Hayat gailesi, zıtlıklarla beraber sürüp gidiyor. Bir eksi bir artı. İniş çıkışlar yol gösteriyor kalan ömrüne. Bu iniş çıkışlarda bıraktığımız izler rehberdir geleceğe. Mirasımız olacak bizden sonraki nesillere...
Güzeli çirkinle farkeder insan. Yüz güzelliğinden öte ruh güzelliğidir aslolan. İyiyi, kötüye maruz kalınca değerini bilmemiz gibi. Husumetler, çekememezlikler, kıskançlıklara karşı duruş artırır iyinin, güzelin değerini.
Işık, karanlıkta kalınca anlam kazanır. Göz gözü görmediği zaman; etrafında olanlardan habersiz olma duygusu, içindeki ürperti, görme arzusunu kamçıladıkça anlarsın ışığın kıymetini. Yolunu kaybettiğin an, önünde yanan ışıktır geleceği aydınlatan.
Farkındalık, yokluğun narında yanmakla mümkün. Hiçbir eksiği olmayan, ne bilir açlığı. Karşısındaki kişinin, karnına giren krampların açlıktan olduğunu. Aç kalmamış ki hiç. Hiç sevilmemiş biri nereden bilsin sevgiyi, merhameti, acıma duygusunu. Tatmamış ki. Mengeneye sıkışmış dişliler gibidir yüreği. Sevgisizliğin kıskacında boğulur gider.
Güzele baktım çirkini; çirkine baktım güzeli gördüm. Anladım ki güzellik ruhta, görüntüde değil. Merhametin kokusu, vefanın tadı yerleşir gönüllere. Engin denizler kadar yüce, gökyüzü kadar geniş, zaman gibi kısa, ölüm gibi gerçek, ebed gibi kalıcıdır güzellik. Güzeli bilip anlayabildikse...
Kötüye baktım iyiyi, iyiye baktım kötüyü gördüm. İyilik, karakterin aynasıymış anladım. Mayada şekilleniyor her huy. Hücrelerde bütün ahlaki değerler. Yediklerimiz, içtiklerimiz besliyor hücrelerimizi sonuçta. "Ne ekersen onu biçersin" diyor ya atalarımız. Arpa ekersen buğday çıkacak değil ya.
Ateşe baktım, aydınlığı, aydınlığa baktım, ateşi gördüm. Meğer aydınlık yanmakta saklıymış. Yanmadan görmüyor insan. Dertle, kederle, hastalıkla, ayrılıkla yoğrulmadan, tan ağarmıyor, gün doğmuyor.
Kârda zarar, zararda kâr varmış. Kârı, zararı dost sofrasında sezdim, ezildim.
Çıkar ilişkileri ve menfaat, dostluğun celladı. Hayal kırıklığı sardı tüm bedenimi. Gerçekler var gücüyle tokatladı benliğimi, yıkıldım.
Fazla olanda noksan olanı, noksan olanda fazlalığı yaşadım. Yaşadığım eksiklikte ömrümü heba ettim. Varlıkla yokluk arasında kayboldum. İhtiyaca para yetmedi, nefis yeter demedi. Oysa yetere para gitmezdi.
Korku hüküm sürdü, muhabbet bitti. Oysa muhabbetin tadı çok lezizdi. Şifaydı. Yaralara merhemdi. Akan günün tebessümü bitti. Merhametli yüreklerde umutsuzluk hasıl oldu. İtaat yerini isyana bıraktı. Hırs ve kinin dostluğu arttı. Arttıkça harabiyette arttı. Öfke kontrolünü yitirdi, fireni patlamış otomobil gibi uçuruma terfi etti.
Kâinat; nizam ve intizam üzere kuruldu. Denge ve düzen kanunu, yaratılanın zıddıyla mümkündü. O zıtlıklar ibret için, rotayı belirlemek içindi. Ancak zıtlıklarda ibret karanlıkta kalınca; bodoslama dalmak kolaylık oldu. Sabredip şafağı beklemeye tahammül edemeyince rotasını kaybetti.
Kısacık ömrümüz neden heba oldu? Ebedi alemin meyvelerini toplamak varken, azığımızı heybemize değil de çöpe atmak ne kadar akıllıca? Misafir olduğun mekânı sahiplenip evin gibi davranmak mümkün mü?