DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 02-09-2023 18:07

Hayvan Mezarlığı / Stephen King

Dennis Martin…
Dokuz yaşındaki erkek kardeşi, babası ve dedesi ile kamp yapmak için yola çıkan altı yaşındaki Dennis, Spence Field bölgesindeki kamp yerine ulaştıktan bir süre sonra, kardeşi ve kamp yerindeki diğer çocuklarla birlikte saklambaç oynamaya başladı. Ancak bu oyunların biri bittiğinde, tüm çocuklar saklandıkları yerden çıkmalarına rağmen, Dennis ortaya çıkmadı. Dennis en son çayırların hemen kenarındaki ormanlık alana doğru koşarken görülmüştü.

Dennis’i ormanlık alanda yaklaşık üç kilometre boyunca babası ve kamp yerindekiler aradılar; ama ona dair en ufak bir iz bile bulamadılar. Sonraki saatlerde, korucu istasyonundaki görevlilerin bir kısmı yürüyerek kokuya duyarlı köpeklerle ve pilot görevliler de havadan, doksan kilometrelik bir alanı helikopterlerle taradı; ancak Dennis’e dair en ufak bir iz bulunamadı.

Dennis’in açıklanamaz bir şekilde kaybolması ve bir türlü bulunamaması sebebiyle, ilerleyen günlerde Amerika Birleşik Devletleri’nin özel harekat kuvveti olarak bilinen “Yeşil Bereliler” de arama kurtarma çalışmalarına katıldı; ancak yine sonuç alınamadı. Dennis hiçbir iz bırakmadan ormanda kaybolmuştu.

Teresa “Trenny” Gibson…
Trenny, bir lise okul gezisinde kırk arkadaşıyla beraber “Andrews Bald” adındaki bir bölgeye doğru doğa yürüyüşüne başlamıştı. Yol uzun olduğu için ilerleyen saatlerde bir çok öğrenci, yürüme hızlarına göre küçük gruplar oluşturarak yürümeye devam etmişti. Trenny de yorulduğu bir yerde tek başına oturup bir süre mola verdiği için, kendi grubundan ayrı düşmüştü. Trenny, biraz dinlendikten sonra hızlı bir şekilde yürüyerek grubuna yetişmeye çalışırken yerde oturmuş dinlenen başka bir öğrenci grubunun yanından geçti. Bu öğrenciler, Trenny’i yanlarına oturmaya çağırdılar; ancak o oturmayı reddedip yürüyüşüne devam etmişti ki, yaklaşık yirmi metre sonra garip bir şekilde aniden durdu ve sağ tarafındaki çalılarda ilginç bir şey görmüş gibi oraya doğru bakmaya başladı. Kısa bir süre sonra, baktığı yöne doğru yürüyerek gözden kayboldu. Beş on dakika sonra yerde oturan diğer öğrenciler, Trenny’nin gözden kaybolduğu yere geldiklerinde orada büyük ve yoğun çalılardan başka bir şey olmadığını gördüler.

İlerleyen günlerde Trenny’nin en son görüldüğü yerin civarı araştırıldığında, Trenny’nin cüzdanı, çantası ve bazı makyaj ürünleri gibi kişisel eşyaları bulundu. Ama yoğun aramalara rağmen Trenny bulunamadı. Trenny garip bir şekilde ormanın derinliklerinde kayboldu ve geride fazla bir iz bırakmadı.

Christopher Thompkins…
Yirmi yaşında bir araştırmacı olan Christopher, “Harris” bölgesinde yoğun bir ormanlık alanda dört kişilik bir ekibin parçası olarak çalışmalar yapıyordu. Bir akşam dört arkadaş, mesailerini bitirdikten sonra çalıştıkları yerden kaldıkları yere doğru her iki tarafı yoğun ormanlarla kaplı asfalt bir yolun kenarında tek sıra halinde ve 30-40 metre aralıklarla yürümeye başladılar. Christopher, bu yürüyüş sırasının en sonundaydı ve arkadaşları bir süre sonra Christopher’ın arkalarında yürümediğini fark ettiler. Christopher’ı arkalarında yürürken en son gördükleri yere geri dönen üç arkadaş, yerde bir kaç madeni para dışında hiçbir şey bulamadılar. Etrafı aramaya başladıklarında, biraz ileride yolun kenarındaki dikenli tellere takılmış bir adet iş botu buldular ki,  bu Christopher’ın botuydu. İlerleyen günlerde yüzlerce kişinin katıldığı büyük bir arama kurtarma çalışması yapıldı ama bölgenin yaklaşık bir kilometre ilerisinde Christopher’ın iş botunun diğer tekinden başka hiçbir şey bulunamadı. 

Christopher Thompkins de, Trenny Gibson, Dennis Martin ve sayısı tam açıklanmamış olsa da, binlerce olduğu tahmin edilen diğer birçok insan gibi garip ve ürpertici bir şekilde, hiçbir iz bırakmadan kaybolmuş ve bir daha bulunamamışlardı.

Günümüzde tüm bu esrarengiz kayıpların yaşandığı yerler, Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzeyinden başlayarak, Kanada sınırları içerisine giren karlarla kaplı sıradağlarla, sakin göllerle, göz alabildiğine uzanan uçsuz bucaksız çayırlarla ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünen ormanlarla dolu ulusal parklardan oluşan geniş bir bölgede yer alıyor. 

Bu bölgeye dair ilginç olan şu ki, Kanada ve Kuzey Amerika’da, yüzyıllar önce yaşayan Kızılderililer de, bu bölgenin karanlık ormanlarının “Wendigo” isimli canavarının korkunç hikayelerini nesiller boyunca anlatarak yaşadılar. Efsanelere göre; Wendigo başlangıçta sıradan avcı bir insandı. Ancak bu talihsiz avcı gün geçtikçe acıkmaya başladı. Ne yazık ki,  günler süren açlığın sonunda karşılaştığı ilk “besin kaynağı” bir insan oldu. Böylece bu sıradan avcı insan, bu korkunç olay sebebiyle lanetlendi. Wendigo, sürekli insan eti yeme isteği duyar hale geldikçe, her ziyafeti açlığını büyüttü. Böylece Wendigo, soğuk ve karanlık ormanlarda insan avlamak için dolaşan yamyam bir “insan-canavar” haline geldi. 

Kimi anlatılara göre, Wendigo’nun bedeni kir ve kan içindeydi. Yamyamlık nedeniyle acılar içinde kıvranan fakat acı çektikçe daha fazla yamyamlığa sürüklenen Wendigo’dan ölümün ve çürümenin kokusu yayılıyordu. 

Kimi anlatılara göreyse, derisi kemiklerine yapışmış çelimsiz bir iskelet gibiydi. Kül rengi derisiyle yaşayan bir ölüye benziyordu.

Başka bir anlatıda da, Wendigo, bir geyiğinkini andıran boynuzlara, keskin pençelere sahipti. 

Ancak hemen hemen tüm anlatılarda Wendigo’nun sivri ve keskin dişleri vardı. Wendigo nasıl görünürse görünsün, bir insanın karşılaşmak istemeyeceği bir yaratıktı.

Mekan, tarihsel anlamlara sahip bazı olayların hala hatırlandığı ve nesiller boyunca süreklilik ve kimlik sağlayan alandır yani mekanın tarihsel anlamı bir anlatı için önemlidir. Doğal olarak, günümüzde bu bölgedeki ulusal parklarda yaşanan tüm esrarengiz kayıplar, Wendigo gibi iblis ruhlu yaratıkların varlığını akla getiriyor ki,  bu da yeterince ürkütücü ve tüyler ürpertici bir durum. 

Korku ve gerilim türündeki kitaplarıyla tanınan Stephen King, 1970’li sonunda Kuzey Amerika’daki ulusal parklara yakın bölgede yer alan ve mezun olduğu Orono’daki Maine Üniversitesi’nden akademik kariyer daveti alınca, Maine’de yeşillikler içinde yer alan bir kır evine ailesiyle birlikte taşınıyor. Evin hemen yanında bir orman ve iki tarafı ormanlarla kaplı asfalt bir yol var. Bu yol, aynen “Hayvan Mezarlığı” kitabındaki yol gibi... Yoldan hızlı bir şekilde geçen ağır yük kamyonları sık sık civardaki evcil hayvanların canına mal oluyor ve hatta ormanın içindeki bir yerde, bölgenin çocukları bir hayvan mezarlığı kurmuşlar. 

Stephen King’in yine anlattığına göre, bu eve taşınmalarından kısa bir süre sonra kızının kedisini yol kenarında ölü bulmuş ve kediyi ormanın içindeki evcil hayvanı mezarlığa gömmüşler. Bu üzücü olaydan kısa bir süre sonra ailecek evlerinin önündeki çimenlik alanda uçurtma uçururken, o zaman henüz iki yaşına bile gelmemiş olan evin küçük oğlu asfalt yola doğru koşup yolun ortasında durduğunda Stephen King, oğlunu hızla gelen bir kamyonun altında kalmaktan son anda kurtarmayı başarmış ve “Ya onu yakalamasaydım?” sorusunu saatlerce kendisine sormuş. Bu korkutucu olayın etkisinden olsa gerek, o gece gördüğü “evlerinin bahçesinde yeniden canlanan bir ölüyle” ilgili rüya, Stephen King’in zihnine “Hayvan Mezarlığı” kitabının tohumlarını atmış.. 

Stephen King'in gerçek hayatından ödünç aldığı bir başka olay örgüsü unsuru, nazik bir komşunun varlığı. Bu komşu, King’in evinin karşısında bir dükkan sahibi olan Julio DeSanctis adında bir adamdı. Nitekim, kitabın önsözünde King, "Orrington’daki evimde yazı yazma yeri yoktu, ancak Julio'nun dükkanında boş bir oda vardı ve Hayvan Mezarlığı’nı orada yazdım" diye yazdı. 

Yani, “Hayvan Mezarlığı” kitabının onun için ilham kaynağı oldukça açık bir şekilde kendi hayatındaki olaylar ve o zaman yaşadığı yere dair tarihsel anlatılara dayanıyor.

Ancak Stephen King "Basitçe söylemek gerekirse, yazdıklarımdan ve çıkardığım sonuçlardan dehşete düştüm." diyerek romanın yayınlanmasından on yıllar sonra bile “Hayvan Mezarlığı”nı hâlâ en korkutucu ve sonunda "çok ileri" gittiğini hissettiği üzücü bir deneyim olarak görüyor. Çünkü tüm fantastik öğelerine rağmen “Hayvan Mezarlığı”, çocuğunu kaybeden bir babayı düşünülemez olanı yapmaya iten kederin onları içine soktuğu çılgınlık ve acının hikayesidir. 

Keder, insana pek çok şey yaptırabilecek çok güçlü bir duygu... Zaten insanı diğer canlılardan ayıran şeylerden biri de, yaşam ve ölüm arasındaki farkı biliyor olmamız değil mi? Örneğin hayvanlar içgüdüseldir, kendilerini zarardan korurlar ve mümkün olduğunca ölümden kaçınırlar ancak ölüm hakkında bir fikirleri yoktur. Evet, maymunlar gibi daha üst düzey hayvanlardan bazıları veya köpekler gibi insanlar tarafından evcilleştirilenler, kedere çok benzeyen davranışlar sergileyebilir; ancak insanlar, yaşamını kaybetmenin kederi konusunda benzersizdir. Çünkü ölüm bize gizemli görünür ve beynimiz içgüdüsel olarak yokluk gerçeğini kabul etmek istemez. 

Uzun lafın kısası, ölümün bir son olduğuna inanamayacak kadar benmerkezcidir insanoğlu... Din, hayatı nasıl yaşayacağımız konusunda bir rehber kitap görevi görür ve ölüm karşısındaki kedere de yardımcı olur; çünkü çoğu din, bir gün sevdiklerimizi tekrar göreceğimizi belirtir. Bu bakış açısından da, inanç sistemi olmayanların ölümün kesinliği ile çok daha fazla mücadele edeceği sonucu çıkacaktır. “Hayvan Mezarlığı”nın ana karakteri Doktor Louis Creed, işte bu insanlardan biri. 

Ateist olmasına ve “Ölüm ölümdür, bundan geri dönüş yoktur” diye düşünmesine rağmen, İncil’den alıntılara sığınarak kederle mücadele ediyor. Ve, kendine mekan olarak da Ludlow kasabasını ve Micmac mezarlığını seçiyor. Çünkü bu toprağın, yüzeyinin altında olup bitenleri dönüştürme ve kontrol etme yeteneğine sahip olduğuna inanan Micmac kızılderilileri, ölülerini bu mezarlığa gömüyorlardı. Wendigo da, mezarlık alanlarını çevreleyen yerde ormanda dolaşan iblis ruhlu bir insan-canavardı. Toprakla ve Kızılderililerin mitolojisiyle bağlantılıydı. Wendigo da toprağa bağlı ve mezarlığa yaklaşan herkesi tehdit ediyordu. Böyle bir bölge, iblis ruhu yaratarak ölüleri diriltiyor olabilir mi? Bu soru cevapsız ve spekülasyona açık. Stephen King de bu cevapsızlığın yarattığı huzurluktan faydalanarak, bu mekanı birincil karakter olarak kurgusuna yerleştiriyor. 

Ancak Stephen King’in kurgusunda, insanlardaki maddi ve manevi erozyonlar yüzünden, Micmac mezarlığında eskatolojik olarak kalibre edilmiş farklı bir zaman ve mekan duygusu hüküm sürüyordu. Bu, insanların tarihsel olaylarına bağlı olmayan zaman ve mekandı. Bu toprakların kendisi artık zamana, mekana veya insanlara bağlı değildi. Mekan artık belirli insan gruplarıyla özdeşleşmiyor, insanlarını seçiyordu. Evet, ölülerini oraya kimin gömdüğüne göre seçiyordu.

Çünkü eskatolojide evren ''nesneler / duyular dünyası'' ve ''idealar / sezgiler dünyası'' olmak üzere ikiye ayrılıyor. Buna göre, nesneler dünyası üç boyutlu ve maddi alemin imkanlarıyla sınırlı. Kıyamet koptuktan sonra tamamen yok olacağı için, esasında gerçek değil. Yani, maddi dünya için ''saçma'' ya da ''gereksiz'' olan her şey, öte alemde tamamen anlamlı ve gerekli. 

Hani eski dünyanın sömürge dönemlerinde, Fransız ve İngiliz orduları "dünyayı, onun ihtiyaçlarını, potansiyellerini ve misyon ve pastoral müdahale yerlerini değerlendirmek" amacıyla yeni sistemler yaratmışlardır ya, yaşlı komşu Jud'un bir şekilde Louis ve ailesini; ihtiyaçlarını, potansiyellerini, görev yerlerini ve kendi pastoral müdahalesini araştırdığı söylenebilir. Kedi öldüğünde, pastoral içgüdüleriyle Jud, Louis'in potansiyelini ve çocuklarını yatıştırma ihtiyacını fark eder. Böylece kediyi diriltme görevi için onu Kızılderili mezarlığına götürür. 

“Kederin işkencesi ve ölümün karşısında sevgi neye benzer?” sorusu, Dr.Louis Creed’in kendisinde cevap buluyor. Kedilerinin Micmac mezarlığından şeytan ruhlu bir kedi olarak geri dönmesine rağmen, küçük oğlu Gage’in ölümünden sonra yine aynı şeyi yapmasıyla insana dair dehşet verici bir durumu ortaya çıkarıyor. 

Yuhanna İncili 11'de Lazarus hastalanır ve ölür. İsa Marta'ya, "Kardeşin yeniden dirilecek" diyor ama, aslında "Son gün, dirilişte O'nun dirileceğini biliyorum" demek istiyor. Yine Yuhanna İncil’inde İsa, “Diriliş ve yaşam benim. Bana iman eden ölse bile yaşayacaktır ve yaşayan ve bana inanan hiç kimse asla ölmeyecektir” der ki burada da İsa, yalnızca kendisiyle ilişki yoluyla birinin sonsuza dek yaşayacağını anlatır. Bunu da can verenin sadece kendisi olduğunu göstermek için söylemektedir.

Kitap boyunca Louis, İsa'nın Lazarus'u ölümden dirilttiği örneği hatırlıyor ve Kızılderili mezarlığının gücüyle kendisinin de birini ölümden diriltebileceğini düşünerek İsa gibi davranıyor. Ancak, ölü şeyleri hayata döndüren uğursuz bir güçtür. Stephen King, kurgusunda Lazarus'u bir metafor olarak kullanarak, ruhların yer veya simgeler aracılığıyla güce sahip olduğunu gösterir. Bunlar yaşamı çağırabilir. Ama sadece Tanrı gerçek hayatı geri getirebilir.

Yani Stephen King'in insanın sevgi ve keder halleri üzerinden kurguladığı “diriliş” Hristiyanlık ve yerli dinin bir karışımı…

Yeniden diriltme gücüne sahip Micmac mezarlığındaki evcil hayvan mezarlığının yanısıra Louis’in soyadı olan “Creed” “inanç” ve ailenin kedisi olan “Church” ise “Kilise” demek… Ne kadar anlamlı değil mi?

Stephen King, romanını bitirip insanın yapabileceklerinin boyutuna dair vardığı sonuçlardan ürküp rahatsız olduğu için, kendi tabiriyle “korkunç” bulduğu bu romanı eşine bile göstermeden uzun süre saklamış. İlk kitaplarının yayımcısı ile olan ilişkisini acilen sonlandırması gerektiğinde ona bir kitap daha borçlu olduğu için , çekmecesinde bekleyen bu kitabı 1983 yılında yayımlamış. Stephen King o dönemki bir röportajında "Bu konuda yolum olsaydı, Hayvan Mezarlığı'nı yayınlamazdım. Hoşuma gitmedi. Bu korkunç bir kitap; yazı açısından değil ama karanlığa doğru spiral çiziyor. Hiçbir şeyin işe yaramadığını ve hiçbir şeyin buna değmediğini söylüyor gibi görünüyor ve ben buna gerçekten inanmıyorum.”

Aradan yıllar geçtikten sonra Stephen King, kitabın 2000 yılı baskısına yazdığı önsözde, romanın en akılda kalan "Louis, bazen ölmek daha iyidir." cümlesinin kendisinin de hâlâ peşini bırakmadığını şu şekilde itiraf etti: "Belki de 'bazen ölmek daha iyidir' kederin son dersidir; Tanrı'ya kendi kedisini (ya da kendi çocuğunu) alıp bizimkini terk etmesi için haykırmaktan yorulduğumuzda aldığımız derstir. Bu ders, sonunda insan hayatımızda huzuru ancak evrenin iradesini kabul ederek bulabileceğimizi gösteriyor. Bu, kulağa bayat ve yeni çağ zırvalığı gibi gelebilir ama alternatifi, bizim gibi ölümlü yaratıkların dayanamayacağı kadar korkunç bir karanlık gibi geliyor bana."

Orada yeşil alana giren otuz iki kişiydik
Ve sadece üç kişi O’nun üzerinde yükseldi
Otuz gün boyunca yeşillikteydik.
Sadece birimiz geri geldi.

Ekip ateş yüzünden öldü
Sülükler ve yılanlar tarafından öldürüldü
Sadece üçü Kemik Kilisesi’ne ulaştı.

(Stephen King - Kemik Kilisesi şiirinden)

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA