DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 17-06-2024 14:33

Lysistrata / Aristophanes

Ah bu erkekler, ah bu kadınlar…
Dünyanın her yerinde ve her zaman, hep aynılar…
Erkekler memleketi kurtarmakta,
Kadınlarsa hep isyanda…

İşte antik Yunan’da, erkekler Peloponnesos Savaşı’nda…
Ve Atinalı bir kadın; Lysistrata…
Bir grup kadın arkadaşı ile bize doğru yaklaşmakta…

“Borcum var benim bu memlekete borcum!
İşte bu yüzden bu kent için fikrimi söylerim!
Mevcut durumdan daha iyisini söylüyorsam susturma beni!
Erkek doğmamış olmak mı sorun?
Erkekleri doğuran benim!”

Dedim size, okudunuz dediklerini…
Yalnız bu kez kulak vermeli kadınlara;
Savaşa karşı bir çözümleri var;
Hem de ne çözüm! Oldukça müstehcen!

Evet, iki bin dört yüz yılı aşkın bir süre zaman öncesindeyiz. O dönemdeki Atina, Peloponnesos Savaşları nedeniyle o güne kadar tanık olduğu en büyük iç ve dış buhranı yaşamaktaydı. Atina halk meclisinde büyük bir çoğunlukla ve büyük bir heyecanla kararlaştırılmış olan Sicilya seferi, benzersiz bir yenilgi ile sonuçlanmıştı. Önemli generaller ve Atinalı askerler ya ölmüşler; ya da cephelerde çürümeye terk edilmişlerdi. Atina’nın gururu ve gücünün temeli olan donanması ise önemli ölçüde tahrip olmuştu.

Sicilya’daki bu bozgun, zaten gergin olan dış politikayı daha da gerginleştirmişti. Zaten, bir süre öncesinde Atina’nın en önemli figürlerinden biri olan Alkibiades, düşman saflarına, yani Spartalılar’a katılmıştı. Ve Spartalılar, Alkibiades’in tavsiyesi üzerine Attika’daki önemli bir sınır kalesini ele geçirmişlerdi ve istedikleri zaman rahatça Atina’ya saldırılar düzenliyorlardı. Sicilya yenilgisi düşmanın iştahı arttırmıştı.

Atina iç politikasında da durum kritikti. Sicilya yenilgisinin faturası radikal demokrasiye kesilmişti. Yani Atina demokrasisinin altın çağı sona ermekteydi. Örneğin, halk meclisine gelecek her teklifi önceden görüşerek bir tür denetim komisyonu gibi çalışan bir “Ön Görüşme Kurulu” oluşturulmuş ve demokrasiye kısıtlama getirilmişti. Dahası da vardı; insanların fikirlerini söylemeleri yasak olmamasına rağmen artık hiç kimse fikrini açık açık söyleyemiyordu. Oligarşi yanlılarının sayıları da bir hayli artmıştı. Adam öldürenlerin kim oldukları bilinmesine rağmen ne suçlanıyorlar, ne de haklarında bir dava açılıyordu. İnsanlar birbirlerine şikayetlerini iletemiyorlardı. Kimin, kimin tarafında olduğu belli değildi. Demokratlar arasında da güvensizlikler ortaya çıkmıştı.

Uzun yıllar devam eden Peloponnesos Savaşı ile başlayan bu iç kriz, anlayacağınız üzere toplumsal hayatın demokrasi kurallarının tümüyle ortadan kalkmasına yol açmıştı. Ve sonunda Atina demokrasisinde yegane söz sahibi olan halk meclisi kendini feshetti ve onun yerine, salt kişisel bağlantılara dayanan bir sistem devreye sokuldu.

Oysa, milattan önce 431 yılında başlayıp 404 yılına kadar süren Peloponnesos Savaşı’ndan önceki yüzyılda demokrasiye geçen Atina, özellikle Perikles döneminde altın çağını yaşamıştı. Özellikle de kültür ve sanat alanında…
Dönem Atina’sında “tiyatro” oldukça önemli bir sanat dalıydı. Antik Yunan’da fikir tartışmaları daha çok tiyatrolar aracılığıyla başlıyordu. Çünkü tiyatro, değer ölçülerini izleyicinin kanaat ve anlayışından alan bir sanat… Göze görünür, canlı bir karaktere sahip olması ve olayların canlı olarak meydana geliş niteliğiyle toplum psikolojisine hitap eder. Zaten Yunanca “theatron” yani “görme yeri” sözcüğünden türemiş bir kelimedir tiyatro…

Dünya sanat tarihi içerisinde tiyatronun başlangıcı, Şarap Tanrısı Dionysos adına yapılan şenliklere dayanır. İlk tiyatro gösterisi, M.Ö altıncı yüzyılın ikinci yarısında Atina’da yapılmıştır. Bu dönemde tiyatrolarda, oyuncular ve anlatıcı görevi gören “koro”lar bulunurdu. Bugünkü gibi bir oyunculuk anlayışı yoktu ve ifade edilen duygular oyuncuların ellerinde tuttukları ve yeri geldikçe yüzlerine koydukları maskelerle belirtilirdi. Bugünkü tiyatronun sembolü olan ağlayan yüz ve gülen yüz maskelerinin anlamını o günlerden aldığına hiç şüphe yok.

İlk tiyatro gösterileri, Akropolis’in güney yamacında yer alan Dionysos Tiyatrosu’nda yapılıyordu. Üst düzey memurlara, rahiplere ve rütbe sahibi diğer şahıslara ayrılmış bir protokol sırası bulunan seyir yeri, orkestra bölümünü yani koronun dans ettiği yeri çevreliyordu.

Peloponnesos Savaşı’nın başlamasından yaklaşık seksen yıl kadar önce, Dionysos Şenliği’nin siyaseten önemi, demokrasinin M.Ö 511-510 yıllarında kurulmasıyla, arttı. Çünkü bu yeni düzende, yurttaşlar için yeni bir kimlik biçimlendirmek gerekiyordu ve bu şenliklerin uyum sağlayan ve toplumun içindeki sınıflar içinde denge kurucu bir etkisi vardı. Bu şenliklere hem soylular hem de halk katılıyordu. Tiyatrolar yeni kimlik oluşumunda kullanılacaktı ve kullanıldı.

Antik Yunan tiyatrosunda iki tür oyun vardı; tragedya ve komedya…

Antik Yunan trajedileri, içerik daha çok Tanrılarla insanların çatışmaları üzerindeydi. O dönem Tanrılarla insanların arasında doğrudan etkileşim vardı.

Antik Yunan komedyaları kimi uyumsuzlukları, karşıtlıkları ve farklılıkları; başka bir ifadeyle bir araya gelmesi oldukça zor olan uç noktaları bir araya getirir. Antik Yunan Komedyasına bu karakteristik özelliği veren de Dionysos’tur. Tiyatronun, şarabın ve doğadaki doğrucu güçlerin Tanrı’sı Dionysos; hem tanrı hem insan, insan/hayvan, erkek/kadın, genç/yaşlı, vatandaş/barbar’dır. Aynı anda yaşamın hazzını (yeme-içme-cinsellik) ve ölümün acısını (şiddet-vahşet-kan) deneyimlemiş olduğu için acıyı ve hazzı birlikte temsil eder.

Dionysos’a tapınanlar, sürekli olarak ölüp yeniden doğan Tanrı’larının acı-tatlı deneyimlerini ritüel ve dram yoluyla yaşantılamaya, bu şekilde ona ulaşmaya çalışmaktadırlar.

Gençliğinde Titanlar tarafından parça parça edilen şarap Tanrısı Dionysos’u yeniden diriltmek için Dionysos Tapınağına phallus (erkeklik organı) taşınırdı. Böylece Titanların yoksun bıraktığı “temel” üreme organı Dionysos’a yeniden verilerek yeniden doğuşu sağlanırdı. Törenlerle yapılan bu etkinliklerde açık saçık şarkılar söylenir ve mini skeçler oynanırdı.

Şimdi; “Antik Yunan insanları da ne ahlaksızmış” diye düşünebilirsiniz belki ama aslında tam da öyle değil belki de…

Öncelikle belirtmeliyim ki; “Yarar, iyi kötü gibi sorunları inceleyen, törelere dayanan bir davranış yasası geliştiren, neyin uğruna savaşılmaya değer, neyin hayata anlam kazandırdığı, hangi davranışın iyi ve hangisinin kötü olduğu gibi soruları kendine konu edinen” ahlak bilimi, hiç kuşkusuz her dönemde erotizm kavramına yer vermiştir. Erotizm, ahlaksal yapılanmalar içinde taşkınlığın, cinsel şiddetin parçalanmasıdır. Erotizm, insanların aşka yönelmiş tüm duygusal ve ruhsal tutumlarını ve davranışlarını içine alır.

M.Ö. 431-432 yılında verdiği söylevde Perikles, Dionysos Şenlikleri’nden şöyle bahseder; “…Ayrıca, gündelik hayatın getirdiği yorgunluklarımızı unutturmak için kendimizi dinlendiren bazı uygulamalarımız vardır. Bir tarafta yarışmalarımız ve kurban törenleri; diğer tarafta görkemli özel düzenlemeler”

Her ne olursa olsun Atina, demokrasi ile birlikte o yıllarda kültürel, siyasi ve askeri anlamda güçlenmişti. Zaten Peloponnesos Savaşı da, zenginleşen ve güçlenen Atina’nın başta Sparta olmak üzere başka şehir devletleri tarafından bir tehdit olarak görülmesiyle artan gerilim sonucunda çıkmıştı. Demokrasiyle yönetilen Atina, ile daha oligarşik bir yönetime sahip olan Sparta arasındaki bu savaşta Mora Yarımadası ve Makedonya’daki devletler Sparta’yı, Tesalya ve tüm Batı Anadolu'daki devletler de Atina'yı destekledi. Ayrıca Persler de, Sparta’ya destek oldu.

Savaşın sonlarına doğru Atina’nın yaşadığı Sicilya felaketi, şehir-devlette büyük bir bunalım başlamıştı. İşte bu bunalımlı dönemde, Aristophanes “Lysistrata” isimli komedyayı M.Ö 411 yılında yazdı ve sahneye koydu. Bu komedya, önemli siyasal görüşler ile olağanüstü derecede komiğin mükemmel bir bileşimidir.

Antik Yunan Komedyaları; eski komedya, orta komedya ve yeni komedya diye üç döneme ayrılır. Ve “Lysistrata” eski komedya oyunudur.

Eski komedyada, oyuncular genellikle grotesk olan maskeler (genç yaşlı erkek, genç yaşlı kadın ve köleler gibi. Kadın rolleri de, kadın maskesi takmış erkekler tarafından oynanmaktaydı), şişirilmiş bir göbek, doldurulmuş bir alt arka beden taşırlardı. Bir anlamda bugünün palyaçoları gibi. Korolar da sıklıkla düşsel kostümlerle sahneye çıkıyorlardı.

Belli bir maske kullanarak oyun karakteri ile ilgili izleyicinin zihninde de belli bir imge oluşturulurdu ve sonra dilsel olarak bu karakteri komikleştirerek bu imgeden şüphe duyulması ya da bu imgenin çürütülmesi sağlanıyordu. Komedyaların en ışıltılı bölümleri ise solistler veya koro tarafından edilen danslar ve söylenen şarkılardı.

Aristophanes’in “Lysistrata”sı, Atina’nın içinde bulunduğu korkunç durumdan sadece ve sadece erkeklerin sorumlu olduğuna dair eleştirel bir düşünce üzerinden gelişir. Erkekler yirmi yıl süren bir savaşla Atina’yı mahvetmişlerdir. Bu felakete çözüm bulmak için, adı “Ordu bozan” anlamına gelen Atinalı Lysistrata’nın bir araya topladığı Yunan kadınlar, kocalarının aklını başına getirmek için cinsel perhize başlarlar.

Aristophanes, bu oyununda koroyu alışılmadık biçimde ikiye bölerek (yaşlı erkekler, yaşlı kadınlar) aksiyonu iki ayrı düzlemde ilerletiyor ki, bunu da Atina toplumunu tam ortadan ikiye bölen büyük ayrılığı göz önüne sermek için yaptı diye düşünüyorum.

Zorunlu cinsel perhiz yoluyla erkekleri siyaset alanında yola getirmekten ibaret olan planlarını korumaya almak için Lysistrata ve beraberindeki kadınlar Akrapolis’i işgal eder. Amaçları, öncelikle orada istiflenen ve savaşın sürmesi için gerekli olan finansal araçlar ile erkekler arasındaki bağlantıyı kesmektir.

Lysistrata sadece Atinalı kadınları değil, savaşın karşı tarafında yer alan Spartalı kadınları da cinsel perhiz konusunda örgütler. Ve, cinsel perhiz tıpkı Atina’da olduğu gibi karşı tarafta da etkisini gösterir. Atinalı ve Spartalı erkekler cinsel dürtülerinin baskısı altındadır. Mantığı hiçe sayarak, dış siyasetteki gerginliği kaldırmak suretiyle kendi kişisel gerginliklerine de çare bulmak amacıyla derhal barış görüşmelerine başlamaya karar verirler.

Lysistrata barışı, Atinalı ve Spartalı görüşmecilerin karşısına genç ve çıplak bir kız biçiminde çıkarınca barış görüşmeleri büyük bir hızla başlar.

Ancak silahlar resmen bırakılmadan önce şehirdeki anlaşmazlıkların giderilmesi, yani uzlaşma sağlanması ve böylece her iki yarım koronun (kadın ve erkek korolarının) birleşmesi gerekmektedir. Koro düzlemindeki uzlaşma tek tek koro şarkılarında ortaya çıkar. Erkekler Atina’nın refahı için geçmişte gerçekleştirdikleri parlak işleri yad ederler. Erkekler gibi kadınlar da gerek tapınma görevlerini gerekse annelik rolünü yerine getirmek suretiyle şehir için önemli görevler yaptıklarını vurgularlar. Uzlaşmak için el uzatan kadınlar olur. Erkek koro başının hakaret dolu sözlerine rağmen kadınlar korosunun başı onun yanına gider, sevgi dolu hareketlerle onu giydirir ve gözüne kaçmış bir sivrisineği çıkartır. Duygulanan ihtiyar erkek de uzlaşmak üzere elini uzatır.

Siyasi düzleme aktardığımızda bu durum şu anlama gelmektedir; iç siyasette uzlaşma, dışarıdan dayatılan bir baskı yoluyla olmaz, çünkü gerçek ve devamlılık arz edecek bir uzlaşma ancak bu yolla sağlanabilir.

Aristophanes’in “savaş ve barış” temasını, Peloponnesos Savaşları’nın üç ayrı aşamasına dayanan komedyalarında ele alış biçimi, o dönemlerde hüküm süren askeri durumun ve iç siyaset anlayışının belirgin bir yansımasıdır. Lysistrata oyunu, Aristophanes’in “barış” temalı yazdığı komedya üçlemesi içinde yer alır. Bu üçlemenin diğer oyunları; “Barış” ve “Kömürcüler”dir.

Aristophanes, “Lysistrata” oyunu ile, Atina’nın yararına olacak mantıklı bir siyasetin cinsiyetten kaynaklanan engellere takılmaması gerektiğini de söylemektedir. Çünkü Antik Yunan’da “Kadının Adı Yok” diyebiliriz rahatlıkla. Antik Yunan’da kadın, dünyadaki kötülüklerin sebebi olarak gösterilir.

Mesela, efsaneye göre Prometheus, Tanrı Zeus'tan gizlice ateşi çalmış ve insanlığa vermiştir. Bu duruma çok öfkelenen Zeus, Prometheus'u o zamanlar kimsenin yaşamadığı Kafkas Dağları'nda zincire vurur. Yanına da bir kartal bırakır. Bu kartal her gün Prometheus'un ciğerini yer ve her seferinde Prometheus'un ciğeri tekrar oluşur. Bu şekilde Prometheus'a işkence edilir. Prometheus bir süre sonra Herkül tarafından kurtarılır. Zeus bu duruma bir şey demez ancak zincir halkalarının Prometheus'un ayağında kalmasını sağlar. Böylece Prometheus sonsuza kadar cezalandırılmış olur.

Zeus insanlardan da intikam almak istemektedir. Bu yüzden Hephaistos’a emir vererek balçıktan bir kadın figürü yapmasını ister ve ardından Pandora'yı yaratır. Pandora Antik Yunan'da ilk kadın olarak kabul edilir. Zeus, Tanrıçalar gibi güzel olan Pandora’yı, Prometheus’un ikizi olan Epimetheus‘a bir kutuyla gönderir. Kapıyı çalan Pandora’nın güzelliğinden büyülenmiş olan Epimetheus, onu evine alır ve ertesi gün onunla evlenir. Söz konusu kutuyu açmasını Pandora’nın kulağına fısıldayan Zeus’un, artık insanlıktan intikam alma zamanı gelmiştir. Zeus sayesinde kutuyu açan Pandora, insanlık arasında mutsuzluğu salıvermiştir. Böylece kötülükler dünyaya ve insanlığa yayılmıştır.

Mesela, geç dönem antik Yunan mitolojisinde Helen, neden olduğu savaşlarla birlikte felaketlerin sebebi olarak gösterilmiştir. Troya kentinin Akhalar tarafından yok edilmesi Helen yüzünden meydana gelmiş bir olay olarak görülmüştür.

Bunlardan dolayıdır ki, kadının Antik Yunan'da hiçbir yasal yetkisi yoktur. On beş yaşından itibaren babası tarafından evlendirilebilir. Asla bir mal edinemez. Eğitimiyse daha çok ev işleriyle ilgilidir. Kendi odası ve harem, erkeklerinkinden ayrıdır. Nadiren dışarı çıkar, dinsel bayramlar ile aile bayramlarına gidişi hariç dışarı çıkışlarında kendisine hep eşlik edilir. Ama yine de o, evinin hanımıdır ve de evin tüm işlerinden sorumludur. Örneğin, beslenme, konserve ve tuzlamalar, yün ve ketenin hazırlanması, post ve derilerin temizlenip terbiye edilmesi, giysi ve örtülerin dokunup yapılması, nakış işleri... Çocukların bakımını da unutmamak gerekir. Elbette ki, istisnalar da olmuştur ve bazı kadınlar, ailenin ürünlerini agorada pazarlayan manav, balıkçı, çerçi vs. görevleri üstlenmişlerdir.

William Shakespeare’in deyişiyle; “ Tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı”dır. Çok doğru. Zaten Aristophanes’in yaptığı da budur; insanı, insana, insanla, insanca anlatmaktır. Aristophanes’in “Lysistrata” oyunu, erkek toplumunun mantıklı bir temele dayanarak değil de ancak dürtülerinin baskısıyla barış sağlayabildiklerinin ilanıdır. Yani Aristophanes bir anlamda diyor ki; “Savaşma seviş”…

Ama gelin görün ki, M.Ö beşinci yüzyıldan M.S yirminci yüzyıla dünyada değişen bir şey olmamış ki, “Savaşma seviş” 1960'ların savaş karşıtı slogan oldu. İlk olarak Vietnam Savaşı'na karşı ortaya çıkan bu slogan, daha sonra dünya genelinde genel anlamda savaş karşıtı slogana dönüşmüştür. Bu sloganın; "Seviş" kısmı, aşka gönderimde bulunurken evlilikteki şiddetli çatışmaları ve savaşı olumlayan kapitalist kültürü kınar.

Kadın ve erkek, biyolojik olarak farklı olsa da ve bu farklılığın psikolojik ve sosyolojik yansımaları olsa da, tüm bunlar kadın veya erkeğin birbirinden üstün olduğunu göstermez. Karşısındakinin de insan olduğunu bilerek, insan insana yaşanmalı ilişkiler, evlilikler.

Sadece aşk değil, diğer tüm ilişkiler de… Hangi sebep bir insanı öldürmeyi haklı gösterebilir?

Hayat, hangisinin son olduğunu bilmediğimiz anlardan ibaret olduğu için her an kıymetli. İçini sevgi ve aşkla doldurmak gerekir, gerçek anlamdaki mutluluğu yakalayabilmek için... Bu yüzden, insanın en büyük sermayesidir; bir tebessüm, bir de yürek…

Ama nedense, yetersiz sermaye sebebiyle sıklıkla iflas ediyor insanlık…

İşte böyle anlardan birinde, “Savaşma seviş” sloganı 1967'deki protestolarda kullanıldığında, dönemin Kaliforniya Valisi Ronald Reagan şakayla karışık; "Bu çocuklar ikisini bir arada yapamayacak gibi duruyor." demiş, insanın sermayesinin yetersizliğinden ironik bir dille dem vurarak…

Yine de, Aristophanes’in “Lysistrata”sını okumalısınız veya izlemelisiniz imkanınız varsa, gündelik hayatın sıkıntılarını hafifletmek, gülmek ve eğlenmek adına… “Savaşma seviş” farkındalığına ulaşmak adına…

İnsan insana yaşayabilmek için bir umuttur; sevgi, aşk…

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Mucize Dizeler / Gökhan Sağıt Zaman Yolcusunun Düşleri / Dilek Tuna Memişoğlu Mucizeyi Beklerken / Hüseyin Uyar Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları / Hulusi Turgut Yevgeni Onegin / Aleksandr Sergeyeviç Puşkin Denizden Gelen Kadın / Henrik Ibsen Vezir Gambiti / Walter Tevis Ağrı Dağı Efsanesi / Yaşar Kemal Açlık / Knut Hamsun Roma Mermer Şehir / Jona Lendering Mahşer / Stephen King Zemheri Sıcağı / Hüseyin Uyar Yapı Ustası Solness / Henrik İbsen Yaban Ördeği / Henrik İbsen Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA