DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Esedullah Oğuz
Esedullah Oğuz
Giriş Tarihi : 30-10-2022 17:49

Bir Hintli İngiltere Başbakanı Olursa

Öncelikle uzun zamandır yazamadığım için kusura bakmayın ama yazamasam da aklımın bir köşesindesiniz ve kendimi baştan beri büyük Truva ailesinin bir ferdi olarak görürüm. Beni unutmadığınız ve hâlâ aranıza kabul ettiğiniz için hepinize teşekkür 
ederim. 

Gündem yoğun ama son günlerde beni en çok etkileyen ve heyecanlandıran, Hintli bir göçmenin İngiltere’nin başbakanı seçilmesi oldu. Böylece, benim 2021 Eylülü’nde Truva Yayınları’ndan çıkan “Zamanın Gerisinde Kalanlar” kitabımda öne sürdüğüm görüşler bir kez daha doğrulanmış oldu. 
Kitapta öne sürdüğüm tezler aşağı yukarı şöyleydi: İslam dünyası sahte bir demokrasi oyunu oynuyor.

Bir iki istisna hariç tüm İslam ülkelerinde bir demokraside olması gereken tüm kurumlar var.Parlamento, yasama organları, siyasi partiler, sendikalar, dernekler, sivil toplum kuruluşları ve vs. Ama bu kurumların hiçbiri gerçek bir demokraside olduğu gibi çalışmıyor, sadece ülkeye demokratik bir görünüm vermek için oradalar.

İran’da parlamento var, seçimler de yapılıyor ama dini lider Hameneyi’nin istemediği hiç kimse aday olamıyor ve seçilemiyor.  Arap ülkelerinde ise zaten böyle bir durum da söz konusu değil. 

Türk Cumhuriyetlerine gelince, orada da baştaki adam ömrünün sonuna kadar koltuğu bırakmıyor ya da yorulunca koltuğu oğluna veya en yakın yardımcısına devrediyor. Oğullar ve has adamlar da göstermelik bir seçimle başa geçiyorlar. Kazakistan, Özbekistan ve Azerbaycan’da olan, bu...

Yamalı bir demokrasiye sahip olan Türkiye’nin durumu herkesin malumu ama,  sen nasıl görüyorsun, diyorsanız hemen söyleyeyim: Türkiye, 1830’larda II. Mahmut zamanından beri sürdürüğü 150 yılı aşkın demokratikleşme çabalarına rağmen hâlâ tam anlamıyla bir hukuk devleti olabilmiş değil.

Türkiye’de herkes her dönem kanunlar önünde  eşitti, ama iktidardakiler daha eşitti. Bu durum şu an da değişmiş değil. Parti ayrımı gözetmeksizin söyleyelim; Türkiye’de sıradan bir vatandaş olarak bir bakan, vali, veya başbakanla mahkemelik olsanız, haklı bile olsanız davayı kazanbilir misiniz? 
Herkes bu durumun farkında olduğu için Türkiye’de tanıdıklar üzerinden iş görmek bir gelenek haline gelmiş durumda. İyi bir işe girmek, veya devlet kurumlarında önemli bir işinizi hallettirmek için kendi çabanız yetmiyor, mutlaka birilerini tanımanız, araya aracı koymanız gerekiyor. 

Batı’da ise tam tersi bir durum söz konusu. Burada herkes kanunlar önünde gerçekten eşit. Mesela Almanya’da benim Merkel ile bir sorunum olsa ve haklıysam kaygılanmama gerek yok, kazanacağımı adım gibi biliyorum zira. 

Batı’da demokrasi ve hukuk devleti tıkır tıkır işliyor. Ama Batı’daki demokrasi Doğu’da, yani İslam dünyasında yanlış anlaşıldığından herkes Batı’yı çifte standartla, ikiyüzlülükle suçluyor. Bu suçlamalar tamamen yersiz olmamakla birlikte bizim anlamamız gereken şu: Batı’nın dış dünya ile ilişkilerini demokrasi ve insan hakları değil, kendi çıkarları belirliyor. Bu yüzden dün terörist dediği Taliban’la bugün oturup konuşabiliyor.

Batı, demokrasiyi sadece kendi coğrafyası için istiyor, diğer ülkelerin nasıl yönetildiğiyle pek ilgilenmiyor. 

Bu yüzdendir ki, Almanya’dan Hollanda’ya, Fransa’dan İngiltere’ye kadar birçok Avrupa ülkesinde Asya ve göçmen kökenli çok sayıda siyasetçi, üst düzey görevlerde çalışıyorlar. Bir Türk işçi çocuğu olan Aydan Özoğuz bugün Federal Alman meclis başkan yardımcısı, Pakistanlı bir müslüman olan Sıddık Han Londra belediye başkanı. BBC’nin ekranı siyahi ve Hintli sunuculardan geçilmiyor. Geçenlerde gördüğüm bir haber beni daha da hayrete düşürdü. Annesi Avusturyalı, babası Ürdünlü bir göçmen çocuğu, Avusturya istihbarat başkanlığına getirilmiş. 

Bu insanların hiçbiri o makamlara gelmek için dinlerini, dillerini, örf adetlerini değiştirmiş ve kökenlerini inkar etmiş değiller. Tam aksine evlerinde kendi dillerinde konuşuyor ve kendi yerli örf adetlerine göre yaşıyorlar. Bunun en son örneği, herkesin bildiği gibi, geçtiğimiz hafta İngiltere’de başbakanlık koltuğuna oturan Hint asıllı Rishi Sunak.  İngiltere gibi birçok eski uygarlığın kökünü kurutan bir ülke, bugün karakuru bir Hintliyi başbakanlık koltuğuna oturtuyorsa, buna şapka çıkarmak ve bravo demek lazım.

Atalarımızın dediği gibi, yiğidi öldürelim ama hakkını yemeyelim. 
Birçok kişi, Osmanlı’da da vezir ve sadrazam olan birçok gayrı-müslim vardı, diyor. Bunu diyenler ya tarih bilmiyor ya da bir gerçeği bilerek gözardı ediyorlar. Osmanlı’da küçüklükten alınan Hıristiyan çocuklar devşirme okullarında birer müslüman olarak yetiştiriliyor ve yıllarca devlette değişik kademelerde çalıştıktan ve kendilerini iyice ispat ettikten sonra vezirlik veya sadrazamlık gibi makamlara gelebiliyordu. Sırp asıllı Sokullu Mehmet Paşa, sadrazamlık koltuğuna oturduğunda Sırplık veya Hıristiyanlıkla hiç alakası kalmamıştı ve çoktan bizden biri olmuştu. Ama Londra belediye başkanı Sıddık Han adı üstünde bir müslüman ve Rishi Sunak da adı sanı belli bir Hintli. 

Osmanlı’da sadece bizden olanlar üst yönetime gelebiliyordu: Irak, Şam, Filistin veya Arabistan yarımadasını yüzyıllarca birer Osmanlı Paşası yönetti, Balkanları da öyle. Mısır’ı yöneten Mehmet Ali Paşa, Arnavut kökenli bile olsa müslüman ve bir Osmanlı Paşası’ydı. Elbette bunun istisnası da yok değil, II. Abdulhamid’in son dönemlerinde kapitülasyonların da baskısıyla Osmanlı kabinesine bir sürü –henüz aslından dönmeyen- Rum, Yahudi ve Ermeni Paşası girdi ama bu, istisnai bir durumdu. 

Bana göre, bizim yapmamız gereken; Batı’nın her başarısı için teselli mahiyetinde birer bahane uydurup kendimizi avutmak yerine, Çin, Japonya, Tayvan ve G. Güney Kore gibi tereciye tere satacak duruma gelmek için uğraşalım.

Zamanımızı Batı’yı kötülemek ve onun günahlarını saymak için harcayacağımıza, bilim, teknoloji, felsefe, edebiyat, hukuk devleti, insan hakları ve ekonomik refah gibi alanlarda onları geçmek, onlardan daha iyisini yapmak için çaba saf edelim. 
Zaten bu yola girdik bile. Altay tankları, Bayraktar dronları, TOGG otomobili, yapımı süren uçak gemisi ve daha bir sürü proje, bunun göstergesi. Aklın yolu birdir demişler: Akıl ve mantığı ve bilimi rehber edinirsek biz de her şeyi yapabiliyoruz.

Tek eksiğimiz, gerçek anlamda bir hukuk devleti ve hakiki bir demokrasi. Bunu başardığımız zaman, işe girmek veya projemizi kabul ettirmek için filanca bakanı, milletvekilini veya genel müdürü tanımamıza gerek kalmayacak. Tıpkı Almanya’da olduğu gibi. Vesselam!

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA