DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Serhan Poyraz
Serhan Poyraz
Giriş Tarihi : 17-09-2022 22:32

Geronimo

Yeşillikler içindeki hamağa uzanıp elimdeki kitabın ilk sayfalarını çevirmeye başladığımda, tüyler ürperten korkunç bir çığlık yankılandı Mogollan dağlarının ağaçlarla kıvrımlanmış yüksek tepeleri altındaki derin kanyonda… Merak ve heyecanla o ürkütücü çığlığın geldiği yöne gittiğimde, New Mexico’daki bu kanyonun içinde olanca coşkusuyla akan Gila nehrinin kıyısında kurulu bir yerli kampının Meksikalı askerlerce kısa bir süre önce yakıldığını ve henüz külü sönmemiş ateşlerin yakınında yerde cansız yatan karısı, annesi ve üç çocuğunun cesetlerinin başında bitkin bir halde dizlerinin üstüne çökmüş, gözleri yaşlı 25-30 yaşlarında bir yerli gördüm az ileride.

Ölüm sessizliğinin sarıp sarmaladığı kampın içinde yürümeye başladım, yerlerde yatan cesetleri gördükçe içimi kaplayan vahşetin dehşetiyle. Genç yerli, yanına yaklaştığımı fark edince ani bir hareketle eli bıçağına gitti ancak benim hikayesine ortak olmak isteyen zararsız bir okuyucu olduğumu fark edince birşey söylemeden tekrar sevdiklerinin cansız bedenlerinin yanına döndü. Bu vahşet karşısında ne diyeceğimi bilemiyordum ve sessizce izlemeye başladım genç yerliyi. Hissettiği acının şiddetinden olsa gerek, benim varlığımı unutmuş gibiydi. Bir süre daha cesetlere baktıktan sonra, ailesinin yanmamış olan tüm eşyalarını bir araya topladı ve hepsini birden yaktı. Bu onun kabilesinin bir geleneğiydi olmalıydı sanırım. Ateşin başında dizlerinin üstüne çöktü ve gökyüzüne doğru çevirdiği gözlerini kapatarak ellerini başının üzerinde havaya kaldırdı ve bir süre öyle kaldı. Sonra bir anda heyecanlı bir şekilde yanıma geldi ve "Seni hiçbir silah öldürmeyecek. Silahlardan mermileri alacağım. Oklarına rehberlik edeceğim diyen rüzgarın sesini sen de duydun mu?” dedi ama cevabımı beklemeden bıçağını beline, oklarını sırtına takıp az ilerideki ormana doğru o ürkütücü çığlığı atarak çılgınca koşmaya başladı.

Genç yerlinin ormanın içinde kayboluşunu izlerken arkamdan gelen bir sesle irkildim. Geri dönüp baktığımda bu kez de karşımda yaşlı bir kızılderili duruyordu. Yaşlı olmasına rağmen oldukça atletik gözüküyordu ve saçlarında kartal tüyleri vardı. Genç yerlinin ormanın derinliklerinden gelen çığlıkları hala duyuluyordu. Yaşlı kızılderili buğulu gözlerine eşlik eden acı bir tebessümle, üzerinde yalnız başlarına uçan kartalların süzüldüğü ormana doğru baktıktan sonra “Gel evlat, sana ne olup bittiğini en baştan anlatayım” dedi ve öfkeli bir şekilde akan Gila nehrinin kıyısında bir ağacın gölgesinde oturduğumuzda başladı anlatmaya…

“Başlangıçta her yer karanlıktı. Sonsuz gecenin ay’ı ve yıldızları yoktu. Ancak insanlarla birlikte canavarların ve kuşların her türlüsü vardı. Tüm bu yaratıkların insanlar gibi konuşma ve düşünme yetisine sahipti. Her yer karanlık olduğu için kuşlar, canavarlardan ışık istiyorlardı ancak canavarlar bu isteği hep reddediyorlardı. Sonunda birgün kuşlar dayanamayıp canavarlara savaş açtı. Uzun süren savaşlar sonunda bazı canavarlar hayatta kalabilse de kuşlar kazandı ve ejderhalar ışık vermeyi kabul etti. Kuşların bu zaferinde, liderleri kartalın önemli rol oynamıştı. Bu yüzden insanoğlu tarafından ilerleyen zamanda kullanılan kartal tüyleri bilgeliği, gücü ve adaleti simgeler.

O zamanlarda canavarlar insanların çocuklarını yediği için insanoğlunun geleceği tehdit altındaydı. Yaşanan uzun savaşların sonunda hayatta kalabilen birkaç insan arasında bir de kadın vardı ve Tanrı Usen tarafından o kadın, çocuklar ile kutsanıyordu ancak ne var ki bütün çocukları canavarlar tarafından yok ediliyordu. Yıllar sonra bir gün, bu kadının yağmur fırtınasından bir oğlu doğdu ve kadın bu bebeği saklamak için bir mağara kazdı.

Çocuk, biraz büyüdükten sonra mağarada duramaz oldu ve ava gitmek istediğinde, hayatta kalan tek erkek olan çocuğun amcası ona küçük bir yay ve ok yaptı. İkisi birlikte ava gittiler. Bir geyiğin izlerini dağlara kadar izlediler sonunda çocuk bir erkek geyik vurdu ve ateş yakıp iki büyük parça et pişirdiler. Hemen ardından et kokusunu alan bir ejderha geldi yanlarına. Ejderha “Bunu yedikten sonra seni de yiyeceğim” diyerek çocuğun payı olan et parçasını kaptığı gibi bir köşeye gitti. Çocuk cesurca gidip eti ejderhanın önünden aldı. Ejderha tam dört kez eti geri aldı ama çocuk da vazgeçmiyordu ve sonunda ejderhayı düelloya davet etti. Ejderha, bu teklifi kabul ederek okunu çocuğa doğru nişan aldı. Ok yaydan ayrılır ayrılmaz çocuk, özel ve korkunç bir çığlık atarak okun yönünü değiştirdi. Her bir ok atışında aynı şey tekrarlandı. Sıra çocuğa geldiğinde ilk oku ejderhanın kalbinin üzerine doğru attı ve bir pul katman yere düştü. Diğer iki ok atışı da ejderhanın kalbinin üzerindeki diğer pul katmanlarını düşürdü ve ejderhanın kalbi savunmasız kalmış oldu. Son ok atışıyla da çocuk ejderhanın kalbini vurdu ve ejderha Mogollan dağındaki kanyondan aşağı yuvarlanarak paramparça oldu.

Evlat, işte bu çocuğun adı “Apaçi” idi. Tanrı Usen ona bitkilerden şifalı ilaçlar yapmayı öğretti. Apaçi, buradaki yerlilerin ilk şefiydi. Adaletin, bilgeliğin, gücün sembolü olan kartal tüylerini ilk kez o taktı. Tanrı Usen, Apaçi ve halkına Apaçi’nin ejderhayı öldürdüğü yer olan bu toprakları verdi.”

“Bu dağlar, bu kanyon, bu nehir Apaçiler için kutsal o zaman” dediğimde, başıyla beni onayladıktan sonra anlatmaya devam etti yaşlı kızılderili.

“Evet evlat, bir Apaçi için doğum yeri hem bebek hem de ebeveyn için kutsaldır. Apaçi geleneklerine göre doğum yapan anne, bebeğini çadırının önünde, toprağın üzerinde dört ayrı yöne yuvarlar. Büyüdüğü zaman bile bir Apaçi doğduğu yere geri döner ve varlığının kaynakları ile olan bağlarını canlandırmak ve sürdürmek için doğduğu topraklar üzerinde dört ayrı yöne yuvarlanır.

Apaçiler, kabileler halinde kamplarda yaşarlar ve bu gördüğün kampta da Be-don-ho-ke kabilesi yaşıyordu. Yaklaşık 30 yıl önce Apaçiler güneyde Meksikalılarla, kuzeyde ABD hükümeti ve komşu Komançi ve Navajo kabileleriyle savaş halindeyken bu kabilenin şefinin oğlu, Goyahkla dünyaya geldi. Yani az önce gördüğün genç yerli. Kabilesine erzak temin etmek için kamptan ayrılmıştı ve geri döndüğünde ailesinin Meksikalı askerlerce öldürüldüğünü gördü.”

“Hem kutsalı bildiği topraklarına saldırı olmuş hem de ailesi katledilmiş.” dedikten sonra “Bir ses duyduğunu iddia ederek ormana koştu. Peki ondan sonra ne oldu?” diye sorduğumda, yaşlı kızılderili anlatmaya devam etti.

“Goyahkla’nın kişisel trajedisi, kendisine ve halkına boyun eğdirmeye çalışan herkese karşı ömür boyu sürecek nefretini şekillendirdi. Bir süre sonra ailesinin katillerini yakalayıp öldürdü ve sonrasında da hayatının geri kalanını öldürülen diğer Apaçilerin intikamını almaya adadı.

Amerika’nın Batı'ya doğru genişleme politikası, Apaçilere yeni sıkıntılar ve düşmanlar getirdi. İmzalanan bir anlaşma ile Meksika-Amerika Savaşı sona erdi belki ama Meksika, Apaçilerin yüzyıllardır vatanı olarak adlandırdıkları topraklar da dahil olmak üzere Amerika kıtasının güneybatısının çoğunu ABD'ye bıraktı. 1872 yılında da ABD hükümeti, buradaki Apaçiler için anavatanlarının en azından bir bölümünü içeren bir rezervasyon oluşturdu ancak kısa süre sonra bu rezervasyonu tahliye etti ve onları Arizona bulunan başka bir rezervasyondaki diğer Apaçi kabilelerine katılmaya yani kutsalı olan toprakları terk etmeye zorladı. Bu duruma meydan okuyan Goyahkla, izleyen on yılda üç kez bu rezervasyondan kaçtı.

Goyahkla’nın sık sık kaçması ve uzun süre ortadan kaybolması, ABD ordusu ve politikacıların utancı oldu. Goyahkla’ya hiçbir merminin zarar veremeyeceği inancı giderek efsaneleşiyordu çünkü Amerikalılar ve Meksikalılarla olan çatışmalardan sürekli olarak kaçıyordu. Birçok kez yaralanmıştı, ancak hep kısa sürede iyileşmişti. Goyahkla o yıllarda cesaretiyle korku salan, sansasyonel bir figür haline geldi.

Son olarak, 1886 yılı başlarında bir Amerikan generali, Goyahkla’yı teslim olmaya zorladı ancak Goyahkla ve 40 takipçisi, son anda gecenin karanlık örtüsü altında yine yok oldu. O zamanki daimi ABD ordusunun neredeyse dörtte biri olan beşbin Amerikan askeri ve üçbin Meksikalı, kaçakları takip etti. Goyahkla ve arkadaşları bu amansız takibe beş ay kadar dayandılar ve sonunda teslim olduklarında bugünkü Oklahoma yakınlardaki rezervasyona hapsedildiler.”

Kafam karışmıştı, yaşlı kızılderiliye dönerek “Ben bu hikayeyi biliyorum ama benim hikayemdeki Apaçinin ismi Goyahkla değil, Geronimo’ydu” dedim.

Gülümseyerek “Evet, haklısın evlat. Bana niye “Geronimo” takma adının verildiği tartışmalı bir konudur. Aslında ben bu takma adı Apaçi baskınlarına liderlik ederken kazandım ama bazı tarihçiler bu lakabın, benimle savaşta karşılaşılaştıklarında korkup dehşete düşerek Katolik St. Jerome'un adını haykıran Meksikalı askerlerin çığlıklarından türediğini iddia ederken bazı tarihçiler de “Goyahkla”nın yanlış telaffuzu olduğuna inanıyor.” dedi. Yanlış duymamıştım. Karşımdaki yaşlı kızılderili, Geronimo’nun ta kendisiydi.

Apaçilerin bu efsane lideri, hayatı boyunca yaşadıklarını yani bana anlattıklarının daha fazlasını bir yerli tercüman aracılığıyla Stephen Melvil Barret’a kronolojik sıralama olmadan anlattığında “Geronimo” kitabı yazılmış oldu. Tabi ki de, Geronimo’nun anlattıklarına ABD Savaş Bakanlığı itiraz etti ve bu konuda bir muhtıra yayımlandı. Bu utanç verici muhtıra kitabın giriş kısmında yer alıyor.

Ben şaşkındım hala ama Geronimo, kendi yaşam öyküsünü anlatan kitabı size tanıttığım için mutluydu. Gitmeden önce bana sarılarak kulağıma Apaçi duasını fısıldadı;

“Sabahları, Güneş sana taze enerji getirsin.
  Geceleri Ay seni yavaşça onarsın.
  Yağmur endişelerini alıp götürsün.
  Esinti varlığına taptaze güç üflesin.
  Dünyada nazikçe yürüyesin ve bütün yaşamın boyunca hayatın güzelliğini deneyimleyesin”

Kızılderililere ve bilgeliklerle dolu yaşam tarzlarına hayranlık duyan biri olarak zordu benim için Geronimo’dan ayrılmak ama ne yazık ki kitap bitmişti.

Bu kitabı bitirdikten sonraki akşamların birinde, İkinci Dünya Savaşı ile ilgili birşeyler okurken Amerika ordusu paraşütçülerinin uçaktan atladıkları sırada Geronimo’nun korkusuzluğuna gönderme yaparak “Geronimo!” diye çığlık attıklarını öğrendim. Kan ve gözyaşları üzerine bir ülke inşa et ve sonra o mazlumların cesaretini örnek al. Üstelik bunu başka dünyaları karartmaya çalıştığın bir savaşta kendinden olmayanları yok etmek isterken yap. Ne yaman bir çelişki! Bazıları hala anlayamamışlar Geronimo’yu…

Hemen gökyüzüne baktım Geronimo’yu düşünerek... Parlak bir yıldız sanki göz kırpar gibi yanıp sönüyordu. Belki de Geronimo’ydu o yıldız.. Şu an ait olduğu gökyüzünden dünyamıza bakıp, cesaretle kötü olana meydan okuyarak maddi çıkar ve hırslar yerine; kutsalımız, onurumuz, şerefimiz gibi değerlerle yaşamamız gerektiğini birçok insanın hala anlayamamasına içerlenip, kederli gözlerle “Hayatı gerçek anlamda yaşayabilmek için kutsalınızı koruyarak yaşamalısınız” dediğini duyar gibi oldum.

Sizce yaşlı bir kızılderili yanılabilir mi? Hiç zannetmiyorum. İnsanoğlunun iyiye olan cesaretsizliği yüzünden hayatın bize sunamadıklarının farkında olan bu korkusuz bilgenin kendi ağzından yaşam öyküsünü anlattığı bu kitabı okuyunca hak vereceksiniz bana.

***

Yazıyı sesli dinlemek için görsele tıklayın...

NELER SÖYLENDİ?
@
Serhan Poyraz

Serhan Poyraz

DİĞER YAZILARI Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter Hayaletler / Henrik İbsen Hedda Gabler / Henrik İbsen Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi Hayvan Mezarlığı / Stephen King Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar Graziella / Alphonse de Lamartine Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa Othello / William Shakespeare Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu Ketum / Ümit Polat Macbeth / William Shakespeare Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan Oyalı Kase / Ayfer Güney Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan Roma’nın Batısı / John Fante Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles Hamlet / William Shakespeare Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Kral Oidipus / Sophokles Kürklü Kişi / May Sarton Leyla ile Mecnun / Fuzuli Paul Verlaine / Stefan Zweig Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness Gılgamış Destanı Toza Sor / John Fante Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie Romeo ve Juliet / William Shakespeare Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Sonsuzluğun Sesleri Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes Selvi Boylum Al Yazmalım Elveda Saraybosna Amin Maalouf’un “Semerkant”ı Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Ivo Andriç / Drina Köprüsü
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA