DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 24-09-2023 16:24

Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi

Kulaklık takılı…

Ses yüksek sayılır…

Uzanmışım yatağa…

Gözler kapalı…

Hayallerimi tutabilmenin imkanı yok... 

Gecenin bir vakti, hayallerimin derinliklerinde oradan oraya savruldum, neyin büyülü sesiyle… Ney dinletisi ruha iyi gelen, kesinlikle ruhla ilişkisi olan bir şey…

Nitekim, tasavvufta da neyin önemli bir yeri var. 

Örneğin, Hz.Mevlana’ya göre; musiki, Allah’ın lisanıdır ve Bezm-i Elest’te ruhlara musiki ile seslenmiştir. Bu sebepten ötürü, hangi milletten, hangi dilden olurlarsa olsunlar, insanlar musiki ile aynı duyguları paylaşabilirler. Musiki, son derece değerli bir manevi temizlenme, ferahlama ve yücelme vasıtasıdır. Ruhu kir ve paslardan temizlediği gibi, ona batmış olan dikenleri ayıklayarak tedavi eder. Musiki ile temizlenmeyen ruh yükselemez, aksine yerdeki bayağı ihtiraslara bulaşarak kirlenir ve körelir. Gerçek musiki insana “sonsuz varlık”ı hissettirir, sezdirir. Bu sezgiyle onu O’na yaklaştırır ve nihayet ulaştırır. Bunda en etkili ses ise ney sadasıdır.

Hz. Mevlana’nın felsefesinde ney, “insan-ı kamil”in sembolüdür ve aşk derdini anlatmadadır. Benzi sararmış, içi boşalmış, bağrı dağlanarak delikler açılmış, ancak yaratıcısının üflediği nefesle hayat bulan, tıpkı kalubela özlemi duyan insan ruhu gibi, koparıldığı topraklara özlem duyan ve delik deşik olmuş sinesinden çıkan feryat ve iniltileriyle insanlara sırlar fısıldayan bir dosttur. 

Sırlar fısıldayan bir dost sohbetinin olmazsa olmazı da, kahvedir. İşte Ahmet Raci ve Aynalı Baba böyle iki dost… Belki hayali,  belki de gerçek… 

Manisa’da, Karaköy semtinin Kumludere caddesinde, Halil Yurtseven İlkokulu’nun güney tarafında Ayn-ı Ali adında bir türbe var. Bu türbeye adını veren Ayn-ı Ali, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, muhasebe-i umumiye görevlisi olarak gittiği Mısır’dan Manisa’ya dönünce, bugünkü Ali Bey Camisini ve bu türbeyi yaptırmış.

Resmi kayıtlara geçmemiş bir anlatıya göre de, Aynalı Baba adında bir meczup, yirminci yüzyılda Manisa’da yaşarmış. Aynalı Baba, sarığına ve göğsüne muhtelif büyüklükte aynalar asarak gezermiş. Boş bir mezarlığı ve Manisa’nın kimsesiz sokaklarını kendine mesken seçen Aynalı Baba’nın dış görünümü ve yaşam stili yüzünden ona deli diyenler de oluyormuş. 

Az konuşan, ama öz konuşan meczuplardan biri olan Aynalı Baba, güzel öğütler veren ve hayatı sorgulayan biriymiş ve kıyafetlerine ayna takmasının sebebini soranlara da " Benim varlığımda kendi öz benliğinizi seyredin" diyerek cevap verirmiş. Aynalı Baba son nefesini verdiğinde, o zamanlar mezarlığın da bulunduğu aynı yerde, Ahmet Raci adlı müridinin bir çitlembik ağacının altında yaptırdığı kabirde ebedi yolculuğuna çıkmış. Zaman içerisinde Ayn-ı Ali mezarlığı park haline getirilince,  Aynalı Baba’nın mezarı da kaybolmuş ve o gün bugündür gerçeküstü biri olarak anlatılarda yer alıyor.

Gerçeküstü kişi demişken… Türk edebiyatının ilk felsefi ve gerçeküstü romanı hangisidir, diye size sorsam? Ya da aynı soruyu biraz daha detaylandırayım:

Tanzimat döneminde yazılıp da; Buda’dan, Zerdüşt’ten, Hürmüz’den, Ehrimen’den, Aristo’dan, Konfüçyüs’ten, Platon’dan, peygamberlerden, Jüpiter’den, Juno’dan, Olimpos ve Kaf dağlarından, anka kuşundan, Simurg’tan aynı anda bahseden kaç tane edebiyat eserimiz var biliyor musunuz?

???

Pekala, cevap veriyorum; bir tane!

“Amak-ı Hayal”…

Yani “Hayalin Derinlikleri”.

Filibeli Ahmet Hilmi’nin Doğu ve Batı felsefesi, tasavvuf, mitoloji, dinler tarihinden oluşturduğu bir kurguyla kendi felsefi ve tasavvufi görüşlerini anlattığı şaşkınlıkla okuyacağınız bir roman…

Ahmet Hilmi, 1865 yılında Bulgaristan’ın Filibe şehrinde doğduğu için, Filibeli Ahmet Hilmi olarak anılır. Babası, konsolos; eski adıyla şehbender olduğu için bazı kaynaklarda ismi Filibeli Ahmet Hilmi Şehbenderzade olarak da geçer. 

Ahmet Hilmi, Tanzimatın ilanıyla Osmanlı imparatorluğunda başlayan ıslahat hareketlerinin ve çeşitli akım çatışmalarının şiddetlendiği, çok sancılı bir döneminde doğup yetişmiştir.

İlk eğitimini Filibe müftüsünden alan Ahmet Hilmi, daha sonra ailesi ile birlikte Izmir’e taşınmış ama eğitimini de Galatasaray Lisesi’nde tamamlamıştır. Mezun olduktan sonra, Duyun-i Umumiye’de bir süre çalışıp Beyrut’a atanmıştır. Siyasi bir sebepten ötürü Beyrut’tan Mısır’a kaçan Ahmet Hilmi, 1901 yılında tekrar Istanbul’a dönmüştür; fakat bu kez de Fizan’a sürülmüştür. Bu dönemde tasavvufa olan ilgisi artan Filibeli Ahmet Hilmi, özellikle “Vahdet-i Vücud” düşüncesine inanmaya başlamıştır. Bu yıllardan itibaren tasavvufi yönü fikirlerini büyük oranda etkilemiştir. 

Filibeli Ahmet Hilmi, meşrutiyetin ilanıyla 1908 yılında tekrar İstanbul’a dönerek “İttihat-ı İslam” adında haftalık bir gazete çıkarmaya başlamıştır. Bu gazete uzun soluklu olmayınca, bir süre başka gazetelerde çalıştıktan sonra bu kez 1910 yılında “Hikmet” isimli haftalık bir gazete çıkarmaya başlamış ve yine aynı yıl Hikmet Matbaa-yi İslamiyesi’ni de kurmuştur.

Bir dönem desteklemiş olduğu “İttihat ve Terakki Cemiyeti”ni eleştirmeye başlayınca, düşünceleri o dönemde cemiyetin karşıtı olan görüşlerle de uyuşmadığı için her kesimden birçok düşman kazanmıştı. Filibeli Ahmet Hilmi, eleştirilerini ve görüşlerini en çok “Hikmet” gazetesinde yayımlamış, gazeteyi günlük çıkartmaya başlamıştı. Ancak, düşünceleri nedeniyle “Hikmet” gazetesi matbaası ile birlikte yasaklanıp kapatılmış, kendisi de Bursa'ya sürgüne gönderilmişti. Fakat daha sonra sürgünden dönünce “Hikmet” gazetesini tekrar yayımlamaya başlasa da, gazetesinin ömrü, yayımladığı fikirleri nedeniyle uzun olmamıştır.

Modernizm karşısındaki duruşuna ait kendi görüşlerini “Ne taassup, ne kötü taklit” şeklinde tanımlamış biridir.

“Kanun-i Esasi” ve “1908 Meşrutiyeti”, devletin sosyal ve siyasal yapısında herhangi bir değişiklik meydana getiremeyince, devletin çöküşünü durdurmak için daha önce görülmemiş bir şekilde birbirinden farklı fikir akımlarının tartışılmaya başlandığı yıllarda dergi ve gazetelerde yazan Filibeli Ahmet Hilmi, Osmanlı İmparatorluğunun içinde bulunduğu çöküş dönemi ile şu tespitlerde bulunmuştur;

“Benim düşünceme göre bu milleti ilerlemekten geri koyacak sebepler iki önemli kısıma ayrılabilir: 
 1)    Durgunluk, ilerlemeye düşmanlık, gelişme fikrine karşı cahilane taassup, zamana göre gerekli ihtiyaçları anlamamak.
 2)    Basit bilgilerle yetinmek, sığ bir taklit”

Filibeli işaret ettiği bu iki noktanın, din, siyaset ve ekonomi gibi her alanda dikkat edilmesi gereken hususlar olduğunu belirtmiştir. 

Öte yandan, ondokuzuncu yüzyılda modern felsefe kuramları ortaya çıkmış, artık din kavramı da farklı tartışılmaya başlamıştır. Ayrıca dinin ve getirdiği inanç temellerinin aleyhinde çalışan Batı menşeli “Materyalizm” ve “Pozitivizm” akımları İslam dünyasında da yer tutma, sınırlı da olsa yayılma eğilimi göstermiştir.

Durum böyle olunca, Filibeli Ahmet Hilmi 1910 yılında  “Amak-ı Hayal” romanını yazarak ilk önce Necat gazetesinde tefrika etmiş ve daha sonra kendi gazetesinde yayımlamıştır. 

Filibeli Ahmet Hilmi, “Amak-ı Hayal” romanında Manisa’da yaşadığı anlatılan Aynalı Baba ve mürşidi Ahmet Raci’yi ana karakterleri olarak kullanmıştır. 

Ahmet Raci, sürekli okuyan ve okuyup öğrendikleriyle toplumun beklentileri, inandıklarıyla gerçek hayat arasındaki büyük uçurumu görüp bunu sorgulayan bir karakter…Yani, kendilerine anlatılanları dinlemiş ama içselleştirememiş insanların hem geleneği temsil eden topluma görünüşte uyma çabaları, hem de çağdaş yaşamın sunduğu bilgi ve imkanlara duyulan heves arasındaki tezatlığı görür Ahmet Raci... Diğer yanda da, tüm arkadaşları seküler hayata kendini bırakan ve ruhu yok sayan çağın aydın insanlarıdır. Oysa ki Ahmet Raci, insanın bir ruhu olduğunun, fizik ötesinin ve kendi nefsi isteklerinin gücünün farkındadır.  

Ahmet Raci kalabalığa teslim olmaz, düşünmekten ve aramaktan hiç vazgeçmez. Bu arayışı bir gün onu, insan sonunun, dünya hayatının sonu olan mezarlığa götürür. Yoldan geçerken kapısını açık gördüğü mezarlıktan içeri girdiğinde, orada bir kulübede yaşayan “Aynalı Baba” ile tanışır. Aynalı Baba’nın kılık kıyafeti bir Şaman gibidir. Sarığında ve üzerinde çeşitli boylarda ayna ve teneke parçaları vardır. Ancak çaldığı enstrüman davul değil, Islam tasavvufunun musiki aleti olan neydir. 

Tanışmalarından itibaren tam dokuz gün boyunca uyku ve zihin açıcı kahveler içildikten sonra, neyin sesine ve Aynalı Baba’nın şiir okumalarına kendini bırakan Raci, aşk ve şevkle kendinden geçerek boyut değiştirip başka alemlere doğru hayali yolculuklara çıkar. 

Dokuz gün boyunca farklı milletlerin mitolojik kahramanları ile buluşarak, İslam tasavvuf anlayışındaki nefis terbiyesinin diğer kültürler içindeki karşılığını deneyimler. Diğer bir ifade ile, farklı milletlerin mitolojilerinin içinde tanrı ve tanrıçaların, alimlerin, filozofların yanında yaşayarak insanın hakikatini, kendi nefsini tanımaya çalışır. Aslında “Kendini tanımayan Rabbini tanımaz, nefsini tanımayan da onu ıslah edemez” düşüncesiyle maddeden manaya doğru bir yolculuktur yaptığı…

Bu hayali yolculuğun ilk durağı, saygı ve hakaretin, haz ve acının, varlıkla yokluğun denk olduğu “hiçlik” zirvesidir.  Raci ve Buda Gotama hiçlik zirvesine birlikte yolculuk yaparlar.

Diğer gün, Hikmet adıyla İran mitolojisine doğru yaptığı hayali yolculuğunda Zerdüşt ile buluşan Raci, kendini bir anda Hürmüz ile Ehrimen arasındaki savaşta bulur. Zıtlıkların birliğine vurgu yapılan bu yolculuğun sonunda aydınlık ve karanlığın kardeşliği selamlanır. Çünkü biri olmadan diğerinin bir anlamı olmayacaktır. 

Başka bir gün çıktığı hayali yolculukta Raci, Brahman’ın rehberliğinde vücut hapishanesini keşfeder. Etrafındaki herşeyde kendini görmeye başlar. 

“Bu alemde her ne varsa benim sıfatımdır. Ben olmasam bir şey olmazdı. Ben hepim, yahut hiçim. Ben hiçim, yahut hepim. Zaten hiç ile hep aynı şeydir. Tek bir şeydir.”

Varlığın birliği felsefesiyle çıktığı bu yolculukta, cismi ve cinsiyeti olmayan bir ruhun yavaş yavaş bir bedene kavuşması ve diğer tüm varlıklardan üstün olan insana dönüşmesiyle ruhu fark eder. 

Hepsi de birbirinden anlamlı yolculuklarla günler geçer ve tüm yolculukların son durağı ulular meclisidir. Diğer tüm yolculuklarda, bir kahraman gibi rol alan Raci, bu yolculukta bir gözlemcidir sadece… Ulular meclisinde peygamberler ve filozoflar vardır. Meclis başkanı ise peygamber efendimiz Hz.Muhammed’dir. 

Beşeriyet yani insanlık, pejmürde bir kahraman kılığında meclise gelir ve yüz binlerce yıldır çektiği azapları aradıktan sonra meclis üyelerine “Saadet nedir?” diye sorar; ancak aldığı cevapların hiçbirinden tatmin olmaz. Bunun üzerine Hz.Muhammed ayağa kalkarak: “Ey Beşeriyet! Saadet, hayatı olduğu gibi kabul, zorluklarına rıza, ıslahına gayrettir!” der. 

Hayali yolculukların sonunda Raci, insanın hakikatini anlamış, kendi nefsini tanımış ve onu öldürmeyi değil, Allah’ın istediği şekilde ıslah etmesi gerektiğini öğrenmiştir. Eğitim tamamlanmış, arayan aradığını bulmuş ve Aynalı Baba da bir gün tekrar görüşmek dileğini ileten bir not bırakarak ortadan kaybolmuştur.

Hangi görüşte olursanız olun veya neye inanıyorsanız inanın, bu kitabı okumalısınız. İnsanların cevheri ve mayası aynı olduğu için, bütün coğrafyalarda aslında insanlığın hikayesi ortaktır. Ancak düşünen, arayan ve nefsini ıslah etmeye çabalayanlar, ruhsal bütünlüğünü tamamlayarak huzura kavuşurlar.

Yani, belki de kendine dair iyi bir sorusu olanın iyi de bir hayatı olur. Ne dersiniz?

??

Ben mi??

Kahvenin kokusu burnunuzda, neyin sesi kulağınızda, aklınız ve kalbiniz “Amak-ı Hayal”in satır aralarında olsun, derim.

NELER SÖYLENDİ?
@
Ayfer Güney 7 ay önce
Özel ve incelenmesi gereken eserlerden. Başarılı bir şekilde sunmuşsunuz. Tebrikler
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA