Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter

Serhan Poyraz

05-03-2024 21:08

Advert

Hatırlıyor musunuz Cem Yılmaz’ın yıllar önce oynadığı “Doritos Ala Turca” reklam filmini? Kaçak cips üretimi yaparken yakalanan bir sahtekarı canlandırmıştı. Bu sahtekar üretici, elleri kelepçeli vaziyette polis aracına götürülürken; “Utanmıyor musunuz sahte Doritos Ala Turca yapmaya?” diyen basın mensuplarına; “Eğitim şart” demiş ve üstüne de; “Kardeşim bizi niye reklam ediyorsunuz? Ben ürünü ön plana çıkaracağım” diye pişkin pişkin çıkışmıştı.

Trajikomik bir tiplemeydi ama ne yazık ki, hayatın içinde sıklıkla karşılaşıyoruz, böyleleriyle… Bazen bize veya çevremize yaşattıklarını gördüğümüzde, bazen de suçu ne olursa olsun, haber bültenlerine konu olup kendilerine yöneltilen mikrofon ve kameralara söylediklerini duyduğumuzda, çoğu zaman içimizden “Eğitim şart” diye geçiriyoruz biz de...

Eğitim şart gerçekten de…

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli yetisi aklıdır ve eğitimin amacı da, insana bu özel yetisini kullanarak düşünmeyi öğretmektir.

“Düşünmeyi öğretmektir” dedim dikkat ettiyseniz ve eğitimin amacının altını çizmek için bunu bilerek söyledim. Doğru ve faydalı eğitim; “Bireylere ne düşüneceğini öğretmekle değil sadece ve sadece düşünmeyi öğretmek” ile mümkün olur.

Yaşam boyu eğitim kurumları ve kitaplar ile süren eğitim, ilk olarak çocuklukta, ailede başlar. Yunan filozof Epictetus; “İnsanların anavatanı çocukluğudur.” der. Günümüzde psikiyatristler psikolojik rahatsızlıkları olan hastalarını tedavi etmek için onların çocukluk hatta bebeklik yıllarındaki yaşantıları ile ilgili verilerden faydalanmak adına kişinin bu dönemini sorgular. Teşhis ve tedavilerini de o temel üzerinden hareket ederek oluşturur.

Atasözü “Ağaç yaş iken eğilir” der. Çocukların küçükken bilinçleri çok açıktır ve öğrenmeye, her türlü bilgiyi almaya açtırlar. Bu yüzden, çocuklar mutlaka küçük yaşta doğru ve iyi bir şekilde eğitilmelidirler. Zaman ilerleyip büyüdükçe eğitilmeleri zorlaşabilir. Çünkü geçmişten gelen tecrübeleri, bilgileri ve alışkanlıkları söküp atarak, yerine yenilerini koymak zordur. Öte yandan, yaş ilerledikçe algılama azaldığı gibi hafıza da zayıflayabilir; o yüzden yaşlılar, geçmişlerinden aldıkları bilgilerle sonuna kadar gitmek isteyebilirler. Onlar tıpkı kuru bir ağaç gibidirler. Eğilmezler, buna zorlandıklarında ise kırılgan olabilirler.

Türk kültüründe ve diğer birçok kültürde ağaç miti yok mudur yaratılışa dair?

- Geçmişini bilmezsen, geleceğin olmaz Küçük Ağaç.

Küçüktü, beş yaşındaydı. Aslında adı; “Küçük Ağaç” değildi, “Carter” idi ama Çeroki olan babaanne ve dedesi, Carter’ın sağlıklı bir insan olarak sevgiyi ve bilgiyi bir ağaç gibi ait olduğu topraklardaki köklerinden yani büyüklerinden öğrenerek büyümeye devam edeceğinden, kendisine “Küçük Ağaç” ismini vermişlerdi.

Geri dönüp dönmeyeceği belli olmayan bir seyahate çıktığı söylenen babasını bir yıldır görmüyordu ve birkaç gün önce annesi de babasının yanına gidince teyzesi ile kalmıştı. Babaanne ve dedesi gelip onu maden ocağında çalışan Martha teyzesinden almışlar ve alabildiğine yeşil dağlara ve bir o kadar da vahşi doğanın içindeki bu küçük kulübeye getirmişlerdi. Zaten o da şu anda bu dağlarda ne işi vardı, bilmek istiyordu.

- Çerokiler, Tanrı onları bu tepelere yerleştirdikten sonra burada yaşadılar. Vadilerde çiftçilik yapıp kışları avlandılar. Ve kendi kendilerine doğanın kanununu öğrettiler. Ama sonra beyaz adamlar geldi. Çerokiler onlarla sözlerin yazıldığı kağıt üzerinde anlaştılar; “Bu beyaz adamlar o kadar da kötü değiller, onlarla yaşayabiliriz” dediler.

Ancak, sonra devlet askerleri geldi ve anlaşmada yazan sözlerinin değiştiğini söylediler. Yeni sözler, Çerokilerin evlerini bırakıp gitmelerini, devletin onlar için uzak diyarlarda başka toprakları olduğunu söylüyordu. Beyaz adamların çıkarları gereği istemediği topraklara tabii ki…

Çerokiler, yaşadıkları topraklar onlara Tanrıları tarafından verildiği için tüm bunların ne demek olduğunu anlamaya çalışırken, askerler silahlarla etraflarını kuşattı ve Çerokiler sanki sığırmış gibi onları büyük bir çemberin içine aldılar. Sonra atlarını ve katırlarını getirdiler ve oradan gitmelerini istediler. Gittikleri zaman Çerokiler için ev, çiftlik, toprak yani hiçbir şeyleri kalmayacaktı.

Atlara ve katırlara binmeyi reddettiler. Çünkü geriye koruyacak tek bir şeyleri kalmıştı. Bu giyilecek, yenecek ya da gözle görülebilecek bir şey değildi. Yürümeyi tercih ettiler ve uzun bir yürüyüş oldu.

Dağlarından uzaklaştıkça teker teker ölmeye başladılar. İlk başta sadece çok yaşlılar ve çok küçük olanlar ölüyordu. Askerler durarak Çerokilerin ölülerini gömmesine izin verdi. Ama ölenler giderek çoğalıyordu. Önce yüzlercesi öldü, sonra binlercesi… Askerler; “Ölülerinizi vagonlara koyun, biz sizin için taşırız” dediler. Ama Çerokiler ölülerini vagonlara koymadılar. Taşıdılar. Erkekler ölen eşlerini taşıdılar, oğullar ölen annelerini, küçük oğlanlar da kız kardeşlerini taşıdılar.

Beyaz adamlar onların geçişini izlemek için dizildiler. İçlerinden bazıları ağladılar. Bu yüzden Çerokilerin geçtikleri bu yola “Ağlama Patikası” denir.

Fakat, Çerokiler ağlamadılar…

Konuşmadılar, hiçbir yere bakmadan sessizce yürümeye devam ettiler…

Mucize eseri, bazı Çerokiler kaçmayı başardılar ve bu dağlara geri döndüler. Dağların en iç bölgelerine gittiler ve hayatlarına burada devam ettiler. İşte biz onlardan biriyiz. Sen onlardan birisin Küçük Ağaç.”

Ormanın derinliklerinde vahşi doğanın içinde saklanarak başladıkları yaşamları, Çerokilere doğanın dilini anlamayı ve doğayı hissetmeyi öğrenmeleri sonucunu beraberinde getirmişti.

Haliyle, Küçük Ağaç’ın babaanne ve dedesi de doğanın kanunları ile uyum içerisindeydiler; köpekleri ile birlikte kasabadan uzakta minik bir evde yaşıyorlar, kendi mısırlarını yetiştirip viski yaparak geçiniyorlardı. Avladıkları geyiklerin etlerini, doğadan topladıkları bitkileri yiyorlar ve hayvan derilerinden de kıyafet, ayakkabı yapıyorlardı.

Ve… Küçük Ağaç’ın doğanın sesini duyma, toprağı hissetme odaklı eğitimi başladı. Küçük Ağaç’a önce “Gidişat”ı anlattı dedesi… Gidişat, yeryüzündeki canlı ve cansız varlıkların birbirileriyle uyumuydu. Canlı cansız tüm varlıklarıyla hüküm süren yeryüzündeki yaşamın sorumluluğunu duyan, evrendeki her şeyin ruhu olduğuna ve evrensel bütünlüğe inanan Çeroki kültüründe “Gidişat” yalnızca gereksinim duyduklarını almayı gerektiriyordu. Küçük Ağaç, panterin acıktığında en küçük ve hızı en yavaş olan geyiği avladığını, böylece güçlü ve hızlı olan geyiğin et vermeye devam edeceğini öğrendi. “Gidişat”ın içerisinde hiçbir canlı diğer canlıların yaşam biçimlerine karşı kibirli ve açgözlü değildi.

Zaten hiçbir Çeroki, kendini Tanrı yerine koymaya çalışmıyor, aynı güç tarafından yaratılan bir canlı türünün tamamen ölümüne ya da yaşamasına karar verme hakkını kendinde görmüyordu. Bu yüzden de beyaz adamı anlamıyor ve beyaz adamın koyduğu kurallara uymayı kabul etmiyorlardı. Aslında bu, babaannesi ve dedesinin Küçük Ağaç’a verdiği gizli bir sırdı. Nitekim, o dönemki hükümetin içkilerini elinden almaya hakkı olduğuna inanmıyorlar ve mısırlarını  damıtıp topluma içki satarak hükümete direniyorlardı. Aslında bir anlamda bu davranışları körü körüne yasal itaatin yanı sıra başka tür bir adaletin göstergeleriydi. Sezgilerine özgürce itaat etmekteydiler.

- Ölü insanlar... Kötü bir insana baktığın zaman pislikten başka bir şey görmezsin. Onlar öteki insanlara baktığı zaman kötüden başka bir şey görmezler. Ağaca baktıkları zaman kereste ve çıkardan başka bir şey görmezler; hiçbir zaman güzellik görmezler. İşte onlar yürüyen ölü insanlardır.

Dedesi, Küçük Ağaç ile çıktıkları av ve doğa gezilerinde “Gidişat”ı öğretmeye devam ederken, babaannesi de Küçük Ağaç’a herkesin iki aklı olduğunu öğretiyordu bu sözleriyle… Bu akıllardan birinin bedenin yaşaması için gerekli olan şeylerle ilgili olduğunu; diğerinin de ruh aklı olduğunu; beden aklını açgözlü ya da hırslı kullanan ve bu akılla insanları kendi çıkarları doğrultusunda kullananların ruh aklının giderek küçüleceğini hatta bedeni yaşatan aklının her şeyi ele geçirmesi ile ruh aklının yok olabileceğini ve böyle bir durumda insanların yaşayan ölüler olacağını öğrendi Küçük Ağaç…

- Ölümün birçok çeşidi vardır Küçük Ağaç…Kasabada senin benim gibi yürüyen insanlar görürüm, onların ölüden farkları yok çünkü hayatlarını cimrilik ve hırsla tüketmişler. Ruhlarının büyüklüğü bir bezelye tanesini geçmez.

Ruhunu büyütmenin tek yolu üzerinde çalışmaktır. Onu anlamak için kullanmalısın. Ne kadar anlamaya çalışırsan o kadar büyür. Ta ki haşmetli ve güçlü bir hale gelene dek, her şeyi anlamaya başlayana dek, eski yaşamlarını hatırlamaya başlayana dek.

Bedeni ölürse ruhu bizi hatırlayacaktır. Biz hepimiz ruhumuzda birleşeceğiz. Önemli olan da bu…

Küçük Ağaç, doğanın ruhunu ve kanunlarını her geçen gün daha iyi anlıyordu. Ancak, beklenmedik bir anda, bir gün beyaz adamın kanunları yakalarına yapıştı. Onları topraklarından ayıran, kabilelerini yok eden, bilmedikleri ve benimseyemedikleri bir yaşama zorlayan beyaz adam, şimdi de kendi kanunları ile onu babaannesi ve dedesinin ellerinden almaya karar vermişti. Kendi değer yargıları ile bu iki ihtiyarın Küçük Ağaç’a gerektiği gibi bakamayacağına karar verilmiş ve onu bir yetiştirme yurduna gönderilmesi kararı alınmıştı. Anlayacağınız üzere, pek tabii ki bu, beyaz adamın asimilasyon politikasından başka bir şey değildi. Küçük Ağaç bir Çeroki gibi değil, beyaz adamın düşünmesi istediği şekilde eğitilecekti. Elbette ki, Küçük Ağaç yetiştirme yurdunda mutsuz oldu.

Biliyor musunuz, insan düşünmeden edemiyor; kan ve gözyaşı üzerine inşa edilmiş bu ülkenin dünyada var oluş amacı, diğer insanlara acı çektirmek mi diye… Bir bayrak yüzünden, kendinde başka insanları topraklarından gönderme hakkı bulan insanların, tüm bunlar yetmiyormuş gibi kendi yasalarına, kendi dinine dayanarak bu masum insanları sorgulamasını, hele bir de bu gerçeğin küçücük bir çocuğun karşısına kocaman bir adam kılığında, sırtta şaklayan kırbaç darbeleriyle dikilmesini anlamak zor…

- Sen Köpek Yıldızını hiç duymuş muydun Küçük Ağaç? Akşam karanlığında görebileceğin en parlak yıldızdır. Anladın mı? Gecenin karanlığında her neredeysen Köpek Yıldızına bak. Ben ve Büyükbaban da bakıyor olacağız. Bize söyleyeceklerini duyarız. Tamam mı?

Babaannesi onu yetiştirme yurduna yollarken bu sözlerle teselli etmişti. Aslında derin bir anlam da gizliydi bu sözlerde. Babaanne ve dede, genç Küçük Ağaç için ölümsüz gibi görünseler de, sonuçta ölümlüler ve onu yalnız, gerçek bir yetim bırakarak kederli bir şekilde ölüyorlar sonunda. Ama yine de Küçük Ağaç yalnız değil, çünkü onun hem kendine ait bir gökyüzü hem de yeryüzünde doğanın kanunlarının farkında olan hayvan arkadaşları var.

Ayrıca büyükbaba ve büyükannenin ölümleri Küçük Ağaç’ın tam yetişkin bilincine erişmesini de sembolize ediyor. Artık, Küçük Ağaç, ölen köpekleri gibi hayvan doğasından ölümlü büyükanne ve büyükbabasına uzanan insani bir doğa olduğunun farkındadır ve bu farkındalık da onun ruhsal eğitiminin gelişimini göstermektedir.

Aslında en başından beri, Carter'ın iki ebeveyn grubu vardı; ölü anne ve babası ve yaşayan büyükanne ve büyükbabası… İki adı vardı: Carter ve Küçük Ağaç. Büyükanne ve büyükbabası ona yaşamda sadece ölümlü bedenler olduğunu değil, gittiği her yerde onunla birlikte olan ebedi ruhlar olduğunu öğretmişlerdi. Çünkü insan mistik olarak doğal ve ruhsaldı.

Özetle, Forrest Carter’ın “Küçük Ağaç’ın Eğitimi” kitabı;

Belli kültürel değerlerin aşılandığı bir okul eğitiminden ziyade bu küçük çocuğun, insanın doğanın bir parçası olduğunun farkındalığıyla insanı ve doğayı aynı ölçüde umursadıkları için doğa ve insanın evrensel bütünlüğü savunan babaannesi ve dedesinden aldığı insani duyarlılık eğitimini anlatan bir kitap..

Aynı zamanda, egemenlik ve güç tutkusuyla yerlilere karşı hiç de adil olmayan, istilacı beyaz adamın acımasızca yok ettiği yerli kabilelerinden Çerokilere ithaf edilen bir kitap..

Hem yüzeysel ilişkilerin hakim olduğu günümüz dünyası düzeninde yitirilen değerlere ve kitle iletişim araçlarının teknolojinin kölesi olanlara anlamlı bir dokunuş hem de yaratıcılığı körelten eğitim sisteminin yanlışlığını gözümüzün içinde sokarken samimiyetin, dürüstlüğün, duygularını coşkulu yaşamanın, özgür olmanın dayanılmaz hafifliğini de ruhumuzda hissettirip tüm duygularımızın insani değerlerimizi okşattırdığı bir kitap..

- Taşı delen suyun şiddeti değil, sürekliliğidir.

Bu kitabın sayfalarının içinde, doğanın kanunlarının asla ve asla değiştirilemeyeceğine ve doğanın dilini anlamaya dair daha birçok bilgece öğreti var. Onları okumayı size bırakıyorum ve biliyorum ki, okudukça ruh aklınız sizi ele geçirecek.

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad 01-01-1970 03:00 Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy 01-01-1970 03:00 Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy 01-01-1970 03:00 Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın 01-01-1970 03:00 Hayaletler / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Hedda Gabler / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald 01-01-1970 03:00 Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe 01-01-1970 03:00 Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova 01-01-1970 03:00 Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu 01-01-1970 03:00 Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres 01-01-1970 03:00 Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi 01-01-1970 03:00 Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi 01-01-1970 03:00 Hayvan Mezarlığı / Stephen King 01-01-1970 03:00 Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Graziella / Alphonse de Lamartine 01-01-1970 03:00 Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa 01-01-1970 03:00 Othello / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 01-01-1970 03:00 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım 01-01-1970 03:00 Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl 01-01-1970 03:00 Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit 01-01-1970 03:00 Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu 01-01-1970 03:00 Ketum / Ümit Polat 01-01-1970 03:00 Macbeth / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan 01-01-1970 03:00 Oyalı Kase / Ayfer Güney 01-01-1970 03:00 Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan 01-01-1970 03:00 Roma’nın Batısı / John Fante 01-01-1970 03:00 Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles 01-01-1970 03:00 Hamlet / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün 01-01-1970 03:00 Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Kral Oidipus / Sophokles 01-01-1970 03:00 Kürklü Kişi / May Sarton 01-01-1970 03:00 Leyla ile Mecnun / Fuzuli 01-01-1970 03:00 Paul Verlaine / Stefan Zweig 01-01-1970 03:00 Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness 01-01-1970 03:00 Gılgamış Destanı 01-01-1970 03:00 Toza Sor / John Fante 01-01-1970 03:00 Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski 01-01-1970 03:00 Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie 01-01-1970 03:00 Geronimo 01-01-1970 03:00 Romeo ve Juliet / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Sonsuzluğun Sesleri 01-01-1970 03:00 Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes 01-01-1970 03:00 Selvi Boylum Al Yazmalım 01-01-1970 03:00 Elveda Saraybosna 01-01-1970 03:00 Amin Maalouf’un “Semerkant”ı 01-01-1970 03:00 Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Ivo Andriç / Drina Köprüsü 01-01-1970 03:00