DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 04-12-2023 18:32

Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova

Venedik…

Roma İmparatorluğu’nun son yıllarında, kuzeydeki işgalcilerden kaçan sığınmacıların kurduğu ve dört yüzün üstünde köprüyle birbirine bağlanan yüz on sekiz ada ve bu adalar arasında bulunan yüz yetmiş kanaldan oluşan “Maskeler Şehri”, “Yüzen Şehir”, ya da “Köprüler Şehri”…

Venedik, “Maskeler Şehri”…

Çünkü Pagan tanrılarını sembolize eden Venedik maskelerinin binlerce yıllık mazisi var. Aynı maskelere Roma İmparatorluğu’nda da rastlanıyor ve bu maskelerin de geçmişi binlerce yıl geriye uzanıyor. On üçüncü yüzyılda, kırk gün boyunca baharın gelişini kutlamak amacıyla düzenlenmeye başlayan, daha sonraları zenginleşerek kapsamı genişleyen, dünyanın en ünlü organizasyonlarından, tarihi Venedik Karnavalı’nın da ayrılmaz bir parçasıdır, rengarenk maskeler. Her biri birer sanat eseri güzelliğindeki bu maskeler, geçmiş yüzyıllardaki festivaller boyunca halk arasındaki sınıf ayrımını ortadan kaldırmak ve tüm şehir halkını birbirine yakınlaştırmak adına kullanılıyordu.

Venedik, “Yüzen Şehir”…

Çünkü kanallarıyla ünlü bu şehirde, evlerin kapıları kanallara açılıyor, postacılar bile evleri sokaktan değil, kanaldan buluyorlar. Yolunuzu sokaklar vasıtasıyla bulmak, hatta bu sokaklarda rahatça yürümek imkânsız; çünkü çok darlar.

Venedik, “Köprüler Şehri”…

Çünkü köprüleri de, en az kanalları kadar ünlü… Bu şehirde tam dört yüz on altı köprü var. En ünlüleri Rialto, Scalzi ve Accademia… Köprülerin bir de, manevi değeri var. Venedikliler, gondolla köprü altından geçerken öpüşen çiftlerin, sonsuza dek birlikte ve mutlu olacağına inanıyorlar.

Dahası da var. “Sular Şehri”, “Adriyatiğin Kraliçesi” ve “Denizin Gelini” Venedik şehrine verilen diğer isimler…

Ne derseniz deyin, UNESCO’nun “Dünya Mirası” listesinde de yer alan Venedik, dünyanın en güzel şehirlerinden biri..

Daha önceki yüzyıllarda olduğu gibi, on sekizinci yüzyılda da dünyanın en önemli tüccarlarına, bankerlerine ev sahipliği yapan ve yaşam alanı olarak lüksün ve ihtişamın her adımda hissedildiği gerçek bir cazibe merkeziydi Venedik… 

İşte o yılların en cazibeli, en ünlü Venedikli’si…

Huzurlarınızda Giacomo Casanova!!!!

Giacomo Casanova; “Aklı hakikat yoluna çağırabilmek için işe onu aldatmakla başlamak gerektiğini öğretmeyi seviyorum. Karanlıklar herhalde ışıktan önce vardı.”

Hooop! Peşpeşe flaş patlamaları ve birden her yer zifiri karanlık….

Evet, on sekizinci yüzyıl... Eğlenceler, kutlamalar… “Rokoko” denen o çağın, yaşama karşı tutumuydu, saray ihtişamı içinde yapılan maskeli balolar… 

Bu yıllar, zerafetin sizi çok yukarılara götürebileceği zamanlardı;  ama ister simya, ister dalkavukluk, isterse kariyeri ve parasıyla olsun, karşısındaki birini nasıl etkileyeceğini bilen birinin en yüksek etkiyi kazanabileceği zamanlardı da, diyebiliriz.

O şehvetli çağı bizzat yaşayıp, sonradan bu çağın düşüşüne de tanıklık eden, başı belaya girip gizli polis tarafından takip edildiği zamanlarda bile bir yolunu bulup hep kurtulan, maskelerin ardındaki tutku olarak tüm zamanların en büyük baştan çıkarıcısı diye ün salan Giacomo Casanova’nın hayatta kalma ve baştan çıkarma becerilerinin sırrı neydi peki?

Aslında onun bu sırrını çözümlemek çok zor değil. Klasik bir söylem ama bu sırrın şifreleri onun çocukluğunda saklı.

Giacomo Casanova; “Ayrıntılara inmeden bir şeyin ilginçliği ortaya çıkmaz.”

1720’li yılların başlarında, Parmalı bir genç olan Gaetan Joseph Jacques, bir tiyatrocu kadının cazibesine kapılarak ailesini terk eder. Bir süre sonra Gaetan da tiyatrocu olur ama yeteneğinden çok yaşam biçimiyle dikkat çekmeye başlar. Belki kıskançlıktan belki de ayran gönüllülükten, Gaetan bir süre sonra bu kadını terk edip başka bir grup tiyatrocu ile Venedik’e gelir.

Venedik’te oturduğu evin tam karşısında Jerome Faruzzi adında bir ayakkabıcıyla karısı Marzia ve on altı yaşındaki kızları Zaretta oturmaktadır. Gaetan, ilk görüşte Zaretta’ya aşık olup onun da gönlünü çelerek kendisiyle kaçmaya ikna eder ve gizlice evlenirler. Tiyatrocuları sefil yaratıklar olarak gören Zaretta’nın babası üzüntüden ölürken, annesi Marzia Zaretta’nın tiyatrocu olmaması kaydıyla bu evliliği kabul eder. Ne var ki, Zaretta sözünü tutmayarak bir süre sonra tiyatrocu olur..

Gaetan ve Zaretta’nın evlenmesinden dokuz ay sonra, 1725 yılında Giacomo Casanova dünyaya gelir. Ertesi yıl, Zaretta Gaetan ile birlikte sahneye çıkmak için Londra’ya gidince küçük Giacomo’ya onu ölünceye kadar çok sevecek olan anneannesi Marzia bakmaya başlar.

Giacomo, sekiz yaşına geldiğinde bir türlü geçmeyen burun kanamaları başlar. Anneannesi, Marzia son çare olarak Giacomo’yu gondolla Murano’daki bir büyücü kadının yanına götürdüğünde, gördükleri karşısında küçük Giacomo büyük bir şok yaşar. Kümes gibi bir evde, kucağında kara bir kedi ve etrafında başka beş altı kediyle döküntü bir yatağın üzerinde yaşlı bir kadın oturmaktadır ve bu kadın büyücüdür.

Büyücü kadın, Marzia ile bir süre konuştuktan sonra Giacomo’yu kucağına alıp boş bir sandığın içine oturtur ve ona korkmamasını söyledikten sonra sandığın kapağını kapatır. Yeniden burnu kanamaya başlayan Giacomo mendille burnunu kapatıp kanamayı durdurmaya çalışırken büyücü kadın, bazen ağlayarak, bazen kahkahalar atarak, bazen de şarkılar söyleyerek, sandığın kapağına sert şekilde vurmaya başladığında Giacomo, kendini olan bitene tamamen kapatır. Sonunda büyücü kadın Giacomo’yu dışarı çıkararak, yüzlerce kez okşadıktan sonra onu çırılçıplak soyarak yatağa yatırır. Daha sonra, az ötedeki ocakta otlar yakıp dumanını bir çarşafın içine toplayan büyücü kadın, Giacomo’yu bu çarşafla sarıp sarmaladıktan sonra büyüler ve dualar okumaya başlar. Bu tuhaf seromoninin sonunda da Giacomo’nun başını ve ensesini merhemlerle ovaladıktan sonra onu tekrar giydirir. Küçük Giacomo’ya bir şekerleme hediye eden büyücü kadın, artık kanamaların azalarak kaybolacağını ama onu iyileştirmek için bu yaptıklarını kimseye söylememesi gerektiğini, eğer başka birine söylerse bütün kanını kaybedip öleceğini söyler. Ayrıca o gece, peri gibi bir kadının Giacomo’yu ziyarete geleceğini ve bundan sonraki bütün mutluluklarının bu kadına bağlı olduğunu ve bu ziyaretten de kimseye kesinlikle bahsetmemesi gerektiğini de söyler.

O gece eve döndüklerinde küçük Giacomo, gece yarısı bir gürültü ile uyandığında, şömineden içeriye, elinde büyükçe bir sepet taşıyan, güzel bir kumaşa sarınmış başında taç olan güzel bir kadının yanına gelip yatağına oturduğunu görür. Güzel kadın, bir süre Giacomo’nun yanında kalıp onun anlamadığı bir dilden tatlı bir edayla konuşur ve bir süre sonra da, Giacomo’yu öpüp oradan ayrılır. Ertesi sabah, anneannesi, Giacomo’yu giydirmeye geldiğinde dün gece yaşananlar hakkında kimseyle konuşmaması gerektiğini ona hatırlatır. Anneannesi, dün gece onun yanında değildi ama anlaşılan, tüm yaşananları biliyordu.

Giacomo Casanova; “Dünyada hiçbir zaman büyücüler olmamıştır; ama başkalarını büyücü olduklarına inandıran ve bu sayede onları etkileyen insanlar vardır.”

Giacomo Casanova, bu olaydan sonra yavaş yavaş iyileşir ve burun kanamaları zamanla kaybolur. Bu tuhaf büyücü macerası, Giacomo için bir tür kabul töreni, bir tür ikinci doğum gibi olur. Hayatının ilerleyen yıllarında yaşadıklarının, bir tür iyileştirici varlık olarak deneyimlediği bu büyücüyle kesinlikle ilgisi vardır. Bu büyücü kadın, Giacomo’nun inandığı kadın imajı üzerinde de çok güçlü bir etkiye sahip oldu. Bir kere, kadınlardan korkmaya gerek olmadığını deneyimlemişti, insanların manipüle edilebileceğini deneyimlemesi de, onu etkilemişti. Çünkü anneannesi ve kendisi, büyücü kadın tarafından manipüle edilmişti.

Bence, Giacomo’nun bilinçaltında yer eden diğer bir önemli olay da, kendisinde iki yaş küçük kardeşiyle yaşadıkları... Büyücü trajedisinden birkaç ay sonra, bir gün kardeşiyle babasının çalışma odasında oynarlarken, Giacomo masanın üzerinde duran kristal parçasını cebine atar. Birkaç dakika sonra babası, kristal parçasının yerinde olmadığını fark edince her yeri aramaya başlar ama bulamaz ve kristalin hiçbir yerde olmadığını ve muhakkak ikisinden birinde olduğunu onlara söyler; ancak hem kardeşi, hem de Giacomo kristalin kendilerinde olmadığına dair yemin ederler. Babasını üstlerini aramaya başlamadan önce Giacomo kristal parçasını çaktırmadan kardeşinin cebine atar. Babası kristal parçasını bulduğunda, yalan söylediği için Giacomo’nun kardeşini kayışla döver.

Yakın zamandaki bir günah çıkartma seansı sırasında Giacomo, bir Cizvit papazına bu olayla ilgili  herşeyi anlatır. Papaz, Giacomo’nun adının gereğini yerine getirdiğini çünkü İbranice’de Giacomo’nun “başkasının yerini alan” anlamına geldiğini söyler. Kardeşini kandırma davranışının normal olduğu, çünkü adının gereğini yerine getirdiğinin küçücük çoçuğa söylenecek bir şey olup olmadığı yani papazın bu tercihi, tartışılır bence…

Bu olaydan yaklaşık altı hafta sonra, Giacomo’nun babasının kulak zarında bir iltihaplanma olur ve sekiz gün içerisinde babası ölür. Babasının ölmeden önceki isteği üzerine Venedik’in soylu ailelerinden Grimani ailesi, Zaretta ve çocuklarını gözetimi altına alır.

Giacomo dokuz yaşındayken eğitim için Padova’ya gönderilir ve bir pansiyonun tavan arasında üç çocukla birlikte kalmaya başlar. Tahta kuruları ve fareler arasında geçen geceler, gündüz yemek istemediği yemeklerle geçen sefalet ve açlık günleri başlamıştır onun için…

Giacomo Casanova; “Hayatın üst üste biriken mutsuzluklardan ibaret olduğunu söyleyenler, bununla hayatın kendisinin de bir mutsuzluk olduğunu söylemek isterler. Hayat mutsuzluksa, o zaman ölüm mutluluktur.”

Giacomo’nun okuldaki öğretmeni, Doktor Gozzi adında genç bir rahiptir. Dokuz yaşındaki Giacomo’nun ilk önce okuma yazma öğrenmesi gerektiğinden, beş yaşındaki çocuklarla birlikte aynı sınıfta eğitimine başlar. Giacomo, müthiş bir gelişme göstererek bir ay içinde okuma yazma öğrenir, dört ay sonra da, Doktor Gozzi onu sınıf başkanı ilan eder. Giacomo’nun görevi, otuz arkadaşının ödevlerini kontrol etmek, hatalarını düzeltmek ve durumlarını övgü veya eleştiriyle öğretmene bildirmektir. Tembel öğrenciler, kızarmış pirzola ve tavuklar ya da para gibi verdikleri rüşvetlerle Giacomo’nun aklını çelerek onun hatalı bildirim yapmasını sağlamaya başlarlar. Giacomo, bir süre sonra istediği haracı vermezlerse, hak edenlerin ödevlerini de onaylamamaya başlar. Sonuç,  Doktor Gizzi’nin onu sınıf başkanlığından alması olur.

Giacomo’nun zekasına ve yeteneklerine inanan Doktor Gozzi, bir süre sonra onu kendi evine alır. Doktor Gozzi yaklaşık iki yıl içinde Giacomo’ya keman çalmayı, felsefeyle hiçbir ilgisi olmamasına rağmen meşşailerin mantığını, eski Tolomee sistemiyle kozmografiyi öğretir. Giacomo kendi kendine sadece dilbilgisi yardımıyla Yunanca’yı öğrenir. On, on bir yaşlarındayken antik Yunan eserlerini okumaya ve üzerinde düşünmeye başlar.

Bir gün, annesinin çağrısı üzerine kısa bir süreliğine Doktor Gozzi ile birlikte Venedik’e gelip önemli soylularla yenen akşam yemeğinde, tüm cesaretini toplayıp büyüklerin edebiyat sohbetine katıldığında onun dilbilgisi ile ilgili yaptığı akıl yürütmelerden etkilenen ve edebiyat ile uğraşan soylu bir İngiliz, içindeki Latince dilbilgisi kurallarını açıklaması için bir cümleyi kağıda yazıp Giacomo’ya verir.

“Discite grammatici cur mascula nomina cunnus
Et cur femineum mentula nomen habet”
(Dilbilgisi ustaları, anlatın bize, mentula (erkek cinsel organı) dişil olduğu halde, neden cunnus (kadın cinsel organı) eril bir kelimedir?)

On bir yaşındaki Giacomo, kağıttaki bu cümleyi yüksek sesle doğru bir şekilde okuduktan sonra, bir açıklama yapmak yerine bu soruya cevap vermek istediğini söyleyerek bir kağıda; “Disce quod a domino nomina servus habet” (Çünkü ancak köle, efendisinin ismini alır.)” yazdığında, masada kısa bir sessizliğin ardından büyük bir alkış kopar. On bir yaşındaki bir çocuk için inanılmaz olan bu cevabı sebebiyle, İngiliz soylu, saatini Giacomo’ya hediye eder. Edebiyattan gelecek şan ve şöhrete düşkünlüğün tohumları da Giacomo’nun içine o gün atılmış olur.

Giacomo Casanova; “Ben karanlık bir odada, uçsuz bucaksız ufka açılan bir pencereden giren ışığı görmeyi çok severim.”

Doktor Gozzi’nin Giacomo’nun üç yaş büyük, yani on dört yaşında, “Bettine” adında güzel, neşeli ve roman okumaya meraklı bir kız kardeşi vardır. Bettine, Giacomo’nun her gün düzenli olarak saçlarını tarar ve kıyafetlerini giydirip onu okula hazırlar. Bettine’nin Giacomo’ya dokunuşları, Giacomo’nun tüm benliğini kaplayacak aşk ateşini ona ilk hissettiren şey olur. On bir yaşındaki Giacomo, oldukça küçük bir yaşta kendi vücudunun farkına varmaya başlar. Hatta bir gün Bettine onu yıkarken, Giacomo hayatının ilk cinsel hazzını kendi kendine yaşar ve bundan dolayı bir süre utanç duyar, Bettine ile evlenmesi gerektiğini bile düşünmeye başlar. Bettine’ye bağlanmış ve aşık olmuştur. Fakat, tesadüf eseri uyandığı bir gece yarısı su içmek için mutfağa giderken,  Bettine’nin odasından evde kalan diğer öğrencilerden Candiani’nin çıktığını görünce, Giacomo’nun ilk aşkı onun için büyük bir hayal kırıklığı olur ama elli yıl sonra Bettine ölüm döşeğindeyken yanında Giacomo Casanova vardır ve Bettine, Casanova’nın kollarındayken son nefesini verir.

Giacomo Casanova; “Eğer zevk almak diye bir şey varsa ve ancak hayatta olduğumuz sürece zevk alabiliyorsak, o zaman hayat mutluluktur. Tabi mutsuzluk da vardır; onu da tatmak gerekir. Ama mutsuzluğun varlığı bile mutluluğun kapladığı büyük alanı göstermeye yarar.”

Çocukluğunda, karakterinin çizgileri bu trajik yaşanmışlıklarla çizilince, Giacomo Casanova, tüm zamanların en ateşli çapkını, skandalların adamı, aşk makinası, asker eskisi, rahip, piyango yöneticisi, kaçak, beş parasız soylu, casus, korkusuz bir maceraperest, dolandırıcı ve kumarbaz olarak ün yapmasına sebep olacak bol inişli çıkışlı ve toplumun her kesimine dokunan bir yaşam tarzını seçer.

Bu hayatıyla, yaptıklarıyla veya yapmadıklarıyla adeta bir efsaneye dönüşen Giacomo Casanova üzerine pek çok film yapıldı ve tüm bu filmler onu sağı solu belli olmayan şehvet düşkünü bir adam, bir aşk makinesi ya da tek derdi cinsellik olan biri olarak tanıttılar.

Giacomo Casanova; “İnsan hakkıyla akıl yürütebilmek için, ne aşık, ne de öfkeli olmalı. Bu iki taşkın duygu, bizi hayvanlarla zeka olarak aynı seviyeye indirir; fakat ne yazık ki, insanın en çok akıl yürütmeye meyilli olduğu anlar da ya aşkın ya da öfkenin etkisiyle altüst olduğu anlardır.”  

Biz de, onu hem önyargısal ve hem yüzeysel bilgilerimizle, sadece çapkınlığın bir timsali olarak gördüğümüz için, onun yaşamının ardındaki bu derinlikten ve çeşitlilikten haberdar değiliz pek çoğumuz…

Aslında Giacomo Casanova, insanın sinir sistemini inceleyen eylem halindeki bir yaşam filozofu, Homeros’un İlyada’sının ilk çevirmeni, Balzac, Stendal, Emile Zola, Fellini ve daha nicelerini etkilemiş bir yazardı da, aynı zamanda…

Giacomo Casanova, seçtiği yaşam tarzının da etkisiyle yaşlılığında yalnız kalır ve bu yalnızlığı hafifletmek adına tam on iki yıl boyunca üç bin sayfanın üzerinde yazarak yaşadıklarını “Hayatımın Hikayesi - Seingalt Şövalyesi” adıyla kitaplaştırdı.

Bu kitabın küçük bir kısmı, yaklaşık üç yüz sayfa olarak Türkçeye çevrilir ve; “Hayatımın Hikayesi” olarak piyasaya sürüldü.

Bu kitabı okumadan önce elime aldığımda, iki yüz elli yıl önce yaşayan Giacomo Casanova’nın, yirmi birinci yüzyılda yaşayan bana bir soru yönelttiğini hissettim, onu duyar gibi oldum. O zaman ben de size sorayım aynı soruyu…

Bu ilginç on sekizinci yüzyıl adamının hayatını okuyacak kadar “özgür” müsünüz? 

Yani Giacomo Casanova‘nın hayatını okuduğunuzu, kimseden gizlemeye saklamaya gerek duymadan okuyacak kadar, ya da onun anlattığı her şeyi bayağı bulmayacak kadar özgür müsünüz?

Değilseniz de kırın zincirlerinizi, çünkü karşınıza bir filozof çıkacak…

Giacomo Casanova; “Yüce Tanrı ve ölümümün şahitleri: Filozof olarak yaşadım, Hıristiyan olarak ölüyorum.”

***

Yazıyı sesli dinlemek için görsele tıklayınız 

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA