DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Ümmügülsüm Hasyıldırım
Ümmügülsüm Hasyıldırım
Giriş Tarihi : 13-08-2022 03:53

Saygı

Saygı ile sevgi birbirine hasret olalı, sevgi yaraya merhem olmaz oldu. Oysa sevgi ağrı kesici, saygı ise antibiyotikti. Birbirisiz bir hiçti. Ne tek başına antibiyotik ağrı kesiyordu ne ağrı kesici tek başına tedavi edebiliyordu. Belki geçici bir rahatlık sağlıyor ama en kısa sürede yine yalpalıyordu. Ekmek, su ve hava gibi. Hani yüzlerce ekmek, varillerce suyun olsa dahi üç dakikalık hava olmazsa yaşayamıyor ya insan, saygısızda sevgi öyle boğuluveriyor işte.

Aldığımız nefesimiz sonsuz olsa da gıdasız yaşayabilir miyiz hiç. 

Allah açlığa kırk gün dayanabilme gücü verse de susuzluğa ne yazık ki birkaç gün zor dayanılabiliyor.

Saygı temel, sevgi bina, hoşgörü ise eşyalar olunca, lüks, süper bir gönül dairesinin sahibi oluverir insan. Ne deprem, ne sel uğrar mekana. Her sarsıntıya gülüp geçiverir pervasız. Temeli derin, duvarı sağlamdır. Dünyasını karartan şüpheler yoktur çünkü hayatında, emindir. Güven kalkanının gölgesinde hemhal olmuş, güçlenmişlerdir. Sevgi dilde hece değil, gönülde kraliçedir. Her geçen gün, yeniden filizlenip, tazelenen gönül sarayının gülleridir.

Saygı havadır, nefes aldırır, boğmaz insanı. Sevgi sudur, akar yürekten yüreğe, her geçen gün kan olur, can olur bedene. Hoşgörü ekmek gibidir, dik tutar bedeni, sarar sıkı sıkı bırakmayasıya. Utanç kalkanıdır, silahı, savunma aracıdır, zaruri görülmese de. En güzel ve en tatlı meyve de evlattır tartışmasız.

Bana göre saygı, sevgi ve hoşgörü üçgeninin gıdası ise iman, inanç ve güvendir, her ne kadar farkına varmasak da. İnanç ve iman gıdasına, güven suyu eklenirse, lezzeti bir başka olur. Dünya misafirhanesini ziyarete geldiğimizden beri, hep şikâyet, hep isyan ettik sebebini sorgulamaksızın. Öz eleştiri yapmaktan yoksun yaşadık yıllardır. Kaçtık kendimizden hep. Sürekli başkalarından bekledik saygıyı da, sevgiyi de, hoşgörüyü de. Hiç kimseye güvenmedik ama hep güvenilmek istedik. Hiç saygı duymadığımız ve sevmediğimiz halde; sevilip, sayılmak istedik bencilce. 

Karşımızdaki insanı, insan olarak, olduğu haliyle sevemedik nedense. Kendi standartlarımıza, kendi kalıbımıza sokmaya çalıştık hakkımız varmış gibi. Lakin hiç onun gibi olmayı, onun gibi düşünmeyi istemedik. Akledemedik.

Oysa her insan ayrı bir dünya, ayrı bir karakter sahibiydi. Onu kendi fıtratıyla kabul edip, sevme noktasına ulaşamamanın acısıydı yüreklerimizi yakıp kavuran. Olduğu hali ile kabul edip sevemeyişimizdi bizi kendi dünyamızda yalnız bırakan. Hâlbuki Mevlana her haliyle, her düşüncesiyle “Gel... Gel, ne olursan ol, gel! İster kâfir, ister mecusi, ister putperest ol, gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel!” diyor, öyle kabul ediyor, hoşgörü denizini öyle kabartıp, öyle coşturuyordu. Yaradılanı Yaratandan ötürü sevmenin formülünü veriyordu.

Hani, akıl pınarından, gönül denizi dirhem dirhem beslenir ya, tartışmasız gıdasıdır ya. Hani, vicdan deresinden akıl pınarı, gönül denizine iner ya, saygı pınarı sevda denizine dökülüp, hoşgörü köprüsü vicdan deresine geçit olmaz da bentleri yıkar ya, işte can bedende saygıyla sevgiye geçit olmayınca öyle bentler yıkılıverir. Nasıl ten beden de yuvaya sahiplik eder, nasıl güven suyu imanımıza kalkan olmuşsa, biz de kendimize saygı, sevgi ve hoşgörü üçgenini güven dairesinde iman kalkanıyla düstur edinmemiz gerekmez mi?

                                                                                              

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA