DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Hilmi Yavuz
Hilmi Yavuz
Giriş Tarihi : 26-01-2025 13:59

Tarihi Tahrif Etmek ve Popüler Tarih

1930’lu yıllar, Cumhuriyet Halk Fırkası tek parti iktidarının ulus-devlet inşasını bir etnisite üzerinden, yani Türklük üzerinden temellendirmeye çalıştığı yıllardır. 1932 yılında toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi, bu çabanın Türk Tarih Tezi olarak resmîleştirildiğini gösterir. Bu resmîleştirmenin Türkiye’de entelektüel faaliyetlerin belirli bir kanona bağlandığını;  sadece edebiyatın değil, mimarînin ve müziğin de Türkleştirilmesine ilişkin Kemalist kanonun inşa edilmeye başlandığını biliyoruz.

 
Yüksek edebiyat bir yana, popüler edebiyat, özellikle de, o yıllarda yazılan popüler tarih romanları bu kanonun, ideolojik ve resmî işleyişini ortaya koymak bakımından anlamlıdır. Dr.Murat Kacıroğlu’nun, 1927-1940 yılları arasında yazılan ‘Tarihî Macera Romanlarında Kanonik Söylem yahut Angaje Eğilim’ başlıklı makalesinde [Turkish Studies, Spring 2010], Abdullah Ziya [Kozanoğlu], Nizameddin Nazif [Tepedelenlioğlu], M.Turhan Tan gibi popüler tarihî roman yazarlarının eserlerinde bu Kanonik söylemin analizinin başarıyla yapıldığını görüyoruz. Kacıroğlu, Abdullah Ziya’nın Kızıl Tuğ romanında Cengiz Han’ın Moğol kimliğinin reddedilerek Türk kimliğinin öne çıkarıldığına dikkati çekiyor ve ‘Birinci Türk Tarih Kongresi’nde  tartışılan meselelerden biri olan Moğolların Türk olup olmadıkları konusunda ileri sürülen görüşlerden birinin [‘Kızıl Tuğ’ romanında, h.y.] Abdullah Ziya tarafından benimsendiği[ni]’ bildiriyor: ‘Bu görüş sadece Cengiz Han’ın Türk olduğu şeklinde Afet İnan tarafından geliştirilen çözümdür.’

Abdullah Ziya’nın, sadece bir romancı olarak değil, bir mimar olarak da, Kemalist Türk Tarih Tezi’ni destekleyen yazılar yazdığı da görülüyor. Abdullah Ziya’nın Birinci Türk Tarih Kongresi’nin toplandığı 1932 yılında, tek parti iktidarı Maarif Vekâleti’nde başmimar olarak çalışmaya başlamış olması fevkalade dikkati çekicidir.

Abdullah Ziya’nın, o yıl, Mimar Dergisi’ne [ Mimar 2, No.4, 1932] yazdığı ‘Yeni Sanat’ başlıklı makalede ‘Türk’ün camisinden, çeşmesinden motif alarak bu asırda [XX. yüzyıl, h.y.] sanat eseri yapılama[yacağını]’  öne sürmektedir ki, bu önesürüş, A.Kıvanç Esen’in ‘Tek Parti Dönemi Cami Kapatma/Satma Uygulamaları’ başlıklı makalesinde [Tarih Toplum, Güz 2011] ifade ettiği gibi, ‘Caminin Türklükle  özdeşleştirilmesi, onun “eski”ye ait olduğu gerçeğini değiştirme[mektedir]’. 1930’lar Türkiye’si için modern olan ulusaldır, ulusal olan da modern. Yani, iktidar için camiler “Türk”tür, ama ulusal değildir.’

Açıkça görülmüyor mu: Kemalist Tarih Tezi, ulus devleti hem Türklük üzerinden inşa etmek istemekte, hem de geçmişte Türkler’e ait olan ne varsa, onu ulusal saymamaktadır. 

Nizameddin Nazif de,  Osmanlı’yı aşağılayıp değersizleştirerek Türklüğü öne çıkarmayı tecrübe eder.  ‘ “Kara Davut’ ta Fatih Sultan Mehmed, “acımasız ve zalim bir hükümdar” olarak tasvir edilir.[…] Romanda İstanbul’un, [Osmanlı] Fatih Sultan Mehmed’in değil,[Türk] Kara Davut’un kahramanlıkları sayesinde fethedildiği’ gösterilmek istenir. Romanda Kara Davut’un Fatih’e tokat attığı [!] bir bölüm de vardır. Nizameddin Nazif’in ‘Deli Deryalı’ romanında da bu defa Kanunî Sultan Süleyman aşağılanır: Kanunî’nin ‘her Osmanlı prensi gibi, mütereddî [ soysuzlaşmış] ve şehvetperest’ olduğu söylenir.

Evet, Osmanlı kötü, Türk iyidir; geçmiş ve eski kötü, modern ve ulusal iyidir: Peki de meselâ geçmişte Türk mimarîsiyle inşa edilmiş ‘cami’, nasıl oluyor da, sadece ‘eski’ olduğu için ‘ulusal’ sayılmıyordur? Burada da Afet İnan çözümü yürürlüktedir: Nasıl ki Moğollar değil de Cengiz Han Türkse, camiler de Türk, fakat ulusal değildir!

Zeyl: Bu yazı sonunda da belirtildiği gibi 2012 yılında yazıldı. 1930’ların ‘Kemalist kanonu’, ulus-devleti Türk etnisitesi üzerinden inşa etmeye dayandığı için ‘Osmanlı kötü/Türk iyi’idi;-dolayısıyla,’Tarihin tahrifi’ gerekçesinin öne sürülmesi sözkonusu olamazdı. Şimdiyse 2022 yılındayız ve ‘Kemalist kanon’un yerini, deyiş yerindeyse ‘Osmanlı kanonu’ almıştır. Bugün bir ‘Deli Deryalı’ veya ‘Kara Davut’ türünden Osmanlıyı aşağılayan bir roman yazılamaz. Diyelim ki yazıldı; o zaman da, kaçınılmaz olarak, ‘Tarihin tahrifi’ gerekçesi sözkonusu olacaktır. 

Bilineni söyleyeyim: ‘tarihin tahrif edildiği’ gerekçesi, hangi kanonik söylemin [Kemalist,Osmanlı?] içinden konuşulduğuna bağlıdır..

 

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA