DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 17-05-2023 12:26

Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl

Genç bir kızın çığlıkları geliyordu, üzüm bağlarıyla zeytin ağaçları arasına saklanmış gibi duran köhne bir çiftlik evinden… İtalya’nın Floransa şehri kırsalında, yeşile boyanmış tepelerin kucağındaki Vinci kasabasında ebelik yapan bir kadın, haberi alınca hızlıca çıktı evinden gecenin bir vakti ve elinde gaz lambasıyla servi ağaçları ile çevrili patikayı koşar adımlarla adeta nefessiz geçerek, kasabanın yakınındaki o çiftlik evinde aldı soluğu…

Ve işte, 1452 yılının o Nisan gecesini takip eden sabahın ilk ışıklarıyla bu kez de bir bebek ağlaması kaplayınca çiftlik evini, tüm dünyayı değiştirecek bir hikaye de başlamış oldu. 

Genç anne Katerina kendine geldiğinde, bebeğini kucağına alıp kokusunu içine çekti yaşlı gözlerle ve “Leonardo” ismini verdi oğluna.  Ağlıyordu Katerina; ağlıyordu çünkü köle bir ailenin kızıydı ve kucağındaki masum bebeğin babası, zengin ve üst sınıftan bir aileden gelen Ser Piero’ydu. Noterdi Ser Piero ve noterlik o dönemin en soylu mesleğiydi.

Bebeği doğduktan kısa bir süre sonra, Katerina’nın korktuğu başına geldi. Hem sevgilisi, hem de minik oğlu elinden alındı; Ser Piero’nun zengin ve soylu ailesi, Katerina’nın alt sınıftan bir aileden geliyor olması sebebiyle, genç aşıkların evliliğini engellemekle kalmayıp aynı yıl oğulları Ser Piero’yu soylu bir ailenin kızı ile evlendirdiler. Ve de minik Leonardo’yu Katerina’dan aldılar.

Artık Leonardo, gayrimeşru bir çocuk olarak büyüyecek, okula gidemeyecek ve o dönemki geleneklere göre anne babası evli olmadığı için, hiçbir zaman bir soyadı olmayacaktı ama yine de geleceği elinden alınamayacak ve tüm dünya onu ileride “Vinci’li Leonardo” yani “Leonardo Da Vinci” olarak tanıyacaktı. 

Ondört yaşına kadar babaannesi, dedesi ve amcasının yanında kırsalda yaşayan Leonardo, tüm günlerini kırlarda, civardaki ormanlık alanda ya da üzüm bağlarında geçiriyordu. Kertenkeleleri, kuşları, böcekleri ve bitkileri gözlemlemek en sevdiği şeydi. Çocukluk yıllarından itibaren içinde alevlenen doğa ve hayvanlara olan tutkusu, onun çocuk yaşlarından itibaren sıkı bir vejeteryan olma sonucunu beraberinde getirdi. Leonardo hayatının sonuna kadar da vejeteryan olarak kaldı ve deri elbise yerine her zaman keten elbiseler giydi. Pazara gittiğinde, ne zaman kafes içerisinde bir hayvan görse, o hayvanı satın alıp özgür bıraktı. 

Leonardo, gayrimeşru bir çocuk olduğu için okula kabul edilmemişti belki ama doğayı bizzat deneyimliyor ve doğanın şifrelerini çözerek çok şey öğreniyordu, yaşama dair. Yani, onun hayatındaki ilk ve en önemli okul, doğa olmuştu. 

Zaman aktıkça istenmeyen ve üzücü olayları beraberinde getirse de, hayat onu deha olmaya hazırlıyor gibiydi adeta… Önce babaannesi, hemen ardından da dedesi öldüğünde, artık ondört yaşına gelmiş olan Leonardo, babasının yanına Floransa’ya gidip onun nüfuzu sayesinde zamanın ünlü sanatçısı Andrea del Verrocchio’nun yanında çıraklığa başladı. Bir sanat fabrikası olmanın yanısıra, dönemin ünlü sanatçılarının uğrak yeri, bir tartışma forumu, yeni teknik ve fikirler yuvası olan bu atölye, Leonardo’nun çok şey öğrendiği bir akademi oldu.

Vejeteryanlığı ve giydiği keten elbiselerle dikkat çekmesiyle, solak olmasına rağmen diğer elini de aynı mükemmellikte kullanmasıyla, yani bir eliyle resim yaparken diğer eliyle de aynı anda çizim yapabilmesiyle ve yazdıklarını sağdan sola tersten yazmasıyla dikkat çeken Leonardo, yirmili yaşlarında olağanüstü çizim yeteneği ve sıradışı olmayı bile sıradanlaştıran keskin zekasıyla, kısa sürede İtalya’nın tüm soylu ailelerinin tanıdığı biri haline gelmişti. 

Leonardo, resimlerinde gerçekçi perspektiflerin kullanımına öncülük etti. Yani, iki boyutlu bir kağıt veya tuval üzerine üç boyutlu şekiller çizdi ve resmin daha ikna edici görünmesini sağlamak için yeni teknikler geliştirdi. 

Mesela, sade ve düz renkler kullanmak yerine, açık ve koyu renkleri tam olarak gerçek hayatta tecrübe edildikleri gibi hem tonları hem de gölgeyi daha inandırıcı biçimde resmetmek için kullandı ve bu tekniğe tarihçiler tarafından sonraki yıllarda “açık ve karanlık” anlamına gelen “chiaroscuro” adı verildi. Leonardo’nun yarattığı chiaroscuro tekniği, bir Rönesans ressamının ilk kez gerçek anlamda üç boyutlu bir görüntü oluşturmaya yardımcı olması için ışığı ve karanlığı göreceli kullanmasıydı ve bu Leonardo’nun en sık kullandığı teknikti.

Öte yandan, üç boyutlu gerçekçi resimlerin, ışıkları ve gölgeleri doğru şekilde yansıtmasının yanı sıra, bir tondan diğerine ince geçişlerle geçmesi gerekiyordu. Bir nesnenin tam yuvarlaklığını doğru bir şekilde yansıtmasını sağlamak için nesnenin parçaları arasındaki renk değerlerini derecelendirmeye dair ilk kez Leonardo’nun geliştirdiği bu tekniğe de “sfumato” adı verildi. 

Mesela, Leonardo’nun “Mona Lisa” tablosu harika bir sfumato örneğidir.  Kadının yüzü tamamen gölgeli olsa da, aynı zamanda tamamen pürüzsüzdür. Leonardo, tonları harmanlamak ve kadının başının çevresinde dolaşan ışığı resmetmenin yanısıra mükemmel geçişler oluşturmak amacıyla, fırçasının yanısıra parmaklarını da kullanmış bu tabloyu yaparken…

Günümüzde Fransa’nın Louvre müzesinde sergilenen gizemlerle dolu “Mona Lisa” tablosu her yıl ortalama altı milyon kişi tarafından ziyaret ediliyor. Mona Lisa tablosunda ellerini birbirine bağlamış kim olduğu hala anlaşılamamış ve hakkında birçok rivayet bulunan bir kadın oturmaktadır. Ancak bu sıradan bir tablo değildir elbette. Hatta şöyle söyleyeyim; Mona Lisa tablosunun herhangi bir sigortası yok ve bunun nedeni de sigortalanamayacak kadar değerli görülmesi. Şimdiye kadar hiçbir sigorta şirketi Mona Lisa tablosunu sigortalama riskine girmemiş.

Peki nedir “Mona Lisa”nın sırrı?  Mona Lisa’nın kaşlarının olmaması mı? Yüzündeki ifade mi? Ellerini tutuş şekli mi? 

Yapılan bilimsel bir araştırmaya göre Mona Lisa 83% mutlu, 6% korku içerisinde, 9% tiksinti duyuyor, 2% öfkeliymiş. Yani Amsterdam üniversitesinin bu çalışmasına göre Mona Lisa ifadesiz bir kadın. Hatta başka bir araştırmada diyor ki, Mona Lisa’nın yüzündeki ifade, yeni doğum yapmış kadının gülümsemesiymiş. Sigmund Freud’a göre de, çocuğu doğduğunda elinden alınmış bir annenin yüz ifadesi… Freud, Leonardo’nun bilinçaltında yer alan kendi annesinin yüz ifadesini resmettiğini düşünüyor. Son yıllarda yapılan başka bir çalışmada da, Mona Lisa tablosunun altında başka bir kadın çizimi daha olduğu iddia ediliyor. Mona Lisa’nın sırrı ile ilgili tartışmalar bitecek gibi gözükmüyor.

Mona Lisa, tabi ki de bu rivayetlerden çok daha fazlası olan bir tablo. Herşeyden önemlisi, on beşinci yüzyılda yapılan bir tablo olmasına rağmen tekniği, resmettiği düşünceler ve içinde barındırdığı gizli sembollerle yirmi birinci yüzyıl standartlarında bir tablo.

Leonardo’nun bir diğer tablosu olan “Salvator Mundi”, İsa peygamberin dünyanın kurtarıcısı olarak betimlendiği tablodur. 2005 yılında Leonardo’nun kayıp tablosu olarak keşfedilmiş ve restore edildikten sonra 2011 yılında ilk kez sergilenmiştir. 2017 yılında da dört yüz elli milyon Amerikan dolarına Suudi Arabistan veliaht prensi, Prens Selman tarafından satın alınarak, dünyanın en pahalı tablosu ünvanını almıştır. Şimdilerde Prens Selman, Salvator Mundi tablosunu iki milyar Amerikan dolarlık yatında koruma altında tutuyor ve ender olarak görüşe açıyor veya sergilere gönderiyor.

Gelelim Leonardo’nun çok konuşulan tablolarından biri olan “Son Akşam Yemeği”ne… Aslında, belki de buna tablo dememek lazım çünkü bu resim, duvar üzerine yapılmış, Hıristiyan inanışına göre İsa peygamberin Romalı askerlerce tutuklanmasından bir gün önce havarileri ile yediği son akşam yemeğini ifade eden bir fresktir. Leonardo bu freskte, İsa peygamber “İçinizden biri bana ihanet edecek” dediği anda havarilerin tepkisini resmetmiştir. Aslında son akşam yemeğinde, İsa ve havarileri kutsal kaseden şarap içip ekmek yemişler ama bu resimde kase ve şaraplı ekmek görülmemesi, Hıristiyan dünyasında hep tartışma konusu olmakta. Bu fresk’e ait diğer bir eleştiri konusu da aslında İsa peygamber zamanından uzun yıllar sonra kullanılmaya başlayan, masadaki oturma düzeni…

Bu hususlar tartışıladursun, gelin siz resme bakıp gözlerinizi serbestçe resmin üzerinde gezdirin. En sonunda nereye bakarsanız bakın gözlerinizin İsa peygamber üzerine dönmesi Leonardo’nun perspektif ustalığının tartışmasız olduğunun göstergesi değil midir?

Tabloları bu kadar ünlü olunca günümüz dünyasında da pek çok insan, onu sadece ressam kişiliği ile tanıyor ama Leonardo Da Vinci; 

 -    hastanelerde ölen insanların vücutlarının anatomisini detaylarıyla inceleyerek yazmalarına çizen bir anatomist, 
 -    alışılagelmişin dışında farklı bir tasarımla inşa edilen sansasyonel Floransa Katedralinin mimarı, 
 -    geceleri gökyüzünü inceleyerek bilinen ilk teleskobu dizayn eden bir astronom, 
 -    bitkileri inceleyerek anatomilerini yazmalarına not düşen bir botanikçi, 
 -    ilk bilinen çağdaş haritaları çizen bir haritacı, 
 -    Bilinen ilk dalgıç kıyafeti, ilk çarkla hareket eden gemi, ilk buharlı gemi, ilk helikopter, ilk makineli tüfek, ilk denizaltı, ilk zeplin, ilk mobil köprü tasarlayarak sonraki yıllardaki buluşlara öncü olurken, ilk sürücüsüz otomobili, ilk rulmanı, ilk robotu, ilk madeni para üretim makinesini, ilk paraşütü, ilk zırhlı tankı bizzat yapan bir mühendis, 
 -    salgın hastalıkların toplumsal hijyensizlikten kaynaklandığını anlayarak, daha temiz, daha ideal şehir tasarıları yapan ve hatta Christoph Colomb’un Amerika’da kurduğu ilk yerleşim yerlerinden birinde ona ilham veren bir şehir tasarımcısı, 
 -    günümüzde Panama ve Süveyş dahil olmak üzere pek çok kanalda kullanılmakta olan ilk gönye kilidini icat eden bir mucit, 
 -    fosilleri inceleyerek dünyanın geçmişine dair teorilerin içinde yer alan bir jeolog, 
 -    suyun akıntısının yönünü ve gücünü belirleyen faktörleri anlamaya çalışan bir hidrodinamikçi,
 -    sanatının özüne doğanın ilahi matematik formülleri koyan bir matematikçi, 
 -    birçok müzik aleti çalan ve hatta kendi icat ettiği müzik aletleri olan bir müzisyen,

olarak günümüzden yaklaşık beş yüz elli yıl önce, hayal gücünün ve aklının uçuşları ile tüm düşünme sınırlarını zorlayan dünyanın gelmiş geçmiş en büyük dahisiydi. 

Antik Yunan’daki bir efsaneye göre, Tanrıların kralı Zeus, bellek tanrıçası Mnemosyne ile tam dokuz gece geçirir ve her bir gece için “Bellek’in kızı” yani “müz” adı verilen dokuz tanrıça doğar. Başlangıçta bu tanrıça kardeşlerin hepsi belli şiir türlerinin birer tanrıçası iken, zamanla bu dokuz tanrıçadan her biri, bilim ve sanatın ayrı ayrı dalları ile ilişkilendirilmeye başlanır. Yani müz’ler,  bugün kullandığımız “ilham perisi” kavramından başka bir şey değiller. 

Leonardo Da Vinci, bu efsaneyi biliyordu diye kesin bir şey söyleyemem ama o; sanatın özünü doğadan alarak felsefe ve bilimin, kültürün bütünlüğünde birleşmesiyle soyut düşüncenin ve deneyimlenmiş bilimsel bilginin farklı boyutlarda olsa da, yaratıcı imgelemi beslediğini tartışmasız biliyordu. Ona göre, bir makine icat etmek,  anatomik bir inceleme yapmak ya da dikkatle gözlemlediği evreni kopyalayarak bir şeyler üretmek aynı şeylerdi. Hepsinde de bütünü oluşturan unsurları parçalara ayırıp, özde evrensel olanı arıyordu. Leonardo’nun bilgiye olan sonsuz ilgisi, aklının uçuşlarında karşısına çıkan ilham perileri onun, yüzyıllar önce Aristoteles’in entelekya dediği kavrama, hakikate ve bireysel olgunluğa odaklanmasını sağladı. 

Ve Leonardo Da Vinci için “Rönesans Adamı” dendi çünkü o, Antik Yunan’ın yeniden doğuşu olan Rönesans çağında, temelde evrenin durağan görünümünü savunan Aristotelesçi görüşü, hareketi savunan bir görüşe taşıyarak yeniden doğuşa yani Rönesans’a hizmet etti. 

İnsanlarda ve atlarda kasların hareketleri üzerine dikkatli incelemeleri, hareket halindeki insanlara ve hayvanlara ait o güne kadar yapılmış en ayrıntılı anatomik betimlemeleri ortaya çıkardı ve sonuç olarak da yazmalarına “Hiçbir şey kendiliğinden hareket etmez, bir başka şey onu harekete geçirir. Her türlü hareket sürme eğilimindedir ya da hareket eden bütün cisimler hareket ettirici ilk güç kendilerinde olduğu sürece hareket etmeye devam ederler” yazdı ve bu yazdıkları ikiyüz yıl sonra fizikçi Newton için ışık oldu.

Işık oldu demişken, Leonardo’nun ışık üzerine yaptığı keşiflerden de bahsetmem gerekiyor. Leonardo, görüntülerin gözümüzdeki retina üzerine ters yansıdığını keşfetti. Fotoğrafın ilkesinin dayandığı karanlık kamerasının mucitlerinden biri oldu. Optik yanılsamaları inceleyip, ışığın yoğunluğunu kaydetmek için bir alet tasarladı. Işığın uzay ve zaman içinde bir dalga halinde gezindiğini ilk söyleyenlerden biri oldu.

Leonardo Da Vinci’nin insana ve doğaya olan ilgisi bizimkinden çok daha fazla olduğu için, sanatın ve bilimin türlü dalları arasındaki akıl uçuşlarının ona kazandırdığı entellektüelite seviyesine ulaşmamız çok zor. 

Leonardo’nun hayattaki en büyük amacı bu dünyada iz bırakmakmış ve Dante’nin Cehennem’inden alıntılayıp kendi defterine, “Kuştüyü yatakta yatmak sana ün getirmeyecek, yorganın altında yatıp hayatını ün kazanmadan geçiren kimse, yeryüzünde havadaki duman ya da sudaki köpükten daha büyük bir iz bırakmaz kendinden” yazmış bu yüzden de…

Charles Nicholl, “Leonardo Da Vinci - Aklın Uçuşları” kitabında; onun el yazmaları, defterleri ve hakkında yazılmış diğer birçok yaşam öyküsü kitaplarından yola çıkarak bu “Rönesans Adam”ının hayat hikayesini ve sınırsızlığını doğanın mucizelerinden alan hayal gücünün keskin aklı ile işbirliği sonucu dünyamızda iz bırakan o muhteşem eserlerinin tek tek hikayelerini anlatıyor okuyucusuna… 

Leonardo Da Vinci hakkında anlatılacak yazacak o kadar çok şey var ki! Leonardo Da Vinci, kimi otoritelerce en büyük deha, kimilerince de son bin yılın en büyük dehası olarak kabul edilmekte. Ancak maalesef doğru bir yargıya varmak için ona ait ulaşılabilinen kaynaklar çok kısıtlı. Çünkü Leonardo, tüm notlarını asistanı Melzi’ye bırakmış, Melzi ölünce de bu notları Melzi’nin oğlu korumamış ve notlar zaman içerisinde yok olmuş. Leonardo’ya ait bu notların bugün ancak 10%’luk kısmına ulaşılabilmekte. Bu yazıda kısaca bahsettiğim, Charles Nicholl’un kitabında detaylandırdığı Leonardo’nun hayatı boyunca yaptıklarının 10%’unu bile bu kadar etkileyiciyse ve günümüz teknolojisine bile hitap edebiliyorsa, gelin Leonardo Da Vinci’nin nasıl bir deha olduğunu artık siz düşünün!

Sıradışı olmanın bile sıradanlaştığı adam… 

Leonardo Da Vinci…

Yani, Vinci’li Leonardo…

***

Yazıyı sesli dinlemek için görsele tıklayınız...

 

NELER SÖYLENDİ?
@
Mualla 11 ay önce
Süper bilgiler için teşekkür ederim.
Oktay Mevhibe 11 ay önce
Harika bilgiler icin Teşekkürler
İbrahim Çolak 11 ay önce
Bilgiler için teşekkürler...
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Geronimo Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA