Acıyla, aşkla dokunmuş, kalemiyle nice hayatlara dokundurulmuş bir yaşam hikâyesi... Yüksek perdeden yaşanmış bir hayat onunkisi. Cemal Süreya demek; hayatın sahici yanlarını kuşanmış, tüm renklerin iç içe geçmesi demek...
Türk edebiyatının öncü şairlerinden biridir. İkinci Yeni hareketiyle özdeşleşmiş, Türk şiirinin modernleşme yolcuğunda büyük rol sahibi olmuştur. Çocukluk yılları, ailesi, maruz kaldığı sürgünlük serüveni, Türkiye’de yaşanan dönemin gerçeklikleri yazı hayatına etki etmiştir. Bu bağlamda Cemal Süreya’yı anlamak için önce yaşamını bilmek gerekir.
Şair, yazar ve çevirmen olan Cemal Süreya’nın asıl adı Cemalettin Seber’dir. Doğum tarihiyle ilgili bilgiyi, Güngör Demiray’a yazdığı bir mektupta “1931 yılında Erzincan’da doğdum. Bir doğum günüm yoktur benim.” sözleriyle öğreniyoruz. Doğu Anadolu’da yaşanan iç sıkıntılar yüzünden ailesi ile birlikte Erzincan’dan ayrılmak zorunda kaldığı bilinir. Birçok kaynakta siyasi nedenlerden dolayı ayrıldığı belirtilse de gerçeği Cemal Süreya’nın son eşinin; “Aslında Cemal Süreya’nın sürgün olmasına amcası Mehmet sebep oluyor. Amcası valiye bıçak çekiyor, o yüzden sürülüyorlar. Bunlar da kurunun yanında yaş da yanar misali göçebeliğe zorlanıyor.” şeklinde yaptığı açıklamadan öğrenmekteyiz.
Bilecik’e göç eden aile zor süreçlerden geçmiştir. Bu göç sırasında Cemal Süreya’nın annesi Gülbeyaz Hanım hamiledir ve yaşadığı zorluklar nedeniyle Bilecik’e yerleştikten altı ay sonra düşük yapmıştır. Aşırı kanaması olan Gülbeyaz Hanım yirmi üç yaşında vefat etmiştir. Bu psikolojik olarak yıprandıkları döneme maddi sıkıntılar da eklenince aile izinsiz olarak İstanbul’a göç etmiştir. Fakat sürgün edilenlerin bulunduğu şehri yirmi yıl boyunca terk etmeleri yasak olduğu için tekrar Bilecik’e gönderilmişlerdir.
İstanbul’da bulundukları sürede Cemal Süreya ve üç kardeşinin bakımları halaları tarafından karşılanırken Bilecik’e dönmeleriyle bu görev babaannelerine kalmıştır. Bir hayli yaşlı olan babaannelerini bu durum oldukça zorlamıştır. Nihayetinde babası, Esma isimli bir kadınla evlenmek zorunda kalır. Yaşamının en karanlık günleri olarak adlandırdığı dönemde Cemal Sürey’a ve kardeşleri birçok eziyete maruz kalmıştır. Üvey anneleri, önce babaannelerini kovar ardından çocuklarda unutulmayacak izler bıraktıran sıkıntılı günler yaşatır. Babasının iki kez evlendiğini şairimiz; "Sonunda babam iki kez evlendi, önce Esma, sonra Refika'yla. Esma çok kötü çıktı. Kardeşlerime işkenceli bir çocukluk yaşattı, örneğin saçlarından tutup kuyuya sarkıtırdı. Bu yüzden kız kardeşlerimin saçları gür değildir. (...) Esma deliydi. Bir fırıncıyla kavga edip adama vurdu, adam yerinden kalkamayınca öldü sandı ve Bilecik'ten kaçtı. Esma kaçınca, babam Refika'yı aldı. O iyi çıktı. Kardeşlerim onu anne bildiler." sözleriyle anlatmıştır. Yaşadıklarını sanatına yansıtan şair, bütün şiirlerinin toplandığı Sevda Sözleri adlı eserinin 11. Beyit ’inde; “kuyuya sarkıtan kadın/ saçından kavrayıp kız kardeşimi …” dizeleriyle anlatıyor.
Çok başarılı bir öğrenci olan Cemal Süreya, evden kaçmak için gizlice Bilecik parasız yatılı sınavlarına girerek kazanır.
"Ben, evden kaçmak için, gizlice parasız yatılı sınavına girdim. Bilecik Ortaokulu için. Gizlice, çünkü babam yoksuldu ama belli etmek istemezdi. Sınavı kazandım. Zaten ömrümce parasız yatılı okudum. Ben oradan, o evden kaçtım ama kardeşlerimin derdi hep içimdeydi."
Özellikle edebiyat ve kompozisyon derslerinde okulun parlayan öğrencisi olur ve “dahi” diye anılır. Tüm parasını kitaplara harcayan şair bir dönem gece bekçiliği yaparak para kazanmak zorunda kalmıştır.
Ortaokul yıllarında şiirler yazmaya başladığı Seniha isimli sıra arkadaşına âşık olur, Cemal Süreya. Aradaki engellere rağmen bağlarını hiç koparmazlar.
Haydarpaşa Lisesi'ni burslu olarak kazanan şair, liseyi başarıyla bitirir ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Mülkiye bölümünü kazanır. Seniha ile aşkları devam eden Cemal Süreyya üniversite ikinci sınıftayken nişanlanır ve 1953 yılında evlenirler. Bu evlilikten Ayçe isimli bir kızları dünyaya gelir. Yaşadıkları maddi sıkıntılar çifti fazlasıyla sarsar ve evlilikleri yolunda gitmez. Cemal Süreya, eşinin hamile olduğu sıralarda, asıl adını kimsenin bilmediği “Üvercinka” şiirini yazdığı bir bayanla ilişki yaşamaya başlar. Seniha Hanım'ın hamileliğinin son aylarına kadar süren ilişkisini Eskişehir’den İstanbul’a atanmasıyla bitirmiştir.
Cemal Süreya’nın soyadından "y" harfini çıkardığı bilinmektedir. Bunun nedeniyle ilgili pek çok dedikodu dolaşmaktadır. Bu söylemlerden birisi de; Cemal Süreya ayrıldığı sevgilisinin ardından soyadından bir harfi atarak, hayatında onunla giden şeylerin eksikliğini duyduğunu göstermek istemiştir. Bir diğer söylem ise arkadaşıyla girdiği iddiayı kaybetmesi sonucunda soyadından bir harfi feda ettiği yönündedir. Bunlar dışında da bu konuyla ilgili birçok edebiyat dedikodusu dolaşır dillerde. Hangisinin gerçekliği ne kadar barındığı ise bir muammadır.
1957 yılında çok sevdiği babasını kaybeden Süreya’nın; babasının ölümünden üç yıl sonra onun yaşadığına dair hayaller gördüğünü, yazdığı günlüklerden (yıllar sonra) öğreniyoruz. Babası öldüğünde Seniha Hanım'la ayrı yaşayan Cemal Süreya, yedi yıl devam eden bir süreç sonunda resmi olarak ayrılabilmiştir.
1961 yılında Hilmi Ziya Ülken ’in yeğeni Suna Lokman ile nişanlamış fakat Paris’e gitmek zorunda kaldığı için evlilikleri ertelenmiştir. Paris’ten döndükten sonra ise ayrılmışlardır. 1964’te İstanbul’a atandığı dönemde Tomris Uyar ile tanışmış ve birlikte yaşamaya başlamışlar ancak 1966’da ilişkileri bitmiştir. Süreya, Papirüs dergisini ikinci kez çıkardığı dönemde Zühal Tekkanat ile tanışmıştır. Çift 1967’de evlenmiştir. Maddi sıkıntılar çeken Cemal Süreya memuriyete geri dönerek Ankara’ya yerleşmiştir. Bu süreçte eşiyle sürekli mektuplaşan Süreya “Beni Öp Sonra Doğur Beni” kitabını eşine ithaf etmiştir. Bu evlilikten Memo Emrah adında bir oğulları olmuştur. Şairin yanına taşınmalarıyla büyü bozulmuş, tartışmalı günler başlamıştır. Evliliği sırasında Fransızca Hocası olan Güngör Demiray ile tanışan Süreya, 1975 yılında Zühal Hanımdan ayrılarak aynı yıl Güngör Hanımla evlenmiştir. Evlilikleri ise sadece on ay sürmüştür. 1980 yılında, dört çocuklu dul bir bayan olan, Cemal Süreya’nın “Bayan Nihayet” dediği Birsen Sağnak ile evlenmiştir. Birsen hanım şairin son eşidir ve ölene kadar evliliği devam etmiştir.
Son eşi Birsen Hanım ile Hazal Özvarış’ın bir söyleşisinde şair hakkında önemli bilgilere en yakın ağızdan ulaşıyoruz.
- Sizce evliliklerinden yola çıkılarak yapılan şu yorum ne kadar doğru: “Cemal Süreya bakılmak istedi, kendine bir anne aradı.”
Cemal Süreya, annesi çok küçükken öldüğü için bir anne şefkati arıyor. Düğmesini, pantolonunu diken bir kadını düşünebiliyor. Cemal Süreya’nın bana karşı yakınlığı belirginleşince Tomris Uyar, şöyle demiş: “Sen zaten köylü güzellerinden hoşlanırsın.” Ben onun gözünde köylü güzeli sayılıyorum, ama Cemal Süreya, “Yüzüne baktığım zaman yanakları kızaracak insan isterim ben” demiştir. Burada eski terbiyeye önem verdiği görülüyor. O yüzden beni çok benimsemiştir. En çok benimle yaşamı vardır. Cemal Süreya bağlandığı kadını hiçbir zaman hırpalamamıştır, göğsüne dayamıştır ve onun sağlam, mert erkeği olmuştur. Kadında bir uçarılık görürse ona karşılık vermiştir. Edebiyatçı kadınlarımızın çoğunda bu uçarılık vardır. Evlidir, arkadaşı vardır, ama hoşlandığı kimseye de uzak kalmaz.
- Size göre “suçlu kadınlar, Cemal Süreya mağdur” mu?
Benim yetiştiriliş tarzım eski terbiyeye özgü. Birini sevdin mi asla yanlış yapmamalı. Yapacaksan boşan, bekâr ol, ne yapacaksan yap. Benim doktrinim budur.
- “Süreya hiçbir kadını hırpalamamıştır” dediniz, ancak Süreya’nın birlikte olduğu kadınlara fiziksel şiddet uyguladığı yazılıyor.
Evet, öfkelendiği zaman kendini kaybedecek yanları olurdu. O da kıskançlıktan çıkardı. Aşırı derecede kıskançtı. Bir vapur geciksem “Nerede kaldın?" diye hesap sorardı bana. Vapuru insan bir adımla kaçırıyor!
- Vapuru kaçırdığınızda ne olacağını varsayıyordu?
Kişiyi nasıl bilirsin, kendim gibi, derler ya ben de öyle düşünüyordum. Kızıp alınıyordum, “Olur mu, nasıl düşünürsün bunu?” deyince “Niye düşünmeyim, evliyken bile yapıyor insan bunu” derdi. Örneğin, Cemal’le gidiyoruz Karaköy İskelesi’nde müdürüme rastlamışım. İnsan müdürüne rastlayınca selam vermez mi? Ayıptır. “Orada hadi neyse müdürün, yolda da mı müdürün! Niye selam veriyorsun? Bunun içinde bir şey var” derdi. Böyle garip huyları vardı.
- Sizden de bir alıntı var kitapta: “Bir pazar günüydü, Cemal, (enişteniz) Seyda’yı çağırmıştı. Oğlan yüzünden daha önce biraz birbirimizi kırmıştık. Yersiz bir zamanda gözlerim boşalıverdi. Seyda ne olduğunu sordu ve tartışma patlak verdi. Cemal, Mehmet Seyda’yı evden kovdu. Bana gelince ağzım burnum kan içinde kaldı.”
O bir olayımız, evet. Şudur olan: Oğlumuz Memo’yu banyo yaptırdım, giydirdim. O da “Bahçeye çıkacağım” dedi, çıktı. Öğleden sonra da kardeşimin eşi Mehmet Seyda gelecek ve Papirüs hakkında bir şeyler konuşacaklardı. Fakat Memo üstünü başını çamur etmiş gelince ben de kızdım, bağırdım, iki şamar attım poposuna. “Bunu sen bana karşı yaptın, o ona değil bana vurmaktır” dedi ve olay böyle çıktı.
Cemal Süreya’nın ölümüne dair şaibelerin de yine bu röportaj aracılığı ile ortadan kaldırıldığını görüyoruz.
Tek kanat: Şimdi ben size kısa bir örnek vereceğim; Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği’nde kuruluşundan bu yana görev aldım. Bu 5 yıl içinde öncülük ettim ve hukuki sorumluluğu da üstüme alarak dernek adına iki kitap çıkardım; biri “Cemal Süreya ve Sonrası”, diğeri “Cemal Süreya 20 yaşında.” O dönemin başkanı Dr. Itır Yeğenağ’ın kitapta bir yazısı çıktı ve şu dendi: “Cemal Süreya beyin kanamasından gitti.”
Ben dernekteyim, bana sorsana bir kere! Bu yüzden aramız açıldı. Cemal Süreya şeker koması, akciğer ödemi ve kalp yetmezliğinden gitti. Hastanenin raporu var. “Ben ne bileyim, öyle biliyordum” dedi, olur mu hiç! Kitap bir daha basılmadı, o yanlış doğru olarak kaldı. Ben söyleşilerde bunu açıkladım, ama az kişiye hitap ediyor, çoğunluk kitaplarda kalıyor.
Biyografide hata yaptıklarını gördüğümde Yapı Kredi Yayınları’nı açıp söylüyorum.
Cemal Süreya 9 Ocak 1990 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
EDEBİ HAYATI
Bireyci şiirin öncelikli olduğu ikinci yeni anlayışının içinde olsa da, Cemal Süreya’nın şiirlerinin toplumcu yanlarını da görürüz. Kimi zaman üstü kapalı kimi zaman doğrudan toplumcu bir tutum sergilenir, Cemal Süreya şiirlerinde.
Edebiyata, aruz ile şiir yazarak başlamıştır. Yayımlanan ilk şiiri “Şarkısı Beyaz” isimli eseridir. 1953 yılında “Mülkiye” adlı dergide okurlarıyla buluşmuştur. İlk şiir olasına rağmen eleştirmenler tarafından “usta bir şiir” olarak değerlendirilir. Sonraki yıllarda aynı dergide; “Şarkısı Beyaz” , “Di Gel”, “Çıkmaz Sinir” isimli eserleri de yayımlanır ancak hiçbir şiir kitabında bunlar yer almamıştır.
Cemal Süreya kendi şiirini; “Erotik bir şiirdir benimki. Sanırım en belirgin özelliği de budur. Dipte tarih içinde uygarlık ve varolma sorunu tartışılır. Mitler, günlük hayatın küçük olaylarına dağılarak somutlaşır” sözleriyle tarif eder.
İlk şiirlerinde gözlemlenen biçimsel kaygılar zamanla yerini yeni imge arayışlarına bırakır. Cemal Süreya, toplumsal olanla, insan özüyle ilgilenmiştir. Eski şiirle olan bağı imgelerdir. Şiirlerinin kaynağı ise bizzat kendi hayatı olmuştur.
Şiirlerinin yanı sıra edebiyat hakkındaki eleştiri yazıları ile de tanınmıştır. Bu yazılarını “Şapkam Dolu Çiçekle” adı altında 1976 yılında toplanmıştır. Dostoyevski hayranı olduğunu bir mektubunda; “Dostoyevski’yi okudum, o gün bugündür huzurum yok.” sözleriyle ifade eder.
İlk şiir kitabı “Üvercinka” Yeditepe Yayınları’ndan, 1958 yılında çıkmış ve eleştirmenler ile okurlardan çok beğeni almıştır. İlk sayısının kısa sürede tükendiği kitabıyla ilgili; “Her şairin ilk yapıtı, bir kumaşın ilk metresi gibidir. Şair bütünüyle o ilk yapıtta, ilk dizelerde saklıdır. Gerisi boş laf.” şeklinde bir yorumu vardır.
Cemal Süreya 1960 yılında, Ağrı Dağı'nın diğer adı olan “Ararat” ismini verdiği ulusal bir dergi çıkarmıştır. İlerleyen süreçte, Ermeni komitelerinin siyasi eylemlerinden dolayı derginin adı “Papirüs” olarak, Cemal Süreya tarafından değiştirilmiştir.
Cemal Süreya dergicilik yönünü anlatırken “Ben dergiciyim. Hep dergi çıkarmayı düşünürüm, sekiz sayfalık mı olsun, on sayfalık mı, hesabını yaparım. Benim için dergi çıkarmak önlenemez tutkudur. Türkiye’de edebiyatın laboratuvarı dergilerdir. Ama bir dergi sonsuza dek çıkmaz. Dergiler çıkar, yaşar ve ölür” ifadelerini kullanmıştır.
Süreya, Yurdagül Erkoca ile yaptığı soruşturmada, konuyla ilgili bir soruya şöyle cevap verir: “17 dergi batırdım. İşte Papirüs, üç kez batırdım. Türkiye Yazıları Dergisi’nin kurucusu ve yazı kurulu başkanıydım. İkinci sayıdan sonra ayrıldım. Sonra Maliye Yazıları Dergisi’ni kurduk. İkinci sayıda onlar beni tasfiye ettiler. Türk Dili Kurumu Dergisi’nin yazı kurulundaydım. Şaka bir yana ben yalnızca kendi çıkardığım dergilerin batmasından sorumluyum herhalde”
Dergi, 1981 yılında tedavülden kalkmıştır.
İlk kitabından yedi yıl sonra, TDK tarafından da ödül aldığı “Göçebe” isimli kitabını çıkarmıştır. Cemal Süreya, az yazdığı için eleştirilmiş, “tembel şair” olarak anılmış ve bu durumu da kabullenmiştir. Süreya, iyi bir şair olmasının yanı sıra iyi bir okurdur. Zengin okuma geçmişi sayesinde sadece şiir yazmamış, kendine özgü bir şiir anlayışı doğurmuştur. “Üstü Kalsın” isimli şiiri ölmeden önce yazdığı son şiiridir.
ÜSTÜ KALSIN
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...
Üstü kalsın...
Cemal Süreya
ESERLERİ
Şiir
Üvercinka (1958)
Göçebe (1965)
Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973)
Sevda Sözleri (1984, Üvercinka, Göçebe, Beni Öp Sonra Doğur Beni, Uçurumda Açan-1984- ile birlikte)
Güz Bitigi (1988)
Sıcak Nal (1988)
Sevda Sözleri (1990, 1995, tüm şiirleri)
Korkarak Vinç
Uzaktan Seviyorum Seni
Deneme-Eleştiri
Şapkam Dolu Çiçekle (1976)
Günübirlik (1982)
99 Yüz (1992)
Uzat Saçlarını Frigya (1992)
Folklor Şiire Düşman (1992)
Aydınlık Yazıları/ Paçal (1992)
Oluşum’da Cemal Süreya (1992)
Papirüs’ten Başyazılar (1992)
Toplu Yazılar I (2000, Şapkam Dolu Çiçekle ve Şiir Üzerine Yazılar)
Toplu Yazılar II (2005, Günübirlikler)
Günler (993 günden oluşan günlük)
Günce
999 Gün(Günler)/ Üstü Kalsın (1981)
Mektup
Onüç Günün Mektupları (1990)
Çocuk Kitabı
Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi (1993)
Söyleşi
Güvercin Curnatası (1997)
Derleme
Mülkiyeli Şairler (1966)
Yüz Aşk Şiiri (1967)
Şiir Çevirileri
Yürek ki Paramparça (1995)
Öteki Çeviriler
Gelinlik Kız (E. Ionescu- 1964)
Küçük Prens (A. De Exupery- 1965)
Bir Aşk Kırgınının Şarkısı (Apollionaire- 1965)
Günümüz Sağcı Fikirleri (S. De Beauvoir- 1966)
Sade’ı Yakmalı mı? (S. De Bauvoir-1966)
İhtilalin Özü (Mao Zedung-1967)
Amerika Birleşmemiş Devletleri (V. Pozner- 1967)
Aşkın Suçları (M. De Sade-1967)
Palto (Gogol-1968)
Yeşil Papa (Asturias-1967)
Gök Cephesi (N. Dinh- 1968)
Küçük Prens (A. De S. Exupery- 1975)
32 Saat Özgürlük (G. Hernadi- 1968)
Milli Kurtuluş Cephesi (D. Bravo- 1969)
Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması (Lenin- 1974)
Dine Karşı Düşünce Tarihi (A. Bayet- 1970)
Bir Aşk Kırgınının Şarkısı (Apollinaire-1970)
Büyük Ahlak Doktrinleri (F. Gregoire-1971)
Vadideki Zambak (Balzac-1985)
Nekrassov (Sartre-1971)
Gönül ki Yetişmekte (Flaubert- 1971)
Goriot Baba (Balzac- 1974)
Meyhane (E. Zola- 1974)
Çin Uyanınca (A. Peyrefitte- 1975)
Venezuella Makiliklerinde Douglas Bravo Konuşuyor ( 1976)
Mutluluk Getiren Seks (1976)
Emeğin ve Emekçinin Tarihi (P. Brizon- 1977)
Faşizmin Analizi (Macciocchi-1977)
Kırmızı Balon (Lamorisse- 1980)
Yarını Bilen Adam Nostradamus (Fontbrune- 1982)
Bir Tanem (Marceau- 1991)
(https://www.makaleler.com/cemal-sureyanin-hayati-ve-edebi-kisiligi, tarih yok) (https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/94299/yokAcikBilim_10222952.pdf?sequence=-1&isAllowed=y, tarih yok)