DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 19-02-2023 16:24

Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan

“Ortalama insanda
herhangi bir günde bir orduya
yetecek kadar ihanet,
nefret, şiddet
ve saçmalık vardır,
ve cinayet konusunda en becerikliler
cinayet karşıtı vaaz verenlerdir.
ve nefreti en iyi becerenler
sevmeyi vaaz edenlerdir.
ve -son olarak-
savaşı en iyi becerenler
barış vaazı verenlerdir”

dizeleriyle başlarken bir şiirine Charles Bukowski, farklı bir zaman ve mekanda da Fyodor Mihayloviç Dostoyevski de “Gökyüzü pırıl pırıldı, o kadar çok yıldız vardı ki şöyle bir bakınca insan düşünmeden edemiyordu; böylesine güzel bir gökyüzünün altinda bu kadar kötü insan nasıl yaşayabiliyordu?” diye yazmıştı bir kitabında…

Haklıydı her ikisi de… 

Tarih boyunca milyarlarca insan, savaşlar yüzünden hayatını kaybetti ve hala da kaybediyor. Dini, milli, siyasi ve ekonomik amaçlar uğruna katledilen milyonlarca insan… Çok eski tarihlere, modern dünyanın kurulmadığı günlere gitmeye gerek yok. Yirminci yüzyıl içerisindeki savaşlarda da yaklaşık yüzelli milyon kişi ölmüş. Bunun daha da ilginci, bu yüzelli milyonun yaklaşık kırk milyonunu II.Dünya Savaşından sonra Afrika, Latin Amerika, Uzakdoğu, Ortadoğu coğrafyalarında çıkan savaşlarda ölenler oluşturuyor. 

Öte yandan silahlar sadece savaşlarda değil, gündelik yaşamların içinde de susmuyor artık. Hatta o kadar olağan hale geldi ki bu silahlı saldırılar, şu anda bu siz bu yazıyı okurken dünyanın herhangi bir coğrafyasında bir sokak arasında ya da ortalık yerde silahlar veya bombalar patlamış ve canlar yok olmuş olabilir. Dünyada ve ülkemizdeki cinayet oranlarının giderek artmaya devam etmesi gerçekten çok üzücü. 

Peki ya kendini kasıtlı olarak öldüren insanlara ne demeli? Biliyor musunuz, intiharlarda korkunç olan ölüm değil; aslında korkunç olan, yaşanan veya yaşanamayan hayatlar. Artan ekonomik buhran, işsizlik, toplum baskısı, aile içi şiddet ve baskı, aşk acısı birçok insanın cinnet geçirmesine veya psikolojik bozulma yaşamaları sonucunda intihar etmesine yol açmaya devam etmekte. Son yarım asırlık süreçte de intihar oranlarının yüzde elli civarında artması da gerçekten düşündürücü.

Neden ölüm her yerde kol geziyor? Hangi sebep bir insanın canını almayı haklı kılabilir? Dünyada savaşın, cinayetin, intiharın yani ölümün olmadığı toplum yok mu? 

Şaşırtıcı ve inanması oldukça güç ama insan kaynaklı ölümün olmadığı bir toplum var bu dünyada.

Amişler…

Amiş ABD'nin Pensilvanya ve Ortabatı eyaletleriyle Kanada'da yaygın olan tutucu bir Hristiyan mezhebine verilen isim. Amişler, uzay çağında onyedinci yüzyılın alışkanlıklarıyla yaşıyor ve teknolojiyi tamamen reddediyorlar. At arabalarıyla ulaşım sağlıyorlar, devlete vergi vermiyorlar, sosyal güvenlikle ilgilenmiyor ve askerlik yapmıyorlar. Askerlik yapmadıkları gibi her türlü silahı ve militarist tavrı da reddediyorlar. 

Amişler, Avrupa’da yaşadıkları zamanlardaki Osmanlı İmparatorluğunun Doğu Avrupa fetihlerine karşı Hıristiyan dünyasının toplu savaş seferberliği çağrılarını reddetmişler. Bilhassa Mohaç Savaşı coğrafi olarak onlara son derece yakın bir bölgede meydana gelmesine rağmen, Türklere karşı askeri bir operasyonun parçası olmayı istememişler. 

Amişler, çiftçi bir toplum ama traktör kullanmıyorlar; bütün üretimlerini onyedinci yüzyıl aletleri yani saban ve benzeri aletlerle sürdürüyorlar. Hastalandıklarında hastaneye gitmek yerine doğal tedavi yöntemleri deniyorlar. Hastanelik bir duruma gelinirse de masrafları köy halkı imece usulüyle ödüyor. 

Hava karardığında mum ışığında oturuyorlar, kılık kıyafetlerini son modaya göre değiştirmiyorlar. Renkli ve baskılı kumaşlar giymiyorlar; her Amiş köyünde sadece bir telefon var ve onu acil durumlar için kullanıyorlar. 

Kapalı bir toplum oldukları ve nesillerini devam ettirebilmek için bir Amiş sadece başka bir Amiş ile evlenebiliyor.  Evlilik öncesi bekâret hem erkek hem de kadın için hayati konulardan birisi, bu kuralın çiğnenmesi durumunda toplum tarafından kınanıyor ve düğünleri gösterişsiz yapılıyor.  

Amişler, devlet kontrolünden kaçınmak ve dış müdahalelere maruz kalmamak adına kendi kiliselerini inşa etmekten kaçınmışlar ve ibadetleri evlerinde yapıyorlar. Amişlerin yaşamlarını belirleyen ana ögeler İncil’deki “dağdaki vaaz” bölümü. Hayatlarını oradaki öğretilere göre düzenliyorlar. Yani onlara göre “sadece bizi sevenleri seversek sevginin ne anlamı kalır” düşüncesiyle hayata ve diğer insanlara karşı hoşgörü ve sevgi beslemek gerekiyor.

Amişler'in katı oldukları bir diğer konu eğitim. Devletin eğitim kurumlarının çocuklarını yozlaştırdığı ve ahlaklarını bozduğu düşüncesinden hareketle reddediyorlar ve eğitimlerini de tıpkı ibadetleri gibi evlerinde gerçekleştiriyorlar.

Amişlerin kullandıkları dil çok şaşırtıcı… Almanca.

İlginç yaşam tarzları sebebiyle yaşadıkları yerler günümüzde turist akımına uğruyor fakat fotoğraflarının çekilmesinden biraz rahatsızlar çünkü fotoğrafın insan ruhunu aldığına inanıyorlar. Birgün bir Amiş köyünü ziyaret ederseniz göreceksiniz ki, Amiş kadınlar evlenene kadar saçlarına siyah örtü, evlendikten sonra beyaz örtü bağlıyorlar. Ayrıca bıyıksız ama sakallı bir Amiş erkeği görürseniz, bilin ki kendisi evli bir erkek.  

Amişlerin en sıra dışı tavırlarından birisi de hür iradeye olan saygıları. Bir erkek Amiş gencine belli bir yaşa geldiğinde şehre gidip her türlü kötü şeyi denemesi için müsaade ediliyor. Uyuşturucu, seks ve alkol gibi kötülükleri deneyen gencin bu tecrübelerden sonra bir karar vermesi isteniyor.  Eğer ki bu hayattan memnunsa orada kalması, eğer topluluğa geri dönerse bir daha ayrılmaması bekleniyor. Bu şekilde şehre giden gençlerin tamamı geri dönüyormuş ve bir daha modern hayatın içerisine karışmayı istemiyormuş.

Bir gün bir Amiş, belki zorunluluktan belki de kendi isteğiyle bu kez şehirde yaşamayı seçseydi modern hayatın içinde nasıl biri olurdu acaba? 

İşte bu sorunun cevabı Demet Mannaş Kervan’ın “Yakın Koruma” kitabının içinde yer alıyor. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu sıradan bir polisiye roman değil; içinde insan olmaya dair derin anlamlar barındırıyor ve günümüz dünyasında insanlığın geldiği noktanın adeta fotoğrafını çekiyor. Bunu da, ahlaki üstünlük ve merhametin asırlardır yaşatıldığı bir toplumdan gelip modern dünyaya karışmış olan bir Amiş üzerinden yapıyor. 

Merak etmeyin Amiş’in kim olduğunu söylemeyeceğim ve eminim ki pek çoğunuz da kitabın son sayfalarına kadar anlayamayacaksınız. Hikayenin muhteşem kurgusu, içinizdeki merakı sürekli alevlendirecek ve tamam bu kez buldum katilin kim olduğunu derken, bir anda kendinizi tıpkı bir dedektif gibi bir sonraki sayfada yeni bir ipucunu değerlendirirken bulacaksınız.

Demet Mannaş Kervan’ın ustalıkla bir araya getirdiği karakterleri oldukça gerçekçi ve günümüz dünyasının yarattığı insan tiplemelerinden oluşuyor;

Balık hafızalı ya da unutkan ve de çok iyi bir rol yeteneğine sahip olduğuna inanarak her seferinde doktorunu zararsız bir depresyon hastası olduğuna inandırdığını düşünen Brad Dawson…

Güven sorunu olan, gerçeklerden kopuk ve kafasında yarattığı arkadaşlarının kendisini aldattıkları sonucuna vararak onları öldürüp cezalandırarak intikam alma hayalleri kuran ama bunu yapmaya cesareti olmayan Curtis Hickerson… 

Dokuz yaşındaki oğlu David’e akıllara durgunluk verecek şekilde duygusal ve fiziksel şiddet uygulayan alkolik baba Sean Taylor…

Aynı ihtisas alanından ve muayenehaneleri birbirine komşu olan iki doktordan diğer meslektaşını kıskanan hırslı doktor Cheritt ve zekasını şeytani yönde kullanmaya eğilimli karısı Daniella… 

Önceden söylediklerini değişen şartlara göre unutan, balık hafızalı ve insanları kandırmaya meyilliler, özellikle sosyal medyanın yanlış kullanımıyla gerçek dünyadan koparak sanal dünya içerisinde yaşayanlar, küçücük masum çocuklara duygusal ve fiziksel şiddet uygulayanlar, çıkarları uğruna hırslarından gözleri kör olanlar tanıdık gelmedi sizlere de? 

Gerçekten de insan olmaya dair en önemli değerlerimiz, modernitenin yanlış değerlendirilmesinin yarattığı ahlaki erozyonla, ruhlarımızı aslında enkaz altında bırakmadı mı?  

Dolayısıyla romanın baş kahramanı da psikiyatri uzmanı olan doktor Cansın Edgar. Babası Amerikalı, annesi Türk olan Cansın Edgar, idealist bir doktor ancak onda da kendine aşırı güven ve küstah tavırlar hemen dikkati çekiyor. Herşeyi en iyi bildiğini düşünen insanların bazılarında da yok mudur bunlar?

Her anne çocuğunu çok sever ama hani bazı anneler vardır, biraz daha aşırıya kaçarlar sevgide ve aşırıcı korumacı olurlar, çocuklarına karşı. İşte öyle biri, Cansın’ın annesi Neriman… Hatta öyle korumacı bir anne ki Neriman, Cansın başarılı bir öğretmen olan sevgilisi Tess’i onunla tanıştırmaktan çekiniyor, annesinin olası ters tepkisinin tedirginliğiyle.. Anne olup oğluna düşkün olanlarınızın pek çoğu inkar etse de bu tarz yaklaşımlarını, suç oranlarının rekor seviyelere çıktığı, hayatların pamuk ipliğine bağlı olduğu günümüz dünyasında çok sık rastlanılan bir durum değil midir korumacı olmak?

Bazı insanlar vardır, geçmişte yitirdiklerinin yerine koyarlar bazılarını… Ya da ne bileyim, çocuk sahibi olmayı çok isterler ama olamayınca başka birini çocukları yerine koyup kendileri doğurmuş gibi severler. Cansın’ı da işte böyle öz oğlu gibi seviyordu, sekreteri olan bayan Eliza McArthur…

Neriman ve Eliza’nın Cansın’a olan aşırı sevgisinden bahsetmişken, aklıma aşırı korumacı olmanın da bazen insanlara yaptırdıkları geldi aklıma… Bu tarz duygularla kendini kaybederek etrafa zarar veren insanları da görmek mümkün haberlerde.

Şimdi diyeceksiniz ki, “Yahu hiç mi normal insan yok?”. Elbetteki var, insanın Matthew ve Dorin gibi dostları olmalı her zor anında yanında olan. Yalnız, günümüz dünyasında ilişkiler öyle bir halde ki, başınıza kötü bir olay geldiğinde en yakın arkadaşınızın bile bir noktadan sonra sizi kıskanabileceği ya da sizinle ayrışabileceğinin aklınıza geldiği anlar oldu mu yaşadığınız olumsuzluklara sebep ararken? Umarım olmamıştır. Ama olduysa da dedektif Nicki Corran gibi birine ihtiyaç duyacaksınız.

Karakterler böyle olunca hikayenin içinden çıkmanız pek olası olmayacak ve bir solukta heyecanla okuyacaksınız “Yakın Koruma” kitabını…

Sanayileşen toplumlarla gelenek göreneklerin terk edilmesi ve teknolojinin hayatın her alanını aşırı derecede işgal etmesi insan ilişkilerini yüzeyselleştiririp bireyselliği ön plana çıkardığı için kibir, gurur, kıskançlık, sahtekarlık, bencillik gibi duygularla her geçen gün kirlenmekte insan ruhu. 

Bu durumu ne güzel dile getirmiştir Oscar Wilde,  “Oysa herkes öldürür sevdiğini” şiirinde.

“Oysa herkes öldürür sevdiğini
Kulak verin bu dediklerime
Kimi bir bakışıyla yapar bunu
Kimi dalkavukça sözlerle
Korkaklar öpücük ile öldürür
Yürekliler kılıç darbeleriyle
Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimi yaşlı iken
Şehvetli ellerle boğar kimi
Kimi altından ellerle
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur
Kimi yeterince sevmez
Kimi fazla sever
Kimi satar
Kimi de satın alır
Kimi gözyaşı döker öldürürken
Kimi kılı kıpırdamadan
Çünkü herkes öldürür sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez”

Evet, yakın bir koruması da vardır ruhun kalbin içinde gizli; vicdandır, merhamettir adı…

Siz ne yaparsanız yapın o hep oradadır, hiç ölmez. Birgün sizi bir yerde herhangi çaresiz bir anınızda mutlaka yakalar; olması gerekeni, hayal kırıklıklarını sorgulatır olması gerekene karar verenin de, olmamasına ya da olamamasına neden olanının kendiniz olduğunu yüzünüze çarpar.

Vicdanın gazabına uğramamak adına, geçmişi ve geleceği bir kenara bırakıp, beklentiler üzerine aşklar, hayatlar kurmadan, sahip olduklarımızdan ya da ihtiyacımız olandan fazlasını istemeden, kırıp dökmeden yaşamak belki de  yapmamız gereken…

Kaybetme korkusu olmadan yaşamak, beklentilerle süslemeden yaşamak…

Yani belki de tek yapmamız gereken kabullenmek belki de durduramadığını, geç kaldığını anladığın anda kabullenmek… Sadece an’ı yaşamak, insan kalabilmek, an’ın içinde ruhlarımızı koruyan vicdanımızla…

“Yakın Koruma” kitabını okumalısınız… Dediğim gibi, bir polisiye romandan çok daha ötesi…

***

Yazıyı sesli dinlemek için görsele tıklayın

 

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA