Onu doğa çizmiş ve hayat süslemiştir” dediğinde coşkuyla ayağa fırlayan Victor Hugo “Kainatın ufalıp bir varlıktan ibaret kalması, o tek varlığın yeniden büyüyüp Tanrı’ya erişmesi; işte aşk budur” diyerek konuyu ilahi boyuta taşırken söz alan Montaigne “Aşk dediğimiz şey, arzulanan bir varlıkta bulacağımız tada susamaktan başka birşey değildir” dedi. Hemen yanıbaşında oturan Nietzche ona bakıp “İnsan arzularını sever arzuladıklarını değil” şeklinde homurdanarak yapacağını yaptı yine. O sırada yerinden fırlayan bir Türk, masaya doğru yaklaşıp “Aşk bir sudur, iç iç kudur” diye bağırdığında herkes kahkahalara boğuldu. Gerçekten müthiş espri yeteneği olan bir milletiz. Kahkahaların hafiflettiği zihinleri, birkaç dakika sonra James Joyce’un “Aşk, aşka aşık olmaya aşıktır” sözleri yeniden kendine getirdi.

Tüm bu olanları gülümseyen gözleri ile mavi mavi izleyen Nazım Hikmet, söz sırası kendisine geldiğinde “Aşk bazen gitmekle kalmak arasında verdiğin en büyük savaştır. Sevmeyenin aklı sevenin kalbi kazanır bu savaşı” dediği sırada insanın içine işleyen curanın sesi yankılanmaya başladı kalabalığın içinde.

Aman Allahım ne gün oluyor! Cahit Berkay, Selvi Boylum Al Yazmalım’ın tınılarıyla en içimize dokunurken Asya “Sevgi neydi? Sevgi, emekti” diyerek kalabalığın içinden masaya doğru yürüyordu Cemşit ve küçük Samet’le birlikte. İlyas da yaşlı gözlerle arkalarından onları takip ediyordu tabi ki.

Can Yücel, İlyas’a buğulu gözlere bakıp sigarasından derin bir nefes çektikten sonra “Aşk kelime değil bir cümledir. Kurmak içinse özneyle yüklem değil, iki yürek gerekir” dediğinde aklıma İlyas’ın Asya’yı aldatması geldi. Hak ettin oğlum İlyas, Asya’nın aşkının hakkını verseydin bunlar olmayacaktı. Kendi düşen ağlamaz diye içimden geçirirken William Shakespeare’ın kalabalığın arasından sıyrılıp koşar adımlarla nefes nefese masaya gelmesiyle irkildim. Belli ki Shakespeare, sahneye koyduğu oyunu yeni bitirmiş ve koşarak gelmişti şölene. Elinde tuttuğu ve üzerinde “Romeo ve Jülyet” kitabını masanın üzerine koyduğunda sayfalar birer birer açılmaya başladı ve Shakespeare’in sihirli sözcükleri kapladı her yanı..

1300’lü yılların başlarında İtalya'nın Verona kentinde birbirleri için yaşayıp ölen iki aşığın trajik hikayesini Arthur Brooke'un 1562 tarihli “Romeo'nun Trajik Tarihi” başlıklı şiiriyle keşfeden Shakespeare, aşka dair birşeyler söylemek amacıyla kalemine sarılıp tartışmasız tüm zamanların en büyük, en bilinen aşk hikayelerinden birini yazmıştı ve birbirlerine çılgınca aşık olmalarına rağmen aileleri yüzünden birlikte olmaları yasaklanmış gerçek hayattan iki aşığın hikayesini anlatıyordu.

Ağacın dalları ve yaprakları kıpırdar gibi oldu. Tispe ve Piremus’un da içi sızladı sanırım. Shakespeare, ister mitolojik ister gerçek olsun, aşk, çatışma ve ailenin nasıl iç içe geçtiğini göstermek istediğinden bu hikaye, Romeo ve Juliet'in ilişkilerinin gelişimine ve bunun diğer karakterlere ve ilişkilere nasıl etki ettiğine odaklanıyordu.

Öte yandan Shakespeare, hikayesinin akışında da aşkı birkaç kez yeniden keşfediyordu adeta. Aşk ateşinin içlerinde yanmaya başlamasıyla aşıklar birbirlerine karşı sevgi ve arzuyla doludurlar değil mi? Evet, Romeo ve Juliet de duygusal sıcaklığı ilk hissettiklerinde, Shakespeare aşkla bu ilk karşılaşmayı sihirli kelimeleriyle tutkulu bir gerçek olarak süsleyip parlatıyordu. Aşkın sıcak ve mutlu eden yönünü bu şekilde ortaya koyan Shakespeare, Romeo ve Juliet'in ölümlerinde ise; Romeo, Juliet'in ölü olduğuna inanarak kendini zehirleyip öldürmesi ve Juliet’in uyandığında, aşkını zehirlenmiş olarak bulup öbür dünyada birlikte olabilmeleri için Romeo'nun hançeriyle kendini öldürmesini de aşkın perişan eden hatta yok eden yönüne dair bir delil olarak sunuyordu.

Öte yandan, Shakespeare’in yaşadığı dönemin İngiltere’sinde insanlar bugün olduğundan çok daha erken yaşlarda evleniyordu. 13 yaşında evlenmek yaygın bir uygulamaydı ve ebeveynler çocuklarının eşlerini seçiyorlardı ve bu seçimler de servet, potansiyel unvanlar ve aile bağlarına dayalı oluyordu. Söz konusu seçimlerde aşkın önemli olmamasına dair eleştirisini “Çatışma”yı, Romeo ve Jülyet’in merkezi teması haline getirerek yapan Shakespeare bunun için bizi iki düşman ailenin hayatına götürüyordu. Montague'ler ve Capulet'ler… Birbirlerine benzerliklerine rağmen, yıllar boyu bu iki büyük ve köklü aileye birbirlerinden nefret etmeleri öğretilmişti ve bu nefret aile üyelerini ve Verona sakinlerini etkiliyordu. Verona’da yaşayanlar, iki aile arasında devam eden ve genellikle ölümle sonuçlanan çatışmalara tanık olduklarından, istemeden de olsa taraf olarak çatışmanın bir parçası oluyorlardı.

Peki ya aşkın o zamanki Verona halkının bu gerçekleriyle çatışma yaratacağı bir an gelip bu iki düşman ailenin çocukları olan Romeo Montague ve Juliet Capulet birbirlerine ölesiye aşık olursa? “Hayatın ağırlığını ve acısını tek bir sözcük unutturur bize; Aşk” diyen Sofokles’i haklı çıkarırcasına, aşıkları trajik bir son beklese de, Romeo ve Juliet öldüğünde her iki aile de davranışları için özür dileyecek ve o günden sonra birbirlerini onurlandırmaya yemin edeceklerdi. Bugün hala Verona’dadır şanssız aşıklar Romeo ve Juliet’in mezarları ve aşıkların adak yeri olarak ziyarete açıktır.

Aşıklar, ilişkilerini mahveden onları birbirlerinden ayrılmaya zorlayan sorunlarla karşılaştıklarında sonunda ölüm olacağını bilseler bile değişmiyorsa içlerindeki duygular işte bu gerçek aşktır diyen Shakespeare aynı zamanda da ailelere seçimlerini yaparken çocuklarının duygularını esas almalarını ve onların duygularını belli düşünce kalıpları ile prangalamamayı öğütlemektedir bu oyunuyla.

Kitabın her yanı kaplayan sihirli kelimeleri insanların içindeki tüm duyguları okşayıp kabartmışken bir anda Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin ve aynı kaderi yaşayan diğer pekçok aşığın karşılıklı durup ellerini birbirlerine kenetleyip başlarının üzerinde havaya kaldırarak oluşturdukları aşk yolunun içinden geçen Romeo ve Jülyet el ele sahnenin önüne geldiğinde büyük bir alkış tufanıyla sevgi gözyaşları sel olup akmaya başlamıştı.

Aşk güzel şey gerçekten de.. İçinde alevlendiklerinden her türlü fedakarlığı istemesine ve zaman zaman ortaya çıkan zorluklarına rağmen sevenleri eksilterek çoğalttığı için gerçekten güzel şey..

Evet, hayal edip sizi de ortak ettiğim şölen burada bitiyor ama sizin hayatlarınızdaki aşk, sevgi şölenleri hiç bitmesin, mutluluk ve huzur hiç eksik olmasın yaşamlarınızdan. 

Hazır herkesi biraraya toplamışken söylemeliyim ki, Romeo ve Jülyet’in, gerçek anlamda aşkı yaşayan diğer tüm aşıkların ve büyük usta William Shakespeare’in önünde kendimce saygıyla eğilmek ve aşkı alkışlayabilmek adına bu oyunu hem birkaç kez okudum hem de tiyatroda defalarca izledim.

Tüm duyguları okşayıp kabarttığı için size de tavsiye ederim, her daim aşkla, sevgiyle ve mutlulukla kalın..

 

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA