Bir adım, bir adım daha...
Her adımda bir umut daha...
Sevmek, sevilmek, sevildiğini hissetmek. Umudu sevgiye giydirip yağmur gibi yağmak, o yağmurla sırılsıklam ıslanmak mutlulukların en safı, en halisi olmalı.
Hani yağmura bulutlar gebedir ya hani şimşekler yağmurun habercisidir ya hani toprak suya hasrettir de her daim yolunu gözler ya; işte insanın yüreğindeki umutla sevgi de öyle iç içedir. Gönle zincirlenmiş aşk gibi.
Gönül ateşinin yangını sarmışsa evreni, söndürecek suyu kalmamış belli ki. Yanan gönül mü, evren mi? Evrendeki beşinci boyutun sakinleri mi? Ya da o yangında yok olan umutlar mı?
Su tulumbacıkları gibi dopdolu olan bulutları sağan rüzgârların; yağmur damlalarının kurumuş, çatlak dudaklarla buluşması gibi toprağa kavuşması; öyle hararetli ve doyumsuzdu ki. Sema delinmiş gibi inen damlaları, sünger gibi içine çeken toprağın açlığını tarif etmek imkânsızdı.
Mevsimler saklambaç oynar gibi bucak bucak saklanıyor, yakalanıp sobelenmek istiyor gibi köşe kapmaca oynuyordu. Yağmurun, karın ve soğuğun mevsimi yaza esir düşmüş; bahar cansuyu verir gibi görev üstlenmiştir adeta. Kış boyu yağmur duası eden eller boş kalmasın diye, ağzımıza bir parmak bal çalıverir. Derelerin karnı az da olsa şişer, nehirler coşar, toprak suya kanmasa da doyar. Şükür lütfuyla merhamet edene.
Son zamanlarda doğayla mevsimlerin çatışmasına, “iklim azizliği” diyorlar. Yazda kışı, kışta yazı yaşamak, evrenin feryadını duymayan kulakları, duyuyor sanmak; "Doğanın dengesine müdahale etmeyin" çığlığını yok saymak; varla yok arası yaşamak, yaşadığını sanmak gafletin en bariz örneği olmalı.
"Bedel" denilen yaşanmışlıklar, geçmişe dayanılan merdivenken o merdivenin en tepesinden tepetaklak düşmektir. Anlamak nasip olmuşsa kula "hak ettim" der rıza gösterir. Olmamışsa hâlâ mecnun gibi nedenini arar durur.
Hayatın çıkmaz sokaklarında ayağına takılıp pranga olanlar, başını örse vurduran gafletler; sonun başlangıcıdır da farketmek maharettir. Taklidî yaşadığımız imanımızı, tahkiki yapmayı akledemeyiz. Oysa fikir, zikir ve şükür hayatın özetidir de o özeti okuyamayız.
Bir de ziyaretleri, ağdalı dedikodularla yapış yapış yapmanın inanılmaz keyfini yaşarken ağzını şapırdata şapırdata tatlandırmak. Zehirli bal hükmündeki lezzete yenik düşmek. Hem dünya hem ebediyete çizik atmak demek değil de nedir?
İnsan hiç sevmediği, görmeye bile tahammül edemediği birinin hakkında konuşarak, fütursuzca hayatının merkezine koyması ne kadar mantıklı? Anlam veremediğim, hem ayrı kalamayıp hem sevmemek nasıl bir duygu karmaşası ki.
Bir ileri iki geri mi hayat. Ya da adım adım ilerlemek mi. Umut sevdanın neresinde, ya saygı olmadan sevgi olur mu? Mutluluğun yeri umudun mu, sevginin mi, saygının yanı mı? Sorular karmaşasında error veren beynime, reset atma zamanı sanırım.
Resetlenen beyinler durgunlaşır. Sağduyu hakim olur o an. Haz denen duygu, ruhuna öpücük konduruverir. Bakışlarına sıcaklık, dudaklarına tatlı bir tebessüm hediye eder. Kuş gibi hafiftir artık ruhun. Mutmain olmuşsa gönül, sevdaya kapı aralar.
Gönül harmanında hayat; evrilir, savrulur, arınır. Gece aydınlanır, tan ağarır, gün doğar. Yeni bir gün önünde, reverans yapar.
Umudun, hayatına nasıl yeni kapılar açtığını görmenin verdiği inanılmaz tat, yüreğe hafiflik verir. Bazen yaşadıklarını unutturacak lütuflar ihsan edilir. O sabrına binaen verilmiş mükâfat, rahmettir. Sonra titrek dudaklar ve ıslak gözlerle; "Evet, geç ama hayırlı" dersin.
Adımlar nihayete erdiğinde, sevda demini alır. Umut elbisesini giyer, yağmur olur gönül bahçene yağar. O yağmurlar besler gönlüne zincirlenen aşkını. Lezzet elemden doğar, aşkın ateşi ise yakar. Aşk, Rahmân elbisesini giydiğinde, semanın kapıları açılır.
Vuslat yakındır.
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz