Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Serhan Poyraz

01-09-2022 15:51

Advert

Bir kitabı niçin okumak istersiniz? Hiç düşündünüz mü bunu?

Bazen bir kitabı dünya edebiyatında iz bırakmış bir “klasik” olduğu için okumak isteriz. Onu okuyanlardan duyduğumuz felsefesini deneyimlemek ve üzerine biz de söz söyleyebilmek için elimiz gider kitaba.

Bazen bir kitapçıda ilk defa rastlayıp incelediğimizde kitabın hikayesinin ve karakterlerinin özgünlüğü, zamansızlığı yani evrenselliğidir bize o kitabı aldırıp okutan.

Elimize aldığımız o kitap psikolojik bir romansa karakterlerin ruh hallerini deneyimleyebilme fikri de cazip gelebilir. Hele bir de hüzünlü bir ruh halindeysek bir kitabı karamsarlığı için okumak isteriz. Hikayenin içinde kendi hayatımızdan birşeyler bulup yalnız olmadığımızı kendimize fısıldayabilmek için.

Ya da uzun yıllar önce okuduğumuz ve hafızamızda keyifli bir iz bırakan bir kitapsa, anıların ihtiraslı özlemiyle yeniden okumak isteriz o kitabı.

Biliyorum, bir kitabı sadece canımız okumak istediği için elimize aldığımız başına buyruk keyfi sebeplerimiz de olur arada sırada.

Belki o anda içinde bulunduğumuz tüm bu düşünsel ve ruh hallerine göre sebepleriniz değişkenlik gösterebilir ama çoğu zaman bir kitabı sadece Fyodor Mihayloviç Dostoyevski yazdığı için, bize bir peri masalı anlatmayacağını ve hatta ruhumuza baltalar saplayacağını bilsek bile okumak isteriz.

Gerçekten de Dostoyevski kelimesiz yazar, okumaktan ziyade hissederiz onun yazdıklarını. Yaşadığı döneme kadar ki çeşitli felsefi ve dini temaları kullanarak insana ait her türlü ruh halini ve düşünceyi farklı farklı karakterlerine giydirirken bir yerde bir şekilde hikayesinin içine bizi de dahil ederek kitap okumak
için az önce saydığım tüm sebepleri aynı anda sunar.

Ondokuzuncu yüzyıl Rusya’sının sorunlu siyasi, sosyal ve manevi atmosferindeki insan hallerini araştıran romanlarında aslında en iyi bildiği şeyi yapar Dostoyevski, bize kendi hayatından kesitler anlatır.

Dostoyevski’nin Moskova’nın varoş mahallelerinin birinde hastalıklı bir annenin ve asker emeklisi doktor bir babanın oğlu olarak başladığı yaşamı, kısa süre içerisinde annesini kaybetmesi ve otoriter ve sert bir adam olan babasının kendini iyice alkole vererek şiddete de başvurmaya başlamasıyla, ona daha çocukluk yıllarından itibaren acı çekmenin ne demek olduğunu öğretir. Çocukluğunda, ölmesini isteyecek kadar nefret ettiği babasının bir süre sonra ani ölümüyle ergenliğinin inişli çıkışlı duygusal devinimleri arasında bu kez de babasının ölmesini istemesinin hissettirdiği vicdan azabıyla tanışır. İçinde taşıdığı suçluluk duygusunun yükünü, babasının bitirmesini istediği dönemin Petersburg’unun en disiplinli askeri okullarından birinden dereceyle mezun olup baba mesleği askerliğe başlayarak hafifletmek ister ancak ne var ki askerlik ona göre değildir; onun ideali büyük bir yazar olmaktır.

Bir yıl sonra askerlikten ayrılarak ilk romanı olan “İnsancık”ları yazdığında dönemin edebiyat çevrelerinden büyük övgüler alınca büyük bir yazar olma hayalinin heyecanıyla “Öteki” romanını yazar ancak bu kez oldukça olumsuz eleştiriler alır. İdealinden vazgeçmemek adına herhangi bir yılgınlığa kapılmadan bu kez de “Ev Sahibi” ve “Beyaz Geceler” romanlarını yazar ancak sonuç yine aynı olur. Hatta bu kez eleştirilerin yanısıra alay konusu bile olur. Giderek kötüleşen maddi durumu sebebiyle Petersburg’da bir tavan arasında kalarak değerli eşyalarını yaşlı tefeci bir kadına rehin bırakıp geçimini sağlamaya çalıştığı o günlerde yazmaya dair umudu iyice kırılınca yazarlığı bırakarak politikaya atılmaya karar verir.

Dostoyevski, yazarlık yaptığı zamanlarda ilgi duyduğu Alman romantizminden aşina olduğu sol Hegelcilerin ve benzer diğer birkaç grubun toplantılarına katılmaya başlar. Bir süre sonra “Petrashevski” adlı gizli bir devrimci örgüte üye olduğu gerekçesiyle tutuklanarak önce hapse girer ve sonrasında da idama mahkum edilir. İdam kararları uygulanırken beklenmedik bir şekilde af çıkınca, almış olduğu idam cezası Sibirya’da sürgün cezasına çevrilir. Sibirya günlerinde ağır suçlularla, katillerle tanışır ve okumasına izin verilen tek kitap olan “İncil”i defalarca okur. Haliyle, sürgün günleri Dostoyevski’nin düşüncelerini ve hayata bakışını değiştirir. Sosyal reform düşüncesi onun için boyut değiştirir ve daha çok manevi konulara konsantre olmaya başlar. Büyük yazar olma hayalinin içindeki sönmeyen ateşi, sürgünden döndükten kısa bir süre sonra onu yeniden edebiyata döndürür. “Amcanın Düşü” ve “Yeraltından Notlar” kitaplarını yazar. Özellikle “Yeraltından Notlar” kitabında, ütopik batı felsefelerinin insan ruhunun çelişkili özlemlerini asla tatmin edemeyeceğine dair olan inancına tematik vurgular yapar.

Geliyordur gelmekte olan… “Olağanüstü birey” teorisiyle, belirli bireylerin insanların geri kalanından daha üstün olduğunu ve bu bireylerin insanlığın geri kalanını yöneten yasalara bağlı olmadığını hatta olağanüstü yapıları yüzünden yüksek amaçlar uğruna çeşitli suçları işleme hakkına sahip olduklarını iddia eden Hegelcilerin bu ütopik felsefesinde algıladığı sorunlar ve 1860’lı yılların radikallerine düşünce ve eylemlerinin olumsuz etkilerinden hareketle sosyalizmin oturtulması gereken doğru zemine dair uyarılarda bulunmak için “Yeraltından Notlar” kitabından bir yıl sonra yeniden sihirli kalemini eline alır.

Bu kez, “Olağanüstü birey” kavramına gönderme yapıp “Kötü bir insanı öldürmek toplumun yararına mıdır? Bir insanı soğukkanlı bir katil olmaya iten sebepler nelerdir? Cinayet anında katilin aklından neler geçer? Nasıl bir toplum böyle katiller yetiştirir?” sorularıyla Rus edebiyatının ve dünya edebiyatının en çok okunan eserlerinden biri haline gelecek olan “Suç ve Ceza” romanını yazar ve bizleri aslında başarısız bir anti-kahraman olan Rodion Romanoviç Raskolnikov ile tanıştırır.

Dostoyevski, Raskolnikov’a ilham kaynağını olarak gerçek hayattan bir suçluyu seçer. 1800’lü yılların başlarında Fransız ordusunda asker olan ancak sonrasında firar ederek işlediği küçük suçlarla hapse girip çıkan Fransız Pierre Francois Lacenaire, 1834 yılında iş arkadaşıyla beraber bir kenar mahallede yaşayan travestiyi ve yaşlı annesini çok paraları olmasından hareketle hem toplumun adaletsizliğini protesto etmek hem de dünyayı zararlı bir insandan kurtarma gerekçesiyle balta ile öldürmüştür. Bu suç davasının kayıtlarını okuyan Dostoyevski, hukuk bölümünde okuyan bir üniversite öğrencisi olan Raskolnikov’a topluma zarar veren aç gözlü ve vicdansız yaşlı bir tefeciyi ve kız kardeşini öldürtür.

Ancak bir toplumda doğru ahlaki yapı oluşmadan adaleti sadece güçlüler sağlıyorsa ve birinin mutluluğu diğerinin mutsuzluğu oluyorsa sıradan bir birey olan Raskolnikov’un kendine olağanüstü bir birey olduğunu ispatlamaya çalışırcasına insanların kanını emen kötü bir kadın olan yaşlı tefeciyi öldürmenin toplumun faydasına olacağına dair kurduğu mantığın yanılgısı cinayetin ardından ortaya çıkar. Raskolnikov kendisini büyük bir suçluluk duygusu ve suçunu itiraf etme ihtiyacı içinde bulur ve kendisiyle mücadele etmeye başladığında tam anlamıyla duygusal bir sendromun içine girer.

Dostoyevski sadece iyi bir yazar değil, bundan çok ama çok daha fazlası olduğu için bu romandan sonra psikiyatride Raskolnikov sendromu olarak isimlendirilen, adaletsizliğin içinde adalet yaratma girişimi ve vicdan denen fenomenin bunu engellemesine dair bir sendrom tanımlanır. Raskolnikov sendromu, insan denen mazlumun kendi içinde adaleti araması ama engelleri aşamadığı için onu bulamama olgusundan başka birşey değildir aslında.

Olağanüstü birey olabilmek için aklının egoizm ve faydacılık dürtülerinden güç alıp olduğundan farklı gözükmeye çalıştıkça Tanrısından uzaklaşan insanoğlunun bu sendromdan kurtuluşunun her bir kalp atışının sıradanlığının içindesaklı vicdani duygularda olduğunu anlatan, insanın gizemine dair muhteşem bir varoluşsal destan “Suç ve Ceza”…

Hepimizin içinde gizli Raskolnikovlar olduğunu bilen Dostoyevski’nin tüm insanlığa yaptığı, içimizdeki kibir ve egoizm gibi duyguları itiraf edip ortaya çıkardıktan sonra onları baltalayarak yok etmemiz gerektiğine dair evrensel bir çağrı gibi adeta bu kitap.

Aksi takdirde insanlık olarak kişisel suçlarımızın cezasını mutsuzluk olarak çekmeye devam edeceğiz. Öyle ya, en zorlu savaşları kazanıp dünyaları fetheden Napolyon gibi olup kazandığımızı zannettiğimiz kişisel zaferlerimizden sonra gecenin sessizliğinde yalnız kaldığımız bir anda “Eee, ne oldu şimdi?” diyorsak aslında kaybeden değil miyizdir?

Bir kitabı niçin okumak istersiniz diye sormuştum en başta ama elinizde tuttuğunuz kitap Dostoytevski’nin “Suç ve Ceza”sıysa, bu kitabı neden birden fazla kere okumak istersiniz diye de sormalıydım sanırım.

Evet kesinlikle birden fazla kere okuyun, çevrenizdeki herkese tavsiye edin ve okutturun… Mutlaka...

Advert
DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad 01-01-1970 03:00 Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy 01-01-1970 03:00 Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy 01-01-1970 03:00 Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın 01-01-1970 03:00 Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter 01-01-1970 03:00 Hayaletler / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Hedda Gabler / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald 01-01-1970 03:00 Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe 01-01-1970 03:00 Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova 01-01-1970 03:00 Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu 01-01-1970 03:00 Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres 01-01-1970 03:00 Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi 01-01-1970 03:00 Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi 01-01-1970 03:00 Hayvan Mezarlığı / Stephen King 01-01-1970 03:00 Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Graziella / Alphonse de Lamartine 01-01-1970 03:00 Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa 01-01-1970 03:00 Othello / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 01-01-1970 03:00 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım 01-01-1970 03:00 Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl 01-01-1970 03:00 Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit 01-01-1970 03:00 Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu 01-01-1970 03:00 Ketum / Ümit Polat 01-01-1970 03:00 Macbeth / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan 01-01-1970 03:00 Oyalı Kase / Ayfer Güney 01-01-1970 03:00 Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan 01-01-1970 03:00 Roma’nın Batısı / John Fante 01-01-1970 03:00 Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles 01-01-1970 03:00 Hamlet / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün 01-01-1970 03:00 Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Kral Oidipus / Sophokles 01-01-1970 03:00 Kürklü Kişi / May Sarton 01-01-1970 03:00 Leyla ile Mecnun / Fuzuli 01-01-1970 03:00 Paul Verlaine / Stefan Zweig 01-01-1970 03:00 Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness 01-01-1970 03:00 Gılgamış Destanı 01-01-1970 03:00 Toza Sor / John Fante 01-01-1970 03:00 Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski 01-01-1970 03:00 Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie 01-01-1970 03:00 Geronimo 01-01-1970 03:00 Romeo ve Juliet / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Sonsuzluğun Sesleri 01-01-1970 03:00 Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes 01-01-1970 03:00 Selvi Boylum Al Yazmalım 01-01-1970 03:00 Elveda Saraybosna 01-01-1970 03:00 Amin Maalouf’un “Semerkant”ı 01-01-1970 03:00 Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Ivo Andriç / Drina Köprüsü 01-01-1970 03:00