Emrullahzade Asaf Tevfik Bey..
Babası; Rumeli’nin fethinde bulunan Evlad-ı Fatihan’lardan Hüsrevoğulları ailesinin oğlu…Annesi; Saray Muhafız Kıtası’nda miralaylığa kadar yükselmiş olan Abhazlar’dan Tevfik Bey ile Osmanlı Sarayı’nda yetişmiş olan Demsaz Hanım’ın kızı…
Emrullahzade Asaf Tevfik Bey…
1888 yılında İstanbul’da doğan, Balkan Savaşı ve Çanakkale Muharebeleri’nde teğmen-üsteğmen olarak görev yapan, Çanakkale’de yaralanmasına rağmen 1917 yılında Azerbaycan’a giren İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa’nın (Enver Paşa’nın kardeşi) başyaverliğini yaptıktan sonra İstanbul’a dönüp, boğazda demirlemiş işgalci savaş gemilerini ve caddelerde devriye gezen işgalci kuvvet askerlerini gördüğünde huzursuzlanarak içi içine sığmayan vatanperver Türk subaylarından biri…
İstanbul’un üzerine çökmüş olan o puslu, gri günlerde, yakın arkadaşları Yüzbaşı Selim (Yörük), Yüzbaşı Osman (Tufan) ile birlikte, içinde bulunulan duruma çareler aradıkları bir sırada, eski komutanları Nuri Paşa’dan kendilerine yollanan; “Orta Asya’da bulunan Enver Paşa’nın genç subaylar istediği” haberinin heyecanı, keskin bakışlarından okunan bir düşünceye dönüşmekte gecikmedi; “Turan’a gideceğiz, vatanı o yoldan, Turan’ı gerçekleştirmek suretiyle kurtaracağız!”
Ancak, Orta Asya’ya gidebilecek kadar paraları yoktu. O sırada Manisa’da olan ve kendilerine yardım edeceğini düşündükleri Celal Bayar’ın yanında aldılar soluğu…
- İstediğiniz parayı vereyim. Orta Asya’ya gidin. Enver Paşa’nın ordusuna katılın ama iyi düşünün; geri döndüğünüzde acaba Anadolu’yu yerinde bulabilecek misiniz? Bana kalırsa, siz Sivas’a gidip Mustafa Kemal’e katılın.
Emrullahzade Asaf Tevfik Bey’i İstiklal Madalyası alacak ilk üç kişiden biri yapacak olan kader, ağlarını örmeye başlamıştı. Kendini bir anda Sivas’ta, Mustafa Kemal’in karşısında bulmuştu Emrullahzade Asaf Tevfik Bey ve o ilk tanışmayı hiçbir zaman unutamadı.
- İsmim Emrullahzade Asaf Tevfik. İstanbulluyum. Beşiktaş Valideçeşme, Kılıç Ali Mahallesi’ndenim.
- Artık Asaf Tevfik yok. Sadece Kılıç Ali var. Ne güzel isim!.. Malumundur ki, Hazreti Ali’nin diğer adı da Kılıç’tır. Hem de Allah’ın keskin kılıcı… Böyle bir birleşme olur da, insan Asaf’ı nasıl taşır? Hele senin gibi savaşmış bir asker olursa?
İşte o günden sonra, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı boyunca en çok güveneceği, cesaretinden hiçbir zaman şüphe duymayacağı vatanperver Türk subayı…
Kılıç Ali…
- Seni, Maraş-Antep havalisinde milli kuvvetlerin teşkilatını yapman için oraya gönderiyorum. Düşmanların amacı, Ege’de Yunan işgalini serbest bırakırken, kendi ellerindeki toprakları bizden koparacaklarıyla genişletmek ve bağımsız Türk Devleti’ne imkan vermemek… Bu millet esir olur mu? Her yer arkasından gidebileceği asker-sivil insan arıyor. Bugün için en buhranlı bölge Urfa-Maraş-Antep… Bu konuda tecrüben var. O bölgenin halkını bilirim. Yiğit, sadık, fedakar insanlardır.
- Elimden geleni yapacağım Paşam. Güveninize ve ilginize layık olacağım. Allah bizimledir.
- Tabii bizimledir. Biz meşru haklarımızın, vatanımızın kurtuluş mücadelesini yapıyoruz. Bu milletin en büyük meziyetlerinden birisi, devletine ait gerçekleri, ne kadar acı olursa olsun bilmesi ve kendinden açık gönülle hizmet istemesini kucaklamasıdır.
Maraş’ta yazacağı destan için Sivas’tan 16 Ekim 1919’da yola çıkan Kılıç Ali, beş gün sonra Elbistan’a vararak, burada teşkilatlanmasına başladı. Önce Maraşlı ve Antepli üçer kişiden oluşan bir heyet kurup mini bir kongre yaparak bu iki şehirdeki savunma hareket tarzını belirleyen Kılıç Ali, sonrasında ellerinde sınırlı sayıda olan silahların dağıtımını yaptı. Fransızların silahlandırdığı Ermenilerin Maraş’ta azıtmaya başladığı tam da o günlerde, Maraş halkının ayaklanma ve direniş hareketinin fitilini de işgalci Fransızlar yaktı. Günlerden Cuma idi. Bir Fransız müfrezesi Maraş Kalesi’ne giderek Türk bayrağını indirdi; yerine Fransız bayrağını çekti. Yüzyıllardan beri Maraş Kalesi’nde dalgalanmakta olduklarını göremeyen halk, çılgına döndü. Sokakları, meydanları doldurdu. Büyük bir kalabalık, kaleye doğru aktı. Kendilerini engellemeye çalışan Fransız askerlerini ezip geçerek kaleye vardılar ve Türk bayrağını yeniden göndere çektiler.
Maraş’ta ansızın ve bir volkan şiddetinde patlayan bu olayla birlikte artık ok yaydan çıkmıştı. Kılıç Ali karargahını Elbistan’dan Pazarcık’a taşıdı. Tıpkı Mustafa Kemal’in dediği gibi olmuştu. Gerçek tehlikeyi gören halk, öküzünü, hububatını satarak silah ve cephane temin ediyordu. Civar köylerin hepsi silahlı hale gelmişti. Düşman güçleri artık istedikleri gibi hareket edemez hale gelmişlerdi. Fransızlar, Kilis’ten Maraş’a takviye kuvvet göndermeye çalışsa da, bu kez de Antep teşkilatının başındaki Şahin Bey, Fransız müfrezesinin geçişine izin vermeyince, düşman pabucun pahalı olduğunu iyice anlamıştı.
Türk halkının topu yoktu. Tüfeği oldukça azdı. Düzenli ordusu yoktu. Cephanesi oldukça kıttı. Maraş Türkleri yürekleri ile harikalar yaratıyorlardı. İşte, Maraş’ın Şekerli Camii civarında şiddetli bir sokak çatışması sırasında, bir elinde gaz tenekesi, öteki elinde birkaç altın tutan bir kadın Kılıç Ali’nin yanına geldi ve yalvar yakar konuşmaya başladı.
- Aman Paşam. Evimin hemen bitişiğindeki evde Fransız ve Ermeni kuvvetleri var. Oradan size ateş ediyorlar. İşte şu bir teneke gazı getirdim. Benim evimi yakın ki, onların barındığı ev de yansın! Bu paraları da yakan yiğide ödül verin.
Erkeklerinin büyük çoğunluğu dağlarda, tepelerde savaşmakta olan Maraş halkının kadınları, çocukları ve bir şekilde şehirde kalmış bir avuç erkeği sokaklarda düşmanlarla böyle savaşıyorlardı. Ve yaklaşık otuz gün içerisinde Fransızlar Maraş’tan çekilince, Kurtuluş Savaşı’nın ilk destanı “kahraman” Maraş halkı ve Kılıç Ali tarafından yazılmış oldu.
Maraş işgalden kurtulmuştu ama Antep’ten gelen haberler iyi değildi. Zaten Kılıç Ali de, Fransızların Maraş yenilgisini kabul etmeyeceklerini ve büyük kuvvetlerle Antep’e saldıracaklarını tahmin ediyordu. Urfa ve Antep heyetleri Maraş’a Kılıç Ali’nin yanına gelerek savunma planlarını oluşturdular. Antep savunmasında adı adeta efsaneleşen Şahin Bey şehit düşünce, Kılıç Ali önlem almak üzere acilen Antep’e doğru yola çıktı. Şahin Bey’in ölümü ile Türk kuvvetlerinin direnci kırılmış ve dağılmaya başlamışlardı. Halkın içinde de parçalanmalar vardı. Halkı manevi değerleri korumaya yönelik çağrıları ile birleştirmeye çalışan Kılıç Ali, bir yandan da düşmanları Antep’ten atmanın yollarını arıyordu.
Kararını verdi. Maraş’taki nizamiye taburu ile seri ateşli bataryaları Antep’e getirecek, şehir dışındaki tüm kuvvetleri kuzeydeki Dülükbaba sırtlarında toplayarak kuzeydoğu ve batı çıkışlarını kuşatmış olan Fransız kıtasına baskın yaparak dağıtacaktı. Bu arada Fransızlar iki zırhla şehre girmek istediler; ama geri püskürtüldüler. Birkaç gün sonra ise, hazırlıklarını tamamlayan Kılıç Ali, Fransız mevzilerine şiddetli bir şekilde saldırdı ve bazı yerleri Fransızların elinden geri aldı. Bir hafta sonra da Antep’i düşmanlardan temizledi. Ak sakallı dedelerden ergenlik çağındaki gençlere kadar üç nesil, kendi karar ve isteğiyle bu savunmada görev almış ve Maraş’tan sonra ikinci destan da yazılmıştı. Fransızlar, Antep’i ateşe gömmeye çalıştıkça, şehir daha da sert direniyordu “Doğacaktır sana vaad ettiği günler Hakk’ın” inancıyla…
Maraş ve Antep zaferleri, Fransız diplomatlarını masaya oturttu ve 1921 yılında Fransızlarla
işgalleri altındaki vatan topraklarımızın boşaltılması ile ilgili anlaşma imzalandı. Ağır yaralanmıştı Antep; ama evlatlarının kanı karşılığında kurtulmuştu.
Kılıç Ali’nin Antep’ten ayrılacağını öğrenen Müdafaa-i Hukuk Heyeti, onun Antep’te kalması için doğrudan Mustafa Kemal’e başvurduklarında ondan aldıkları cevap, ders niteliğinde olmuştu.
- Kılıç Ali Bey’in Gazi şehrin savunulmasında gösterdiği şecaat ve dirayet malumdur. Bugünkü olaylar kendisinin ülkenin diğer bölgelerinde görevlendirilmesini gerektirmiştir. İçinizde çok Kılıç Ali’ler vardır. Bu gerçeğin tecellisine kani olarak hepinizi gözlerinden öperim.
Mustafa Kemal, Kılıç Ali’yi Yozgat’da çıkan bir ayaklanmayı bastırmak için görevlendirmişti bu kez de… Ve Kılıç Ali bir kez daha Mustafa Kemal’in yüzünü kara çıkarmadı. Ve ardından soluğu Ankara’da aldı.
Ankara’daki millet meclisine Gaziantep milletvekili olarak girdi.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na,
Türkiye Büyük Millet Meclisi birinci seçim devresi üyelerinden oldukları halde cephede, bilfiil kıt’ada cesaret ve fedakarlık gösterdiklerinden dolayı Bozok Milletvekili Süleyman Sırrı, Kozan Milletvekili Saip, Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali Beylere İstiklal Madalyası Kanunu’nun ikinci ve beşinci maddeleri gereğince, yarısı yeşil ve diğer yarısı kırmızı şeritli istiklal madalyası verilmesini rica ve Meclis’in geri kalan üyelerine de kanunun ikinci maddesi gereğince yeşil kurdelalı madalya verileceği arz olunur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Mustafa Kemal”
Kılıç Ali, Mustafa Kemal’ın önerisiyle, Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği ve yararlılık sebebiyle İstiklal madalyasını alan ilk üç kişiden biri oldu.
İstiklal Mahkemeleri’nde görev yaptı.
Cumhuriyetin ilanından sonra Soyadı Kanunu çıkınca, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisine “Kılıç” soyadını verdiği Ali Kılıç, Türkiye İş Bankası’nın kurucu üyelerinden biri oldu ve 1939 yılına kadar bankanın Yönetim Kurulu Üyeliği’ni yaptı.
Ama hepsinden önemlisi; Kılıç Ali, Salih Bozok ile birlikte Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümüne kadar yanından hiç ayrılmadı. O, Atatürk’ün adeta sırdaşı oldu.
Atatürk’ün ölümünden sonra otuz dört yıl daha yaşadı Kılıç Ali… Bu süre içinde, Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyetin ilanından sonra yaşanılanlar hakkında yazılanları okuduğunda; bazılarının kısmen değiştirilerek, bazılarının da kısmen duygulara kapılarak anlatılan olaylardan ve anılardan ibaret olduğunu gördü. Ona göre, tüm bu yazılanların ve yazarlarının gelecekte yalanlanması kaçınılmaz gibiydi.
İşte bu yüzden Kılıç Ali, yaşadığı olayları, gördüklerini gerçeklere uygun bir dürüstlükle tarihe emanet etmeye karar verdi ve anılarını yazmaya başladı.
“Ben söz edeceğim olayları “tarihtir” diye anlatmayacağım. Bu gelecek nesillerin işidir. Benim yazdıklarım tarih gerçeklerini aydınlatacak bir kaynak olursa ne mutlu bana…
Ayrıca şurasını belirtmek isterim. Bu anılardaki olaylara adları karışan bazı tanınmış kişiler, hatta dava yoldaşlarım ve en yakın arkadaşlarım bile olsalar, bundan en çok üzüntü duyacak olan ben olduğum halde gerçekleri açıklamaktan, yanlışları düzeltmekten, eleştirilerimi ortaya koymaktan geri durmayacağım.”
Gerçekten de oldukça dürüst bir şekilde; “Ulusal Kurtuluş Mücadelesi”, “Cumhuriyet ve Devrimler”, “İstiklal Mahkemeleri ve İzmir suikastı” ve “Gazi Mustafa Kemal Atatürk”ü kaleme aldı.
1919-1938 yılları arasındaki dönemi, Atatürk’ün yanındaymış gibi yaşamak… Satır aralarından okuyana bakan onun masmavi gözlerindeki aydınlığı görmek, asil sözlerindeki özgürlük arzusunu hissetmek ve her şeyden önemlisi Mustafa Kemal Atatürk’ün hangi durumda neyi düşünerek hangi kararları aldığını yani onu doğru anlamak bu kitabın en büyük farkı oldu.
Ve tabii ki, Atatürk’ün karakteristik özelliklerini yakından tanımak…
Titizliği, temizliğe verdiği önem, çağının çok ilerisindeki bilgisi, öngörü yeteneği, keskin zekası…
Ve muzipliği…
Atatürk’ün hasta olduğu günlerde ünlü doktor Fissenger, Atatürk’ü muayene ettikten sonra sordu;
“Ne kadar sigara içiyorsunuz ekselans?”
“Sekiz paket.”
Fransız doktor aldığı cevaba şaşırmıştı. Günde sekiz paket içen sigara tiryakisine hiç değilse bir paket izni vermezse sınırlamanın teoride kalacağını düşünerek; “Sizden ancak bir paket içmenizi rica edebilir miyim ekselans” dedi.
Atatürk gülümsedi;
“Doktor… Ben zaten günde en çok bir paket sigara içiyorum. Ama bundan sonra sizin izninizle içmiş olacağım.”
Ve onlarca güldüren, ağlatan ya da hayranlık uyandıran Mustafa Kemal Atatürk anısını yazdıklarının arasına serpiştirdi Kılıç Ali; o dönemin yaşanmışlıklarını, tarihi gerçeklerini anlatırken… Çünkü biliyordu; bir gün Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını ve onun kişiliğini içeriden ve dışarıdan karalamaya çalışanlar olacaktı.
Tarihi olayları ve kahramanları bugün doğru anlamak ve doğru yorumlamak için o olayların günümüzden uzaklaşması yani o günün şartlarının bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi gerekir. Kılıç Ali’nin anılarını yazmasının yegane sebebi de buydu.
Onun yazdıklarını daha sonra oğlu Altemur Kılıç, Hulusi Turgut ile birlikte derledi ve bol fotoğraf da ekleyip belgeleyerek; “Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları” kitabını yayımladılar.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk…
Babası, Anadolu’dan Rumeli’ye geçmiş olan Yörüklerden, saçı sakalı kızıl olduğu için kendisine “Kırmızı Hafız” da denilen Hafız Ahmet Efendi’nin oğlu Ali Rıza Efendi... Annesi, vaktiyle Vedina’dan Selanik’e göç etmiş olan Hacı Sofu ailesinden Feyzullah Ağa’nın kızı Zübeyde Hanım…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk…
1881’de Selanik’te Islahane Caddesi’nde, Ahmet Subaşı Mahallesi’ndeki evde dünyaya gelen, yaşamının tamamını Türk milletine adayıp ülkemizi işgalci güçlerden temizledikten sonra da, tam bağımsız, gücünü halkından alan fikri hür vicdanı hür nesiller yetiştirmek isteyen, Cumhuriyetimizin kurucusu, sevgili Atamız…
Emrullahzade Asaf Tevfik Bey…
Namı diğer, Kılıç Ali…
1919 yılının Sivas Kongresi’nden 10 Kasım 1938’e kadar kendisini Atatürk’e adayan ve onun sırdaşı olmuş olmanın, vatana büyük bir sadakatla hizmet etmiş olmanın vicdani huzuru içinde 14 Temmuz 1971’de İstanbul’da yaşama veda eden değerli bir büyüğümüz…
Bu vatanı korumak ve sonrasında da gelecek nesillere tam bağımsız bir ülke bırakmak için her türlü fedakarlığı yapan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını saygı ve minnetle anıyorum.
Ruhları şad olsun…