DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 30-07-2023 17:22

Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar

Sizi siz yapan nedir? 

Fiziksel görünüşünüz mü? Düşünceleriniz ve duygularınız mı? Ya da hareketleriniz ve davranış biçimleriniz mi? 

Peki hangisi gerçek sizsiniz? 

On yıl önceki haliniz mi? İki yıl önceki haliniz mi? Şimdiki haliniz mi? Yoksa beş yıl sonraki haliniz mi gerçek siz olacaksınız? 

Varlık aleminde herhangi iki şey birbirinin aynı değildir ve farklılıkların ifadesinden farklı kimlikler ortaya çıkar. İşte bu yüzdendir ki,  kimlik kişiyi açıklar, ona anlam ve bütünlük verir.

Yani insan için “kimlik” çok önemlidir. Değerlerimiz, tercihlerimiz, hedeflerimiz, bağlılıklarımız, arzularımız, duygularımız, inanışlarımız ve tepkilerimizin hepsi kimliğimizle ilgilidir. Diğer bir ifade ile, yaşadığımız olaylara anlam verebilmek, hayatın içerisinde kendimizi bir yere yerleştirmek hatta ahlaki ve manevi açıdan nerede duracağımızı bilebilmek için kimliğimizin farkında olmak gerekmez mi?

Hadi bu soruları başka türlü sorayım; kimlik doğuştan mı gelir yoksa sonradan zamanla mı oluşur? 

Birey, içine doğduğu toplumsal kültürün hiyerarşisinin ve ilişkiler dünyasının üzerine oturduğu değerleri ve davranış kalıplarını, dünyaya gözlerini açtığında tanımlı olarak bulur yani doğduğu toplumun içine ilk başta tanımlı bir kimlikle girer ancak sonradan toplumun içindeki belli bir kimlik bağlamı ile özdeşleşmeye karar verdiğinde kendi yaşamını belirler ve ona yön verir.

Aslında kimlikle ilgili bütün bilinmezlikler tek tek kişilerden yola çıkılarak değil de, onların toplumsal sınıflar arasındaki ilişkilerini inceleyerek çözümlenmelidir. Bu noktada sosyoloji, psikoloji veya başka herhangi bir bilim dalı da oldukça önemlidir ama edebi eserler de belirleyici bir konumdadır. Çünkü edebi eserler ait oldukları toplumun kollektif bilinçaltından bağımsız bir şekilde ortaya çıkmadıklarından ve toplumun davranış biçimlerini, düşünce dünyasını, sanat yaklaşımını veya hayata dair her türlü kodlamaları yansıttıklarından, karakterleri o toplumun içindeki sınıfların temsilcileri gibidirler. 

Edebiyatımızın güçlü kalemlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın birbiri ile iç içe geçmiş romanlarının karakterleri mesela... Ahmet Hamdi Tanpınar, çocukluğunda babasının mesleği sebebiyle imparatorluk coğrafyasının değişik merkezlerini tanıması sayesinde insanımızın farklı kültür ve medeniyetler arasında kalmışlığından kaynaklanan problemlerini, buhranlarını, bireyden cemiyete doğru birer sosyal vakıa olarak almıştır. Bu yüzdendir ki, onun roman kahramanlarında bizim insanımızın yaşam maceralarını görürüz.

Ahmet Hamdi Tanpınar, 1901 yılında içine doğduğu Tanzimat’tan sonraki o yıllarda, çeşitli şekillerde batılılaşmanın darbeleriyle yaralanan Osmanlı toplumunun maddi ve manevi planda çöküşüne, asırlardır varlığını sürdüren kültürün değişim sancılarının yarattığı kimlik krizine karşı yazdıklarıyla bir anlamda çareler ararken, Türk Edebiyatı’ndaki bu kimlik krizinin maziyi reddetmeden ve geleceği de görmezden gelmeden çözülebilmesi için emek harcamıştır. 

Bu konudaki en önemli eserlerinden biri de 1944 yılında tefrika olarak yayımlanan ve 1975 yılında kitap olarak basılan “Mahur Beste”dir. 

Mahur beste, Tanzimat ve II.Abdülhamit dönemlerinde gezinerek, Osmanlı İmparatorluğu’nda değişimin başladığı o ilk yılları anlatan bir romandır. Yani yazıldığı tarihten yaklaşık yetmiş beş yıl öncesini anlatmaktadır. 

Çoğu insan için “zaman”, üzerinde durmayı gerektirmeyecek kadar olağan bir şey… Sanıyorum ki Ahmet Hamdi Tanpınar, yaşadığı o yıllarda medeniyet değiştiren toplumumuzun, psiko-sosyal düğümlenişleri içerisinde devam eden olayların aynı andaymış gibi yan yana gelmelerine razı olamadığından ve zaman içinde yaşanan bu olayları karşılaştırabilmek için belli bir sıralamaya koyma fikriyle zaman kavramı üzerine fazlasıyla kafa yormuş. 

“Zaman”ın ne olduğu, felsefe tarihinin en başından beri insanoğlunun çözmeye çalıştığı bir meseledir. Mesela Henri Bergson’a göre “Hakiki zaman, her anı farklı oluşlarda beliren daimi değişme, durmayan bir oluştur.” Ahmet Hamdi Tanpınar da bu düşünceye yakındır. Bu yüzden de onun roman karakterlerinde; Nietzche’den Bergson’a, Albert Camus’ya, Dede Efendi’den Şeyh Galib’e Doğulu ve Batılı birçok düşünce ve sanat adamlarının izleri görülür.

Zaman, coşkun bir nehir gibi akıp önüne gelenleri içine kata kata ilerlemeye devam ediyorken, 1870 yılından 1944 yılına zamanın içerisinde ileri geri kürek çektiği birbiri ile bağlantılı yazılmış bir “nehir roman” serisinin ilk kitabıdır Mahur Beste… 

Nehir roman, aynı yazar tarafından yazılan farklı romanların birbirleriyle ilişkili olduğunu ifade etmek için kullanılan bir kavram… Yani “nehir roman” kelimesi, bir eserin “tek kitapta” tamamlanmadığını, yazarın anlattıklarının bir “nehir gibi” başka kitaplarda devam ettiği anlamına geliyor. Bu yüzden, Mahur Beste’yi tam olarak anlamak için, ondan sonra sırasıyla “Sahnenin Dışındakiler” ve “Huzur” romanlarını da okumak gerekiyor. 

Zamanın esrarengiz bir düzlemde aktığı uyku ve rüyalar, zamanı insan için ölümle sınırlandıran hayat, zamanın insanda kaydolduğu yer olan hafıza, zamanın içinde özgürce dolaştığı muhayyile, zamanın geçmişle birleşerek bambaşka bir boyut kazandığı mazi ve tıpkı “giydirilmiş bir zaman” gibi olan musiki… 

Musiki demişken Ahmet Hamdi Tanpınar için hemen ayrı bir parantez açalım; Onun için müzik “zaman geçişlerini sağlayan bir unsur” dur. O, müzik ile öyle iç içedir ki, müzik dinlerken gözlerinin önünde canlanan cisimleri gördüğünden ve bunun da “uyanıkken görülen rüya” olduğundan söz eder. Hatta müzik onun gözünde “duadan farksız”dır. Bu yüzden, romanlarında musikiyi oldukça derinlemesine inceleyip yorumlar. Türk musikisi onun roman metinlerinde sanki bir fon müziği gibi kendisini hep hissettirir.

Zaman ve zamana dair diğer tüm kavramların hepsini Mahur Beste’de toplayan Ahmet Hamdi Tanpınar, bu kitabını büyük Türk bestekarı Eyyubi Bekir Ağa’nın ruhuna ithaf etmiş. Anlatmak istediğini, kendisini o yönde sürükleyecek bir beste bularak göstermiş ve bu konuda titiz ve açıkçası isabetli bir seçimle işe başlamış.

Musikimizdeki “mahur makamı” özellik olarak yüksek perdeden başlayıp kademe kademe düşüş gösteren bir yapıdadır. Yani bu makam, tiz durak civarındaki seslerde ve genişleme seslerinde gezine gezine alçalır. 

Bu makamın isminden kitaptaki içeriğine geçecek olursak, Mahur Beste’ye romanda şöyle değinir Ahmet Hamdi Tanpınar; “Mahur Beste, Atiye’nin küçük eniştesi Lütfullah Bey’in babası Talat bey’in eseriydi. Bir çarkçı yüzbaşısı olan Talat bey, bu eserini karısı kendisini terk ettikten sonra yazmıştı.”

Kainatın özündeki yalnızlığı içinde derinden duyan, sarsılan ve yokluk ile kaynaşan insanın kutsal sığınağı olan sanat ve özellikle edebiyat; metinler arası etkileşimin, eskiyi yeniden yorumlama ve güncelleştime uğraşısının bir ürünüdür. Mahur Beste de insanın bedenine yapışan o anlık çığlıklardan biridir. Hatta Mahur beste, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kendisinden sonra yazılmış romanlarını da bir motif olarak örerek, sonrasında adeta kendisi bir roman kahramanı haline gelmiş bir kitap…

Mahur Beste, Behçet Bey’in hikayesi olarak başlayıp, onun hayatına giren insanların hikayeleri ile genişliyor. “İki uyku arasındaki düşünceler” ile başlayan ilk bölümde, içine kapalı bir yaşam sürerken yeğeni Cavide’nin geliş haberi ile hayatında yeni bir değişikliğe adım atmakta olduğunu düşünen Behçet Bey’in kaygı içerisinde taşlıktaki büyük saatin ayarını düzelteyim derken zembereğini kırması dikkat çekicidir. Çünkü yeniliğin ilk yansımalarının saatin çeşitli parçalarını harekete geçiren yayın kırılması ile başlaması, zamanın sürekliliğini bozan unsurların harekete geçtiği izlenimi vermektedir. Nitekim diğer bölümlerde, Behçet Bey’in yakın çevresini oluşturan insan kalabalığı arasında zamanı ve zemini sürekli değişen bir hafıza kaydına dönüşüyor roman…

Roman kurgusunun merkez dışına doğru genişleyerek hareket etmesi, Behçet Bey’in kişisel dünyasından uzaklaşmak anlamına gelmiyor; bu karakteri kuşatan, tarihsel derinliğe sahip diğer karakterleri ve kültürel oluşumları yakından tanımamıza imkan veriyor. 

Romanın girişinde Behçet Bey’in tanıtılmasının ardından, İsmail Molla ile Behçet Bey arasındaki baba oğul ilişkisi, Behçet Bey’in evlendirildiği Atiye Hanım’ın babası Ata Molla ile İsmail Molla arasındaki dünürlük ilişkisi, Behçet Bey’in evlilik yılları, Sabri Hoca üzerinden biraz mizah biraz politika, akrabalık ve tanıdıklık ilişkileri sonucu birbirine bağlanan kişilerin hikayesi ve tabii ki tıpkı imparatorluk gibi yıkılmasına az kalmış eski bir konak.. Finalde de, yazarın karakteri Behçet Bey’e yazdığı, romanın kurgusuna ve sonuna açıklık getiren mektup… Bu mektup kısmıyla Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “postmodern zamanlar”dan çok önce, romanını postmodern bir zemine taşıması hayranlık verici bir şey…

Özetle, Ahmet Hamdi Tanpınar bu romanında, Behçet Bey’in kişiliğinde temsil edilen kendi içine kapalı psikolojik yapıyı, tarihe ve gündelik hayata bağlayan dışa dönük bir toplum gerçekliğine açmayı mükemmel anlatmış. Yani diyor ki, “Hanımefendiler, Beyefendiler, siyah geceden uyanın. Değişime açık bir bütünlüğe ancak değişim içinde olurken geçmişle ilişkisini kesmeyen bir sosyo-kültürel anlayışla ulaşılır. Türk musikisi de bu geçişte geçmişle bağları canlı tutmak adına önemlidir.”

“Müzik sanatı, gözyaşlarına ve hatıralara en yakın sanattır” demiştir, Oscar Wilde. Hayatımızda bazen zor ve sancılı değişimler olur. “Ağlamak; hüzünle anlaşmak ve kucaklaşmaktır.” dediği gibi Özdemir Asaf’ın, ağlarız ve neredeyse her zaman, hüznümüzü ve acımızı müzikle içselleştiririz.  

Bu bakımdan gerçekten de, müzik giydirilmiş zamandır. Anılar… Ne kadar çoktular, ne kadar güzeldiler, nasıl da sonsuzluğa karışırlar bazen değil mi? Hepimiz hayatlarımızda değişimler yaşıyoruz. O anlarda canlanan hatıraların gölgesinde, bir terk ediş, bir terk ediliş bazen de sevgilinin ya da kaybettiğimiz bir sevdiğimizin ardından yakılan bir ağıt gibi değil midir müzik?

Sigaramın dumanına sarsam
Saklasam seni
Gitme gitme, 
Gittiğin yollardan dönülmez geri
Gitme gitme, 
El olursun sevdiğim, incitir beni
Yokluğuna yol yol olsam uzasam
Unutmam seni
Akşam vakti sardı yine hüzünler
Kalbim yangın yeri
Gel kurtar beni senden
Akşam vakti dolaştım sokaklarda
Yırtık bir afiş, seni gördüm duvarda

Gidenin ardından sarılan bir sigara varsa bu şarkıyla içilir bazen… Gidenin ardından bakılmışsa yıllar evvel ve bir gün dinmeyen özlem uyuşturmuşsa bedeni ya da başka bir hayattan gitme sırası sende ise… İşte o anın da şarkısıdır bu… Sigaranın dumanına sarılır bir ruh ve hiç ulaşamayacağı bir adrese yollanır. 

Evet, titreyerek bakacağız hayatımıza dokunanların bir bir başka hayatlara veya sonsuzluğa göçüp gitmekte olduğu bir nehir misali akan zamana. İnsan nasıl ağlamaz bu büyük masala diyeceğiz ve en sonunda yine müziğe, bir başka şarkıya giydireceğiz zamanı. 

Zaman olanca hızıyla akmaya devam edecek ve bazen yine ağlayacağız. Sonra uyanacağız “günaydın” diyeceğiz yeni doğan güne… Yaşadığımıza bir daha şükredeceğiz. Biraz sonra kalkacağız. Odamız can bulacak. Eşyalarımız kirpik kirpik uyanacak. Hatta aynamız bayram yeri olacak belki. Su değil, parmaklarımız akacak musluktan. Terliklerimiz ayaklanacak. Giydiklerimiz tenimizle sarhoş. Pencere, korunun rüzgârıyla öpecek ensemizden. Işık, ışığa karışacak. Umut yeşerecek bahçemizde. 

İşte insanı da kendi yapan; o an bulunduğu ortam ve yaşadığı o an’dır bu yüzden…

Yani gerçek biz, şimdiki biziz. Bizi biz yapan bir diğer şey de, içinde sürüklendiğimiz zamanın bize yüklediği şimdiki düşünce ve duygularımız. Geçmişle ilişkiyi kesmeden anda yaşamaktır esas olan. 

Sonrası mı?

“Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız.
Gitti dostlar şölen bitti, 
Ne eski heyecan ne hız,
Yalnız, 
Kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız.”

Yarın, o beste hala mahur, müjganın akıbeti ise hala belirsiz...

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA