DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Ahmet Kanter
Ahmet Kanter
Giriş Tarihi : 21-04-2024 22:04

Ayrışmalar

Anlamak ile başlıyor. Anlamak en fazla mana vermek olarak kalsa bile. Derinleşiyor, fazlaya koşuyoruz. Duraklarımızın ardımızda kalışı ile şişiniyoruz. Çok yalnızız. Bu yüzden ‘çok olursak kurtuluruz ‘ diyoruz. Çıkmak istiyoruz yerlerimizden, kalakaldığımız bu yerlerde ‘biz’ hiç ‘ben’ olamıyoruz. ‘Ben’ ise ‘biz’den daima kopuk yaşıyor. Birleşemeyince ‘bütün’ ile ‘bir’,  yokluk baş gösteriyor, zihinsel yanılsamalar öze indirgeniyor, boşluğa karşıt olarak.

Çarpışması kendinde başlayan insan, yanılgısı kendi kadar olunca yolunu şaşırıyor. ‘Yol yok!’ deyince ‘ben’ oldum sanıyor, sanrıların yolunda savruluşunu zihnindeki algılarla destekliyor, böylece nihayetsiz bir boşluğu diğeriyle kapatma sarsıntılarıyla yoğruluyor. Uzun, geniş bir ömür ile yayvan bir zeminde at koşturdum sanırken ölüveriyor, ne olacağını yaşayanlar bilmiyor, o anlatamıyor, ‘yanıldım’ diyemiyor, geri dönemiyor, bir hak sahibi daha olamıyor, paylaşamadıklarının kim bilir ne yaman derdinde bir daha asla dünya bir seçenek olmuyor. Oysa ‘kafa tutarsam büyürüm’ diyordu. Oysa ‘mana veren benim’ diyordu. ‘Mana verdiğim kadar olabilir gördüklerim’ diyordu. Konuşuyordu. O susunca, kalemi durmuyordu bu sefer de. Dilinden, elinden, zihninden her türlü inkâr diziliyorken, ona sabreden bir Rabbi olduğunu düşünmüyordu. ‘Senin yüce sabrına kurban olurum’ diyecekken, ‘hani nerdesin?’ diyordu. Sorusu, bir sorgu olunca daha da şişiniyordu. ‘Bunca aç, hasta, mağdur, mazlum…’ diye göğe nida ediyor, suskun saydığı Rabbine ‘öyleyse benim için yoksun!’ diye kafa tutuyordu. Oysa o kendi varlığını böyle gösteriyor olsa Es-Sabr olmazdı ve dahi kendi de bu tavrından hemen sonra helak olurdu. Lakin ‘bu dünya sizin tarlanızdır’ (KAYNAK BELİRT) diyordu. Öyle ki, öteki âlemin bir manası olsun. Duymayan insan, durmuyordu. Durunca, durulmuyordu. Durduklarında ‘daha fazla ses vermeliyim’ diye üzülüyordu. ‘Yol yok!’ bir tükenişin değil, bir dirilişin feryadı olmalı diyen sinsi sese kulak kabarttıkça, daha bir duraklardan taşıyordu. Çok yaşayıp bir kez ölünce daha bir sarılıyordu inkârına. Öç mü alıyordu? Kazançları bakımından elinde kocaman ciltler vardı, zihni ise darmadağınıktı.

Hiçbir düşünce, bir nihayet olmadığından, ömrü düşüncelerin bağlantılarını bulmakla geçiyordu. Her yeni düşünce, öncekiler arasında kendi içinde ve olabilecekler için bir sorunu da beraberinde getireceğinden süreç, sonuç için bir mana ifade etmiyordu. Peki, vaz mı geçiyordu o? Asla! Kendine ‘‘ben’ vazgeçti’ dedirtecek değildi. Bir kere koyulmuştu bu yola. Lakin yol yoktu. Yok, yolun yol olmuş yoku kadar mana arz edemeyecek bu biçare zihin, ölüm gibi bir mutlakın arzusunda bir lokma olacakken nihayet, ondan kendine, kendinden yola, yoldan yoka, yokken de bene koşuyordu. Bir argümanlar izdihamında mağlubun tesellisi… Durmak bilmiyordu. ‘Yol yok’tu. Köpürmüş bir tay gibi hırsın içinden bakıyordu hayata. Düşününce oldum demek için, düşünmeye devam etmek gerekiyordu ve düşünmeye devam edenin bir ‘oldum’u hiç olmuyordu. Ne garip bir sancıma şekliydi yaşamak. ‘Ben’den bağımsız olan ‘ben’i de var edebilir miydi? Lakin ‘ben’ de ‘kendim’ değilsem? Süreç ve sonuç ayrışmalarında, doğal ve doğaüstünde gelgitler fenalaştırıyordu düşünüşünü. Düşün içinde gerçek arayanın yaşam ve ölüm arasında bir mana bulmaya kalkışması gibi bir dipsizin içinden feryadını saplıyordu kendi göğüne. Kendi ona bir gök sununca, o Tanrı oldum sanıyordu. Sanrıların batağından bir sağ akılla çıkamayan dâhilerin izinde kibir kadar ifrit bir düşmanın şemalini yaşatırken ‘oldum’ peşinde inkâr kusmaya devam ediyordu. “Yeryüzünde kibirlenerek yürümeyin!” (AYET BELİRT) emrine muhalif, mağrur aklı ile o bir düşünce abidesi olurken küçülüyordu kâinat avuçlarında. ‘Daha dünya değişecek ve ‘ben’ olacağım’ derken ölüyordu.

Anlamak ile başlıyor. Anlamak muğlak olarak kalıyor. Ve insan ayrışıyor. Kendi ile. Öteki ile. Mana ve meram arasında. Yere düşünce yürümek ile. Kalınca gidebilmek ile. Burası ve orası arasında. Yer ve zamanın kimbilir hangi tanımları ile ayrı ayrı. Çoğul ve tekil kaçınılmaz bir gereklilikmiş gibi. Bir şey varsa, diğeri ile. Kim ile kimse de ayrışmaydı.

Ayrışma varlık olarak gerekliliğini her belirttiğinde bir yerlerden, ayrıştırmak için bir şey ile ötekini bulmak da gerekliliği oluyordu düşünen insanın. Oysa düşünen insanı düşen yapan ün idi sadece. Basit bir kelime oyunu ile düş(ün)en insandı o sadece. Ve sadece bir şey olmak kendi başına değersizdi, manasızdı. Düşünmezdi.

NELER SÖYLENDİ?
@
Ahmet Kanter

Ahmet Kanter

DİĞER YAZILARI
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA