DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 09-01-2023 15:09

Hamlet / William Shakespeare

İlk perde açılır…

Her yer zifiri karanlıktır ve karanlığın içinden biri “Kim var orada?” diye seslenir…

Bu; ilk başta basit bir soru gibi gelse de, William Shakespeare’in “Hamlet” oyununun tamamında ve hatta rönesans dönemi batı edebiyatı içerisinde büyük ve önemli bir sorudur.

Rönesans; yani “Yeniden Doğuş” Avrupa'da Orta Çağ'dan sonra siyasi, dini ve felsefi olgunun baskın özelliği olan yeni bir entelektüel ve sanatsal araştırma ruhunun uyanışı, esasen eski Yunan ve Roma ruhunun yeniden canlanmasıydı. Edebiyat için bu, büyük klasik yazarlara yönelik yeni bir ilgi ve analiz anlamına geliyordu. Bilginler, Avrupa'da yaklaşık 1450'den itibaren matbaacılıktaki gelişmelerin yayılmasına çok yardımcı olan “kayıp” eski metinleri aradı ve tercüme etti.

Rönesans'ta sanat ve edebiyat, daha önceki hiçbir dönemde ulaşılamayan bir düzeye ulaştı. Çağa üç temel özellik damgasını vurdu:

Birincisi; hümanistler olarak bilinen klasik bilginler tarafından yansıtılan ve yeni yazarlar için uygun klasik modeller sağlamaya aracı olan öğrenmeye yönelik yeni ilgi.

İkincisi; Martin Luther önderliğindeki Protestan Reformu tarafından başlatılan, insanların dikkatini bireye ve onun içsel deneyimlerine çeken ve Katolik ülkelerde “Karşı/Reformasyon” terimiyle özetlenen bir tepkiyi teşvik eden yeni Hıristiyanlık biçimi.

Üçüncüsü; 1492'de Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfetmesiyle doruğa ulaşan ve denizaşırı imparatorluklar geliştiren ülkelerde olduğu kadar günün en yetenekli yazarlarının hayal gücü ve vicdanları üzerinde geniş kapsamlı sonuçları olan büyük kaşiflerin yolculukları.

Tabi ki de bunlara, bilim ve astronomideki gelişmeler ve 15. yüzyılın sonlarında Rönesans’ın başladığı İtalya'nın siyasi durumu gibi birçok başka faktör eklendi. İtalyan şehir devletlerindeki yeni özgürlük ve araştırma ruhu, Rönesans'ın İtalya'daki büyük öncülerini, Dante, Leonardo Da Vinci ve Boccaccio'yu cesaretlendiren bir faktör olmuştu. Fransa'da Rönesans'ın çiçeklenmesi, hem şairlerin şiirlerinde; hem de Michel de Montaigne'nin düşünceli denemelerinde ortaya çıkarken, İspanya o sırada en büyük romancısı Miguel de Cervantes'i üretti. İngiltere'de de drama, o çağa hükmediyordu;  İngiltere'nin en büyük dramatik ve şiirsel yeteneği olan Shakespeare ise, 16.yüzyılın sonu ile 17.nci yüzyılın başında duygusal fırtınalar estirdi.

O yüzyıllarda ciddi yazarların karşısına çıkan en büyük soru, Michel de Montaigne'in "Ne Biliyorum?" sorusuydu. Şüphesiz William Shakespeare de bu soruyla ilgileniyordu ve eski kuzey masallarında İzlandalı bir kahraman olan Amiothi’nin trajik hikayesini esas alarak “Hamlet”i yazdı. Amiothi, o yılların popüler bir kahramanıydı; Amiothi’nin hikayesi, 1514’te yayımlanan Saxo Grammaticus’un “Danimarka Tarihi” adlı kitabında ve 1580 yılında yayımlanmış Belleforest’in “Trajik Hikayeler” kitabında yer alıyordu. 

William Shakespeare de, “Yaşamak ya da yaşamamak” karşıtlığı üzerinden insan yaşamının aslında ne kadar acı dolu ve sefil olduğunu göstermek ve insanın kim olduğuna dair sorunun cevabını tartışarak aramak istediğinden olsa gerek, Hamlet oyununa karanlıklar içine “Kim var orada?” diye seslenerek başladı. Evet, bu soru aslında “Sen kimsin?” veya “O kim?” diye sorulan bir kimlik sorusuydu ve konu insan olduğu için sorunun cevabı karmaşık bir bulmaca gibiydi.

Hamlet oyunundaki gizemli giriş, yerini etkileyici bir olay örgüsüne bırakır. Shakespeare, kahramanlarını yine toplumun en yüksek sınıfından seçmiştir. Oyunu izleyenler veya kitabını okuyanlar, soylu sınıfa mensup kahramanları “acı çekerken ya da hiddetten çılgına dönerken” göreceklerdir. Bu, o dönem halkları için oldukça ilgi çekici olmuştur.

Hikayenin hemen başında bir hayalet görünür. Ölen Danimarka Kralı Hamlet’in hayaleti, genç Hamlet’e kendisinin babasının ruhu olduğunu ve ölümünün anlatıldığı gibi yılan sokmasından değil, kendi yerine geçen kardeşi Claudius’un kulağına zehir akıtması sonucu gerçekleştiğini söyler. Genç Hamlet’ten intikam almasını ister. İşte bu noktada genç Hamlet kimlik krizleri ile karşı karşıya kalır. Öncelikle bu hayalet kimdir? Gerçekten de ölen babası mıdır yoksa şeytan mıdır? Hamlet, kendi içinde de bir kimlik krizi yaşar; bu hayalete inanmalı mıdır? İnanırsa gerçekten intikam alabilecek midir?

Hamlet bu krizleri aşabilmek için deli taklidi yapmaya karar verir. Burada seçilen “deli taklidi” yapma yöntemi oldukça dikkat çekici ve anlamlıdır aslında. Hamlet, kaçınılmaz olarak kendi kimliğini veya özünü veya benliğini, eylemlerini seçip yaratmak zorundadır; çünkü varoluşçuluğa göre insanın sabit bir doğası yoktur. Ve eylemleri seçim özgürlüğü, bağlılık ve sorumluluk gerektirir ve bu nedenle çoklu ıstıraba sebep olur; mesela “neden ve nasıl varım” ın yarattığı varlığın ıstırabı, ölümün ıstırabı, “neden burada ve şimdi, bu belirli zaman ve mekanda neden başka olasılıklarda doğmadım”ın yarattığı burada ve şimdinin ıstırabı, “insan seçmekte özgürdür ama neyi seçecek olmasının tereddütü”nün yarattığı özgürlüğün ıstırabı…

Tüm bunlar varoluşçuluğun özüdür ve Shakespeare'in Hamlet'indeki “Varoluşsal Benlik” kavramı delilik yöntemi ile kendini açığa vurur.

Hikayenin olay örgüsünü kardeş katili, baba katili, ensest ilişki ve intikam temaları oluşturur ki, bunlar da insan ruhunun kokuşmuş halleridir ve Danimarka toplumu üzerinden insanoğlununun çürümesi ele almaktadır Shakespeare...

Bu yüzdendir ki, Shakespeare’in diğer metinlerinde alışık olduğumuz ölümsüz aşk kavramı bu oyunlarda farklı bir şekilde ortaya çıkar. Hamlet ve Ophelia arasındaki aşk belirsizdir, siliktir. Kurguda sadece Hamlet’in intikam dürtüsünü gizleyen bir işleve sahiptir. Şüphesiz ki, aşk ve intikam duygusunun bir arada olması mümkün olmayacağından ve Hamlet, Ophelia’ya deli gibi davranıp farklı biriymiş gibi mektuplar gönderdiğinden, bu hikayede aşk hiçbir zaman belirgin olarak hissedilmemektedir. Hamlet’in annesi Gertrude da aşk dışı davranıp kocasının kardeşi ile bir olup kocasının ölümüne ortak olduğundan, aşkın bu oyun kurgusu içerisinde belirsiz kalması, Shakespeare anlatmak istedikleri açısından anlamlıdır.

İnsana dair kimlik krizini irdeleyen Hamlet’in psikanalitik bir edebiyat eseri olduğundan hareketle, kurgunun içerisinde yer alan baba katili teması da önemlidir. Sophokles’in “Kral Oidipus”u ile ilgili yazdığım yazıda, o oyundan esinlenerek Freud’un sistemleştirdiği psikanalitik bir kuram olan “Oidipus Kompleks”inden bahsetmiştim. Kral Oidipus, bilmeden babasını öldürmüş ve yine annesi olduğunu bilmeden evlenerek ondan çocuk sahibi olmuştu. Shakespeare’in “Hamlet” oyunu ve yine daha önce hakkında yazı yazmış olduğum Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” romanı Oidipus kompleksinin kurumsallaşmasını sağlayan diğer eserler olarak dikkat çeker. Freud’a göre bu üç büyük eserde de baba katilliği temasının odakta olması tesadüf değildir.

Hamlet, babasını öldürdükten iki ay sonra hem annesiyle evlenen, hem de kral olan amcası Claudius’tan babasının intikamını alacağına dair yemin etmesine rağmen, bir sahnede Claudius, diz çökmüş günah çıkarmak için tek başına dua ederken, Hamlet sessizce içeri girer ama Claudius’u öldüremez. Çünkü bu esnada annesi de onunla konuşmak için kendi odasında onu beklemektedir. Freud, Hamlet’in böyle uygun bir anda intikam almamış olmasını, aslında çocukluktan itibaren bilinçaltında gelişen baba düşmanlığı ile açıklar. Claudius, Hamlet’in babasını öldürerek, Hamlet’in bilinçaltındaki baba intikamını almıştır der Freud…

Gerçekten de Hamlet, bu sahneden sonra babasının hayaleti ile ilk karşılaştığında, “aceleyle verdiğiniz ulu emri yüzüstü bırakan oğlunuzu azarlamaya geliyorsunuz değil mi?” diyerek Freud’un düşüncelerini destekleyen bir cümle kurar.

Hamlet’in kurgusu içerisinde önemli bir kırılma noktası olan anlamlı bir mezarlık sahnesi vardır. Bu sahnede, intihar eden Ophelia’nın cenazesinin Hıristiyan mezarlığına defnedilip edilmemesiyle ilgili mezarı kazmakla görevlendirilen iki kişi konuşmaktadır. Mezarcılardan biri, intihar eden genç kızın soylu bir aileye mensup olmasından dolayı kilisenin ona iltimas geçtiğini savunur. O sırada oraya gelen ve bir süre bu konuşmaları dinleyen Hamlet de bu ilginç konuşmaya katılır. Cenaze, mezar ve gömülecek olan kişi ile ilgili sorular soran Hamlet’e, mezarcı mecaz dolu cevaplar verir. Hatta mezarcı soruları cevaplarken arada da kendi hayatı üzerinden insan hayatına dair bir şarkı mırıldanır; hayatın aşkla geçmiş en güzel döneminin gençlik dönemi olduğunu, aniden gelen yaşlılığın gençliği çaldığını ve kaçınılmaz sonun ölüm ve mezar olduğunu melodik bir şekilde söylemektedir mezarcı. Üstüne yıllar önce ölen ve Hamlet’in de tanıdığı bir soytarının mezar kazarken bulduğu kafatasını gösterir Hamlet’e. 

Bu sırada, kalabalık bir topluluk tarafından Ophelia’nın cansız bedeni gömülmek üzere mezarlığa getirilmektedir. Hamlet ilk başta saklanır ama sonra defin esnasında bir anda ortaya çıkarak Ophelia’nın kardeşi Laertes ile nedensiz bir kavgaya tutuşur. Oysa ki, oyun boyunca bilinçli olarak hareketlerini planlayan Hamlet ilk kez kontrolsüzce davranmıştır.

Çünkü Hamlet yeni bir kimlik problemi ile karşı karşıya kalmıştır. Yaşadıklarından dolayı içine düştüğü bunalımlar ve o gece o mezarın başında hayatın ve şöhretin boşuna olduğunu anladığı için o şekilde davranmıştır. Çünkü dünyaları fethetsen de saray soytarısı olsan da en sonunda mezarlıkta toza karışmaktan başka birşey değildir hayat.

Olay örgüsü sürprizlerle, oyun içinde oyunlarda devam ettikten sonra, Hamlet’in son sözü olan “sessizlik” ile perde bir daha açılmamak üzere kapanır.

Hamlet… Etimolojik anlamıyla “küçük, değersiz, önemsiz”, İngiltere’de halk arasındaki anlamıyla “Kilisesi olmayan kişi”… 

Kelime anlamı böyle olan bir karakterin hikayesini anlatan bu oyunun, “Kim var orada?” cümlesi ile açılıp “sessizlik” kelimesi ile kapanışı yapması, anlatmak istedikleri bakımından oldukça çarpıcıdır. 

William Shakespeare’in, babasının ve 11 yaşındaki oğlu “Hamnet”in peşpeşe ölümlerinden sonra yazdığı bu oyununa “Hamlet” ismini vermesi de oldukça anlamlıdır; hayatı ve kendi kimliğini sorgulaması açısından...

Öte yandan, psikanalitik kurama göre de, “insanların birtakım istekleri vardır ama toplum içinde yaşadıklarından dış gerçekliğe uymak zorunluluğu duyar ve bu isteklerini serbestçe tatmin etmez, aksine bunları bastırmaya, örtmeye bakarlar. Ama ister cinsel alanda, ister başka bir alanda olsun; bu isteklerden vazgeçmek oldukça zordur.” Ve tabi ki insanoğlunun bu halleri aslında varoluşsal benliğe aykırı olduğu için kimlik problemlerini beraberinde getirir. Çoğu zaman kendi gibi davranamaz ve oyun içinde oyunlarla kendi öz benliğinden uzaklaşır.

Hikayenin olay örgüsünün sonunda, Hamlet’e duyduğu derin bağlılık ve en yakın dostunu kaybedecek olmanın umutsuzluğuyla, zehirli şaraptan içerek intihar etmeyi düşünür Horatio. Ancak Hamlet, dürüst ve sadık dostu Horatio'nun bunu yapmasını engeller, onu yaşamaya ve Hamlet'in hikayesinin gerçeğini dünyayla paylaşmaya teşvik eder. Horatio bu açıdan bakıldığında da çok önemli bir karakter olarak Hamlet’in bizlere mirasıdır.

Horatio bundan sonra bu oyunu izlemek veya okumak isteyenlere bu hikayeyi anlatacak ve ölümlü hayatlarımızda, toplum veya ailelerimiz tarafından üzerimize giydirilen rollerden ve tüm kalıplardan sıyrılarak Hamlet’in kendi kendimize sormamızı istediği soruyu hatırlatacaktır.

“Olmak ya da olmamak, soru bu”

***

Yazıyı sesli dinlemek için görsele tıklayın...

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA