Abdullah Uçman’la Handan İnci’nin hazırladıkları “Bir Gül Bu Karanlıklarda”nın ( -Tanpınar Üzerine Yazılar-) ‘Kitap Üzerine Birkaç Söz’ başlıklı giriş yazısında, ‘Tanpınar’ın, ölümünden ancak on yıla yakın bir zaman geçtikten sonra, yani aşağı yukarı 70’li yıllarda yeniden okunmaya başlandığı[…]’ ve bunda Mehmet Kaplan, Zeynep Kerman, Birol Emil’in ve ‘Huzur’un ‘yeniden yayımlanmaları kadar, Selahattin Hilav ile Hilmi Yavuz arasında doğrudan doğruya Tanpınar münasebetiyle başlayan ve 4-5 ay kadar süren oldukça geniş boyutlu tartışmanın da önemli ölçüde payı bulunduğunu belirmek gerekir’ deniliyor.
Uçman ve İnci’nin bu tespitlerine, benim bir diyeceğim olamaz elbet. Öte yandan, Hilav’la olan tartışmamızın, belirli bir düzeyde sürdürüldüğüne şüphe yok. Nitekim Memet Fuat, Yeni Dergi’nin (sayı. 105, Haziran 1973) ‘Dergilerde’ bölümünde bu tartışmanın başlangıcına ilişkin olarak, ‘Yeni a Dergisi’nin Mayıs sayısında Hilmi Yavuz, ‘Tanpınar’ın Solculuğu Efsanesi’ başlıklı incelemesinde, Hilav’ın ‘Yeni Ortam’da yayımlanan ‘Tanpınar Üzerine Notlar’ına karşı çıkıyor’ dedikten sonra,‘Bu tartışmanın yüksek bir düzeyde süreceği, Tanpınar’ın yapıtları üzerinde yeni çalışmalara yol açacağı anlaşılıyor. Şair, romancı, denemeci, edebiyat tarihçisi olarak, uzaktan bakıldığında, çelişik görünümleriyle insanı şaşalatan bir yazarın böyle bir tartışmayla ele alınması, bence çok iyi oldu’ diye ilave ediyor ve bu yazının altına düştüğü bir dipnotta da, Selahattin Hilav’ın ‘Yeni Ortam’da çıkan incelemesini, Hilmi Yavuz’a vereceği karşılıkla birlikte yayımlayacağız’ duyurusunda bulunuyordu.
Memet Fuat’ın, bu tartışmanın ‘Tanpınar’ın yapıtları üzerinde yeni çalışmalara yol açacağı[na]’ ilişkin öngörüsünün, Abdullah Uçman ve Handan İnci’nin tanıklıklarıyla doğru çıktığı söylenebilir: ‘Tanpınar hayattayken onunla ve eserleriyle ilgili toplam 40 kadar yazı yazıldığı halde,[…] sadece 2000 yılı içinde bu rakamın 50’nin üzerine çıktığı görülmektedir.’
Tartışmaya dönelim: Hilav’ın, Kemal Bisalman’ın sahibi olduğu ve 1970’li yılların başında, özellikle ‘sol’ entelijansiyanın sözcülüğünü üstlenen ‘Yeni Ortam’ gazetesinde ( Emil Galip Sandalcı, Aydın Engin, Oya Baydar, Mustafa Ekmekçi vd. o yıllarda o gazetede yazıyorlardı. Bir süre ben de köşe yazarlığı yapmıştım o gazetede!)
Hilav'ın,31 Mart 1973 ve 9 Nisan 1973 tarihleri arasında tefrika edilen ‘Tanpınar Üzerine Notlar’ı, büyük bir ilgiyle karşılanmıştı. Hilav, Tanpınar’ın kullandığı ‘istihsal’, ‘emek’, ‘iktisadi şartlar’ kavramlarından yola çıkarak, onun ‘manevî dünyanın yaratıcı ve aşıcı bir şekilde yenilenmesi’ ile ‘maddeci bir tarih ve kültür felsefesine’ ‘iyice yaklaş[tığını]’ önesürüyor ve bu ‘maddeci’ tarih ve kültür felsefesinin, Marksizm olduğunu imâ ediyordu.
Benim açımdansa sorun şuydu: Tanpınar’ın, ‘istihsal’, ‘emek’ ‘iktisadi şartlar’ gibi kavramları hangi bağlamda kullandığına bakmalı ve ondan sonra, bu bağlamın bize dayattığı okumayı yaparak karar vermeliydik. Bana göre Tanpınar, bu kavramları, ‘Bilimsel’ [Marksist] bir ‘kültür ve tarih felsefesi’ne götürecek kuramsal kavramlar (i.e.Marksist ekonomipolitiğin kuramsal kavramları) olarak değil, ahlaksal bir problemi temellendirecek ideolojik kavramlar olarak için kullanmaktaydı.
Dolayısıyla tartışmanın Bilim/İdeoloji sorunsalı üzerinden yürümesi kaçınılmazdı. Tanpınar, sözkonusu kavramları bilimsel bağlamda mı, yoksa ideolojik bağlamda mı kullanmıştı? Bu konuda Althusser’in ‘İdeoloji’ tanımı üzerinde; İdeolojiden Bilimsel olan’a geçişteki ‘epistemolojik kesik’ (coupure épistemologique’) üzerinde; Resmî İdeoloji’den kopma’nın bir aşma (Fr.Dépassement; Alm.Aufhebung) olup olmadığı üzerinde, Memet Fuat’ın dediği gibi ‘yüksek düzeyde’ bir tartışma başladı. Hilav’ın bana verdiği ve Yeni Dergi’nin 106.sayısında yayımlanan cevaba, ben de Yeni a Dergisi’nde gecikmeden karşılık vermiştim. Memet Fuat, Hilav’ın yazısının, ‘yeni bir bakışı içer[diğini]’ söylüyordu; bense o ‘yeni bakış’ın Tanpınar’ı doğru okumakla ilişkisi olamayacağını savunmaktaydım. Bu bağlamda, Memet Fuat, benim cevabımın ‘yerleşmiş kanıyı destekl[ediğini]’ öne sürmekteydi.
Bu tartışmanın bir kısım Türk entelijensiyası tarafından nasıl karşılandığına ilişkin bir anekdot: Hilav’ın ve benim yazılarımın yayımlandığı günlerde, rahmetli Demirtaş Ceyhun’un Harbiye’deki Yapı Endüstri Merkezi Kitapevi’nde Ece Ayhan’la karşılaşmıştık. Ece’nin, ‘merhaba!’demeden, bana hışımla söylediği ‘pişmiş aşa su kattın!’ sözlerine bir hayli şaşırmış olmalıyım ki, duruma açıklık getirdi: ‘Onlar [‘sağcılar’ı kastediyor] Sabahattin Ali’yi bizden [‘solcular’ı kastediyor] transfer ettiler; Hilav da buna karşılık Tanpınar’ı onlardan bize transfer etti. Sen de Tanpınar’ın solcu olmadığını ispata kalktığın için pişmiş aşa su kattın!’
O sıralarda Mustafa Kutlu, Sabahattin Ali üzerine bir kitap yayımlamış; Sabahattin Ali’nin ‘solcu’ değil, muhafazakâr bir yazar olduğunu öne sürmüştü de!
İkinci bir örnek de Yalçın Küçük’ten gelmişti: O da ‘sağcılara’ seslenerek, ‘Alın ‘Ebu Cehil’ Kemal Tahir’i, verin bize [‘solculara’] Peyami Safa’yı’ demişti!
Edebiyatta ‘futbol transferi’ mantığı!