DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Esedullah Oğuz
Esedullah Oğuz
Giriş Tarihi : 11-02-2024 20:31

Türkiye'de Değerler Aşınırken

Türkiye, son yıllarda büyük bir toplumsal yozlaşma yaşıyor. Değer verdiğimiz her şey anında güneşte eriyen kar kümecikleri gibi yok oluyor. Yaslandığımız her değer kumdan kaleler gibi dağılıyor. Artık kime güveneceğimizi bilemiyoruz. Herkes birbirine kazık atmanın, birbirini dolandırmanın peşinde.  O yüzden ev, araba, işyeri alırken hatta pazardan alışveriş yaparken bile son derece dikkatli olmak zorundayız. Emlakçı çürük bir evi size depreme dayanıklı diye pazarlayabilir, oto-galerici hasarlı bir arabayı kazasız temiz diye yutturabilir, mahalle pazarındaki manav çürük domastesleri çaktırmadan torbanıza koyabilir. Zira bu ülkede gündelik alışverişte insan kazıklamak, ticari ve pratik zeka olarak takdir ediliyor.

İnsan kazıklamak kültürümüze öylesine yerleşmiş ki, bunu teşvik eden deyimler bile dilimize yerleşmiş ve bunlar adeta atasözleri halini almış. En bilinenlerden bazıları  “Devlet malı deniz, yemeyen keriz.” veya “Bal tutan parmağını yalar.” gibi laflardır.

En geri kalmışından en gelişmişine pek çok kültür ortamında bulundum ve üç kültür ortamında yetiştim ama inanın hiçbirinde sahterkârlığı, çalıp çırpmayı, dolandırıcılığı böylesine alenice teşvik eden bir toplumsal yapıya rastlamadım.

Türkiye’deki bu toplumsal bozulma ve yozlaşma maalesef “benim memurum işini bilir” diyen rahmetli Turgut Özal ile başladı ve bugünlere gelindi. Eskiden, yani Özal öncesi dönemde biri (hırsızlık, dolandırıcılık gibi) toplumsal ve ahlaki değerlere aykırı bir iş yapmışsa, konu-komşu onunla ilişkiyi keser, onu mahallede barındırmazlardı. Mahalle esnafı göz hakkı diye yoldan geçenlere küçük ikramlarda bulunur, komşular kokusu gitmiştir diye yeni pişirdiği yemekten bir kap yemeği yan komşusuna gönderirdi. Veya mahalleye, apartmana yeni taşınan birine hoş geldin anlamında yemek götürülürdü. Tüm bunlar artık geride kaldı maalesef.

Türkiye’de toplumsal yozlaşmanın yanında kurumlarımız da yozlaşıyor. Pek çok kurumumuz asli amacından saparak birer ticarethaneye dönüşmüş durumda. En başta da sağlık ve eğitim kurumlarımız. Özel bir hastaneye ve kliniğe gitmeye görün, sıradan bir baş ağrısı ile girdiğiniz zaman gereksiz onlarca check up yatırıp karşılığında binlerce lira ödeyip çıkarsınız. Doktor olmadığınız için bu check up’ların gerekmediğini, sadece sizden para almak için yapıldığını hiçbir zaman ispatlama şansınız yoktur, o yüzden özel hastaneler bu konuda son derece rahattır. Ama baş ağrınızın sıradan bir aspirin ile geçtiğini gördüğünüzde durumu fark edersiniz ama yapabileceğiniz bir şey yoktur.

Özel okulların ve kolejlerin çoğunun da bundan bir farkı yoktur. Çocuğunuzu buralarda okutmak için muazzam rakamlar ödersiniz ama eğitimin kalitesi öylesine düşüktür ki çocuğunuz sıradan bir matematik işlemini bile yapamaz.

Eğitim kurumları arasında en vahimi de apartmanlar arasında açılan üniversitelerdir. Bir profesör arkadaşımın ısrarı üzerine yıllar önce bu üniversitelerden birinde Afganistan üzerine bir konferans vermiştim. Afganistan’da kim kimdir iki saat boyunca anlattıktan sonra en önde oturan minibüs şoförü kılıklı eli tespihli tıknaz bir öğrenci, “Hocam, Taliban da Türk asıllı mı?” diye sormuştu.   Ben cevap olarak “biri, iki saat boyunca Leyla ile Mecnun hikayesini anlatmış, dinleyicilerden biri en sonunda hocam Mecnun dediğiniz kız mıydı erkek miydi, diye sormuş. Senin sorun da buna benziyor” dediğimde tüm sınıf kahkahalarla gülmüştü.

Bugün ekranlarımız tek bir konuyu bile doğru dürüst bilmeyen, buna karşın her konuda görüş ve fikir beyan eden profesör, dr., emekli büyükelçi, emekli general, güvenlik uzmanı sıfatlı insanlarla dolu. Dün birbirleri hakkında ağza alınmayacak küfürler savuran siyasetçilerimiz bugün sarmaş dolaş, dün “Hocaefendi“ diye saygıda kusur etmeyen, hatta ismini duyunca ceketini ilikleyen anlı şanlı gazetecilerimiz ve yorumcularımız bugün terörist diye küfürler savuruyor. Veya dün terörist, hain dediklerini bugün kahraman ilan ediyor.

Tüm bunları izleyen toplumumuz ise sahnede kim varsa onu alkışlıyor. Ve hiçbir zaman yahu sen dün bu adama kahraman diyordun bugün hain diyorsun. Dün ak dediğine bugün kara diyorsun. Neden, diye sormuyor. Sen, ailen ve çevren zenginleşirken; “Biz neden sürekli fakirleşiyoruz?” diye sormuyor.

Bu sorgulamayı yapmadığımız için hiçbir zaman birinci sınıf ülkeler ligine yükselemiyoruz. Az sayıdaki kaliteli ünversitemizde yetişen binlerce gencimiz ülkede gelecek görmeyip yurt dışına giderken, kurumlarımız vasatlık ve kalitesizlik girdabında debeleniyor.

Bir yanda savunma sanayiinde ve tv dizi, sinema-televizyon gibi görsel sanatlarda dünyaya parmak ısırtan eserler üreten parlak bir Türkiye var. Diğer yanda ise şark kurnazlığında Ortadoğu ülkeleri ile yarışan, her tarafından kalitesizlik ve vasatlık fışkıran bir Türkiye var.

Bu ikisi arasında kıyasıya bir mücadele var, hangisinin galip geleceğini zaman gösterecektir. Bize düşen, birincisinin galip gelmesi için çalışmaktır. Zira birey olarak her birimize bu konuda görevler düşüyor ve yapabileceğimiz çok şey var. Öyleyse, gelin Türkiye’nin birinci sınıf bir ülkeler ligine yükselmesi için elele verelim.

 

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA