Evet. Ama bu bir bitiş, tükeniş değil. Aksine yeni bir varoluş. Farklı ufuklara yelken açma. Hayalini kurduğum, merak ettiğim, arayışlarım, buluşlarım. Hissiyatlarımdan kelimelerime dökülenlerin peşine düşüşlerim…
Bir yavrunun ilk kez yağan kar ile tanışması gibi ürkeğim. Bir kedi yavrusunun köpeğe başkaldırması gibi cesur. Annenin yavrusu ile köpeğin dalaşmasını izler gibi dikkatli…
Sanki bir enerji denizinde yüzer gibiyiz. Dualarımız, hüzünlerimiz, boyun büküşlerimiz, arzularımız, gayretlerimiz… Başkalarına rağmen, inatla, tabularla yaşanıyor hayatlar. Savaştır bu, varolma savaşı, anlamsız. Taraf olmadığımız sürece seyirlik. Mutlak kudret sahibi bir yaratıcıya inanıyor isek eğer… Dost, düşman tüm kalplerdeki titreşimlerin ulaşabileceği tek yer O’nun katıdır. Ve oraya ulaşan serzenişlerin geri döndürülmesi mümkün değildir. Bu O’nun mutlak kudret olmasının bir gereğidir. Bilen bilir, gören görür, duyan duyar...
Hayatın içinde ifade edersek, inandığımızı gerçekleme sorumluluğumuzdur konuştuğumuz. İnanmak için irdelememizin gereği. Peygambere inanmak vardır, mesela. Bunu küçümsemiyorum, asla. Ama bir peygamber edası ile bir şeyleri gerçeklemeye çalıştığımızda onların ne kadar da derin ve ulaşılamaz olduğunu yaşayabiliriz.
Kuran için de aynı şeyleri söylemek mümkün. Mücahitler övülür ve sıfatları arasında kınanmaktan korkmamak sayılır. Demektir ki, cihat dostlara rağmen yapılandır. Sadece bu ayet bile Kuran’ın hak olduğuna inanmama yetmekte. Başkaları da var tabii ki. Hükmün Allah’a ait olması, düşünce saflığı...
“Hepimiz için, hep birlikte“ söylemimdi benim. Cihat dostlara rağmen yapılacak ise yanılgımdır. Diğerlerine hissettirdiklerimiz kesinlikle önemli. Hüküm Allah’ın.
Yaptıklarım için bir şey diyemem. Hatam çoktur. Ama düşünce bazında yanlışım olduğunu sanmıyorum. Çünkü karşı bir fikir göremiyorum. Dost – düşman fikirlerimi test etmeye çalışıyorum, nafile. Masadan kalkan olmadığım halde.
Belki “yolun sonu göründü” dememin bir nedeni de budur. Çünkü sonrasını bilmiyorum.
Dostlardan ümidim kalmadı, tek tek kayboldu gitti. Bir “ben” ve bir “O” var şimdi. Veya herkes sadece kendi yaşadıklarını bilmekte…
Bir hizmet satın aldım yakında, üçüncü kez. Her seferinde fiyatın yükselmesini beklerken düştüğünü görünce takıldım. “Adalet” dedi. Daha az iş yapınca daha az ücret almalıyım. Özlemlerimizi öncelikle kendimiz yapmalı, başkalarından beklemeden. Onunla saatlerce sohbet etmek isterdim. Dengelerini görmek, tamamlanmak. Nasip.
Organizesi bir macera idi. Sonunda yalnız olarak dostumu ziyaret ettim. İlk gün çok harika geçti. Her şeyi konuştuk. Tüm problemleri, çözümleri. Ben öyle sandım. Çünkü ertesi gün felaketti. Beklenen şey hiçbir şey yapmamam idi. Her ayet, hadis, menkıbe onun delili. Kuran onun için inmiş. Söylediklerine delil, sanki. Çıldırdım.
Söyleyecek sözlerim kalmadı. İnkar ettim. Küfrederim dedim. İstemiyorum. Hakkın hatırı olsa idi Hakk için böyle kalp kırmazdı. Kanırta kanırta kabul ettirmek için uğraştığımız şey sadece kendi benliğimiz, bencilliğimizdir. Çünkü ben doğru ise o yanlış… Benim için sürdüğü tezler kendisini anlatır da görmez. Sığ görüşler, kısır düşünceler. Dostlara ulaşmıyorsa sözlerimiz düşman aramaya ne hacet…
Bilinmezleri bilmeyi çok seviyoruz. İnsanların iç dünyalarından konuşuyoruz. Doğru dahi olsa izin gerek, saygı. Mahremdir orası. Şahsen, her ne yaparsam yapayım, nefsimin hissesini görüyorum. Söylediğim yüzde yüz doğru dahi olsa, insanlığın hakikati. Dışarıdan çok iyi şeyler yapıyor gibi görüldüğüm anlar bile şeytanımla kadeh tokuşturuyorum.
Bir dostum vardı. Aylar sonra tekrar görüşmeye başladık. Düşündüm. Ortak noktamız nedir? Yok, bulamadım. Peki, ayrıldığımız nokta? Yine bulamadım. Sadece bakış açısıdır bu. Veya görmek istediğimizi görüvermelerimiz…
Tüm insanlar ne aynıdır ne de ayrı. Baktığımız her yerde gördüğümüz “biz”…