Bertrand Russell, Kuşkucu Denemeler’de, Kopernikus Devrimi’nden
sonra Dünya’nın ve İnsan’ın konumuna ilişkin olarak şunları söyler:’Kopernikus’tan önce insanın Dünya’nın merkezi olduğu konusundaki kavrayışı desteklemek için felsefi inceliklere gerek yoktu. Gökler Dünya’nın çevresinde dönüyordu ya!.. Dünya’da insanlar Doğa’ya egemen olmamışlar mıydı? Ama Dünya, Güneş Sistemindeki bu konumundan alaşağı edilir edilmez (Güneş’in Dünya çevresinde dönmediği anlaşılmıştır artık) insan da Dünya’daki bu merkezi konumundan alaşağı ediliyordu...’
Öyle görünüyor ki, insanın tarihi onu Dünya’da merkezi bir konuma gelmesi ve bu konumdan alaşağı edilmesinin tarihi olarak okunabilir.İnsanın bütün çabası Dünya’da merkezi bir konuma gelmek için uğraşmak olmuştur ama, ama bunu başardıktan bir süre sonra da bu konumdan alaşağı edilmiştir.. Bir tür Sisypos çabası! İnsan, büyük bilimsel ve teknolojik devrimleri gerçekleşme konusunda bunca uğraş verdikten sonra, tam da Doğa’ya egemen olduğunu düşünüp kendini güvende hissetmeye başladığında, bir deprem ya da bir büyük sel, ona bu güveninin beyhudeliğini gösteriverir. Doğa, tekrar merkezi konumuna dönmüştür. İnsan, bir kez daha, Sisypos gibi,uçurumun dibindeki kayayı yukarı çıkarma işine girişir. Ama boşuna! Yukarı çıkardığı anda,kaya tekrar uçurumun dibine düşecektir!
Bilim, bize insanın Doğa’ya ancak geçici bir süre için egemen olduğunu gösteriyor. Ama insan, tıpkı Sisypos gibi, bu egemenliğin geçici olduğunu, Doğa’nın, onu yeniden bu egemen konumdan alaşağı edeceğini bile bile, kaldığı yerden uğraş vermeye devam eder. Bilimsel devrimler, Doğa’ya karşı geçici kazanımlardır. Başka türlü söylersem,İnsan’la Doğa arasındaki mücadele, Hegel’in ya da Marx’ın önesürdükleri gibi, bir ‘Efendilik’ mücadelesi değildir;- olmamıştır da! İnsan , bu mücadelede küçüklü büyüklü muharebeleri kazanır , ama harbi değil.Bakın, mesela, uzun yıllar tuberkloz en korkulan hastalıktı; bugünse, kanser ya da aids! Kanser ya da aids’ten korkulmamaya başlandığında,onların yerini , hiç şüpheniz olmasın, korkulan yeni hastalıklar alacaktır. Doğa’nın doğası, yok etme üzerine inşa edilmiştir çünkü... Asıl mücadele, İnsanın var etmesi ile Doğa’nın yok etmesi arasındadır. Ve bu mücadelede harbi,daima Doğa kazanacaktır...Efendi/ Köle diyalektiğinde Doğa Efendi,insan da köledir;- arada geçici Efendilik dönemleri olsa da!
İnsan, merkezi konumunu Doğa’nın Efendisi olamayacağını idrak ettiğinde kaybetmiştir. Şimdi tek istediği, güvende olabilmek, yok olmayı geciktirebilmektir! İlginçtir:İnsan, varlığını koruyup güvence altına almayı, sadece Doğa’ya karşı değil, kendi soyuna karşı da sürdürmek durumundadır. Çünkü sadece Doğa değildir, onu yok edilme olasılığı ile karşı karşıya getiren;- insanın kendisinin de,kendi soyunu yok etmeye kalkışma olanaklarına sahip olduğunu biliyoruz çünkü! Öyleyse onun, hem Doğa’ya hem de kendi soyuna,yani insan’a karşı güvende olması gerekir. Bu güvenlik ise, insanın tahayyül gücüyle sınırlı görünüyor. Şöyle:
İnsan yok edilme konusunda alacağı önlemler, daima, o güne kadar bilinmeyen bazı risklerin de gözönüne alınmasını gerektirir. İnsan ,kendisinin nasıl yok edilebileceğini , bu olasılıkların neler olabileceğini tahayyül etmek zorunluluğuyla karşı karşıya bugün ve 11 Eylül, bu manada, kışkırtıcı bir işaret! Çünkü İkiz Kulelere ve Pentagon’a karşı düzenlenen eylem, insanın tahayyül edemediği bir eylemdi. Hollywood’un hayal gücü geniş senaristlerinin bile tahayyül edemedikleri bir eylem!
Demek ki, bundan böyle insanın insana onu yok etme bağlamında neler edebileceği, neleri reva görebileceğini kestirebilmek, onun tahayyül sınırlarını aşan bu eylem dolayısıyla, artık pek olası görünmüyor.Doğa’nın insanı yok etmede neler yapabileceği kadar, insanın insanı yok etmede neler yapabileceği, insan tahayyülünün sınırlarını aştıkça, insanın güvende olması sözkonusu değil artık. Ve insan, ne Doğa’nın ne de kendi soyunun onu yok etme girişimlerine karşı, merkezî bir konumda olamayacak hiçbir zaman...(2001).
Musa Aşkın
Gerçek Derinlik İçimizde
Gevher Aktaş Demirkaya
Ben Yemen Türküsü’nü Söylerken Ata Ağlardı
Yusuf Sarıkaya
Bizim Kuşak /4
Mine Çağlıyan
Özgürlük
Sedat İlhan
Sami Çelik Bey’e
Ümmügülsüm Hasyıldırım
Bir Mum Işığına Tutsak
Suna Türkmen Güngör
Ruhun Terazisi
Ümit Polat
Hakan Bahçeci’nin Öykü Yoculuğu
Dilek Tuna Memişoğlu
Sudan Ağlıyor
Ebru Bozcuk
Yaşam Gustoluğu
Mehmet Şahan
Hasene ve Hasenat
Serhan Poyraz
Goriot Baba / Honore de Balzac
Ayşe Parlar Gürkan
Duyguların Matematiği
Hilmi Yavuz
Okuma Takıntısı
Prof. Dr. Nevzat Tarhan
Sevgi Yönetimi
Haluk Özdil
Nazilerin Gizli Silahı Lili Marleen
Ahmet Furkan Demir
Çağımızın Hastalığı: Gösteriş
Hüseyin Uyar
İstanbul Senfonisi
Nevin Bahtişen
Hayata Dair
Ayfer Güney
Dur
Deniz İmre
Anlam Arayışının Sessiz Çığlığı
Hamiyet Su Kopartan
Meşguliyet
Sami Çelik
Ey Zımni
Turan Demirci
Yapılmayacaklar Listesi
Muhammet Çavdar
Bir Uyku Bin Ölüm
Reyhan Mete
Ey Ruh! Geldiysen Üç Kez Tıkla
Esedullah Oğuz
İçimiz Dışımız Suriye
Hakan Cucunel
Türk Edebiyatı ve Türkçe Edebiyat
Cengiz Hortoğlu
Mutlu Olmak mı Nasıl Yani?
Ufuk Batum
Yediği Ayazı Unutmamak
Şükrü Doruk
Alma Ağacı
Uzman Klinik Psikolog, Dr. Ezgi Yaz
Hayat Gökyüzüdür, Bakış Açımız da Teleskop
Demet Mannaş Kervan
Sözde Hayvanseverin Eseri: Sokak Köpeği
Tamer Şahin
Dünyalı Barış Manço
Kadir Çelik
Affet Bizi Güzelhisar
Güzel bir yazı. Teşekkür ederim Hilmi Yavuz Bey.