Hiç şüphe yok, işkence insanlık dışı bir uygulama;- ama, tarihi bir hayli eskilere giden bir uygulama! Talat Asad’ın , Ortaçağ Hıristiyanlığında bedene acı verici uygulamalar üzerine, ‘Economy and Society’ dergisinde yayımlanan makalesine göre ,hakikatin öğrenilebilmesi için işkenceyi hukuksal bir pratik olarak legal sistemin içine alıp kurumsallaştıran Roma Hukuku olmuştur. Asad’ın Esmein’den aktardığına bakılırsa, Roma’da önceleri, işkence sadece kölelere uygulanırken, İmparatorluk döneminde ‘vatana ihanet’le suçlanan yurttaşlara (özgür Romalılara) da uygulanmaya başlanmıştır. İşkencenin, daha önce de, pagan dinlerinde dinsel bağlamda uygulandığını biliyoruz; ama sanık ya da sanıklardan doğruyu söylemelerini sağlamanın yasal yollarından biri olarak, ilk defa Roma Hukuku’nca meşrulaştırılmış olduğunu da belirtmek gerekiyor. Talat Asad, işkencenin,12.Yüzyılın başlarından itibaren Ortaçağ Hıristıyan Avrupa hukukunda da yer bulduğunu; 14.Yüzyıl’da yaygın bir göreneğe dönüştüğünü bildiriyor.
İşkencenin, sanığın hakikati söylemesi için uygulanan bir sorgulama pratiği (‘quaestio’) oluşu kadar, bir cezalandırma pratiği olarak da, İktidar’la ilişkili olduğunu Foucault’dan öğreniyoruz..Foucault’nun o çok bilinen ‘Surveiller et Punir’ (‘Gözetleme ve Cezalandırma’) adlı çalışması, 1757 yılında Fransa kıralı XV.Louis’ye karşı başarısız bir suikast girişiminde bulunan Damiens adında birine verilen cezanın infazı sahnesiyle başlar. Foucault’nun Damiens’e uygulanan işkenceyi en ince ayrıntılarına kadar ürpertici, dahası dehşet verici bir biçimde anlattığı bu sahne şöyledir: Damiens’in göğüs, kol ve bacaklarındaki et parçaları kızgın bir kerpetenle teker teker koparılır. Majestelerinin yaşamına kastettiği eli, kükürtle yakılır. Daha sonra da vucüdu (geriye
ne kaldıysa!) dört ata bağlanarak dört parçaya ayrılır ve yakılarak kül edilir.. Foucault üzerine kuşatıcı bir çalışma yapmış olan J.G. Merquior, bunları aktardıktan sonra, Damiens’e uygulanan bu işkencenin ‘dini bütün Paris halkının gözleri önünde’ cereyan ettiğini de özenle vurguluyor.
Bedene yönelik işkencenin sırasıyla dinsel, hukuksal ve siyasal bağlamda sorgulama ve cezalandırma pratiği olarak dönüşümü Avrupa’da 1830’larda tamamlanır. Merquior, ’geçmişteki yoğun işkence[nin] 1830’lara gelindiğinde, yerini biçimsel kurallara düşkün ince yönetmeliklere bırak[tığını] belirtir ve ‘ bu değişik[liğin] fiziksel işkencenin kaybolmasında kendini göster[diğini]’ bildirir. Artık işkence, Foucault’ya göre, cezaevlerine konulanların ‘günlük yaşamına ilişkin kılı kırk yaran yönetmelik’te gizlidir. Modern cezaevleri,(Merquior’un deyişiyle) ‘ne zaman gözetlendiklerini bilemeyen mahpuslar[ın] her zaman izleniyormuş gibi davranmak zorunda kal[dıkları]’ aydınlık yapılardır. Gizli ve karanlık zindanlar sahneden çekilmiş, yerini aydınlık ve gözetlenebilir hücrelere bırakmıştır. ‘Mahpus Toplum’dur artık sözkonusu olan…
Burada kışkırtıcı bir dönüşüm söz konusu: Mahpusluk, karanlık zindanlardan aydınlık hücrelerde alıkonulmaya dönüşürken, işkence, Damiens örneğinde görüldüğü gibi, aleni ve açık bir uygulama olmaktan kapalı ve gizli mekanlarda icra edilen bir pratiğe dönüşmüştür. İşkence, Damiens’e uygulandığı gibi, halkın ‘gözü önünde’ icra edilen açık ve aleni bir uygulama değildir; sadece işkencecilerin olduğu; işkence edenlerle işkence edilenin bulunduğu kapalı ve gizli mekanlarda gerçekleşmektedir artık.
Bu tuhaf bir çelişki gibi görünmüyor mu? Şöyle: Aydınlanma sonrasında cezaevleri, karanlık zindanlardan günde 24 saat aydınlatılan hücrelere ya da başka bir deyişle söylersem, gizlilikten aleniyete doğru evrilirken, işkence tam tersine, aleniyetten gizliliğe doğru evrilmektedir. Dolayısıyla, bana göre elbet, Foucault’nun önesürdüğü gibi, Aydınlanma sonrasında, sadece açık hücrelerde zihinlerin denetimi değil, ama gizli mekanlardaki işkence pratiğiyle bedenlerin denetimi de yürürlüktedir.
Musa Aşkın
Gerçek Derinlik İçimizde
Gevher Aktaş Demirkaya
Ben Yemen Türküsü’nü Söylerken Ata Ağlardı
Yusuf Sarıkaya
Bizim Kuşak /4
Mine Çağlıyan
Özgürlük
Sedat İlhan
Sami Çelik Bey’e
Ümmügülsüm Hasyıldırım
Bir Mum Işığına Tutsak
Suna Türkmen Güngör
Ruhun Terazisi
Ümit Polat
Hakan Bahçeci’nin Öykü Yoculuğu
Dilek Tuna Memişoğlu
Sudan Ağlıyor
Ebru Bozcuk
Yaşam Gustoluğu
Mehmet Şahan
Hasene ve Hasenat
Serhan Poyraz
Goriot Baba / Honore de Balzac
Ayşe Parlar Gürkan
Duyguların Matematiği
Hilmi Yavuz
Okuma Takıntısı
Prof. Dr. Nevzat Tarhan
Sevgi Yönetimi
Haluk Özdil
Nazilerin Gizli Silahı Lili Marleen
Ahmet Furkan Demir
Çağımızın Hastalığı: Gösteriş
Hüseyin Uyar
İstanbul Senfonisi
Nevin Bahtişen
Hayata Dair
Ayfer Güney
Dur
Deniz İmre
Anlam Arayışının Sessiz Çığlığı
Hamiyet Su Kopartan
Meşguliyet
Sami Çelik
Ey Zımni
Turan Demirci
Yapılmayacaklar Listesi
Muhammet Çavdar
Bir Uyku Bin Ölüm
Reyhan Mete
Ey Ruh! Geldiysen Üç Kez Tıkla
Esedullah Oğuz
İçimiz Dışımız Suriye
Hakan Cucunel
Türk Edebiyatı ve Türkçe Edebiyat
Cengiz Hortoğlu
Mutlu Olmak mı Nasıl Yani?
Ufuk Batum
Yediği Ayazı Unutmamak
Şükrü Doruk
Alma Ağacı
Uzman Klinik Psikolog, Dr. Ezgi Yaz
Hayat Gökyüzüdür, Bakış Açımız da Teleskop
Demet Mannaş Kervan
Sözde Hayvanseverin Eseri: Sokak Köpeği
Tamer Şahin
Dünyalı Barış Manço
Kadir Çelik
Affet Bizi Güzelhisar