DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Esedullah Oğuz
Esedullah Oğuz
Giriş Tarihi : 21-09-2022 05:05

Selçuklular / Anadolu'yu Türkleştiren Bozkır Süvarileri

11. yüzyılın ortalarında Orta Asya’dan çıkan en büyük Türk(men) imparatorluklarından biri, Selçuklulardır. Yaklaşık 200 yıl kadar hüküm süren Selçukluların sınırları en güçlü oldukları dönemde Merv’den Kahire’ye kadar uzanıyordu. Gazneliler Hint yarımadasını müslümanlaştırmışsa, Selçuklular da bugünkü Türkiye ve Ortadoğu’yu büyük oranda Türkleştirdiler. Böylece, Rum diyarı Anadolu adım adım Türkleşir ve Müslümanlaşırken zaten müslüman bölgeleri olan bugünkü Afganistan, İran, Irak ve Suriye ve Kafkasya da Orta Asya’dan gelen Türkmen aşiretleriyle önemli oranda Türkleşti. Bugün İran’ın nüfusunun yaklaşık yarısı, Azerbaycan ve Türkiye’nin hemen hemen tamamı Türk ise bu, Selçukluların eseridir.

Bugünkü Kazakistan’ın Mangışlak bölgesinden Türkmenistan üzerinden Horasan’a doğru ilerleyen Selçuklular 1020-1038 yılları arasında Merv, Nişapur ve Belh kentlerini birbiri ardına ele geçirdikten sonra 1040’da Dandanakan bölgesinde karşılaştıkları  ve kendilerinden çok daha üstün olan Gazne ordusunu ezici bir şekilde yendiler. Bu, Gazneliler için sonun, Selçuklular içinse yükselişin başlangıcıydı. Nitekim Selçuklular kısa  sürede İran’ı ele geçirip 1055 yılında Abbasilerin başkenti Bağdat’a girdiler.

Orta Asya bozkırlarından çıkıp gelen atlıların koskoca İran’da ve uçsuz bucaksız Abbasi imparatorluğunda buğday tarlasındaki biçer döver gibi önüne çıkanı yıkıp ilerlemesi, gerçekten de ilginçti. Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey adına Bağdat’ta hutbe okunması ve  sikke basılmasıyla halifenin makamı sembolik bir konuma indirgenirken, Selçukluların 200 yıl sürecek ihtişamlı devri başlıyordu.

Tuğrul Bey Bağdat’a yerleşirken yeğeni Alp Arslan da bir orduyla Anadolu ve Kafkaslara yöneldi. Önce küçük Ermenistan krallığını ele geçiren Alp Arslan 1071 yılında Malazgirt’te Türk tarihine altın harflerle yazılacak büyük bir zafer kazandı. Bizans ordusu dağılırken imparator Romen Diyojen Selçuklulara esir düştü. Alp Arslan Bizans imparatorunu sonradan serbest bıraksa da artık Anadolu’nun kapısı ardına kadar açılmıştı ve bugünkü Türkmenistan’dan Anadolu’ya akın akın Türkmen aşiretlerinin göçü başladı.

Selçuklular her ne kadar göçebe bir toplum olsa da şehirleşmenin ve medeniyetin öneminin farkındaydı. Bu yüzden Farsların engin devlet deneyiminden yararlanmak için İran’ın devlet sistemi aynen alınıp benimsenirken, tecrübeli İranlı devlet adamı Nizamülmülk de sadrazam olarak hükümetin başına getirildi. Selçuklu sultanlarının Merv ve daha sonra İsfahan’daki saraylarında her ne kadar Türk(men)ce konuşulsa da, uçsuz bucaksız imparatorluğun resmi dili Farsçaydı.

Selçuklular edebiyat, sanat ve mimariye büyük önem verdiler. Selçuklu sultanları yüzlerce alimi himaye ederken imparatorluğun dört bir yanında camiler, medreseler, kervansaraylar, kütüphaneler, çeşmeler, türbeler, yollar ve köprüler yaptılar. Böylece Merv’den İsfahan’a, Bağdat’tan Şam’a ve Erzurum’dan Anadolu’nun içlerine kadar birçok yerde Selçuklularım imzasını taşıyan yeni bir mimari stil oluştu ki bu eserlerin birçoğunu bugün bile görmek mümkündür.

Bu eserlerden biri, bugün Kuzey Afganistan’daki tarihi Belh ilinin merkezi sayılan Mezari Şerif kentindeki Hz. Ali türbesidir. Rivayete göre, Abbasiler döneminde Horasanlı komutan Ebu Müslim Horasani, dördüncü halife Hz. Ali’nin naaşını –İslam düşmanlarının şerrinden korumak için gizlice Necef’ten alıp o zamanki İslam imparatorluğunun en uzak köşesi olan Belh kentine getirip gizlice defnetmişti.  Bir zarar gelmemesi için ilk başlarda mezarın yeri gizli tutulmuş, böylece mezar zamanla unutulmuştu.

1150 yılında Büyük Selçuklu hükümdarı sultan Sancar, bir tesadüf sonucu mezardan haberdar olunca hemen yerini buldurup orayı büyük bir türbeye çevirtti. Anıt mezar için en iyi çiniler ve mermerler kullanıldı. Böylece bugünkü görkemli yapı oluştu. Selçuklular, türbenin bakımına, temizliğine büyük özen göstermiş, türbede sürekli Kur’an okuyacak mollalar ve binanın bakımı ve korunması için bekçiler görevlendirmişti. Ne de olsa bu yapı, Horasan toprağını, Selçuklu mülkünü şereflendiren dördüncü halife Hz. Ali’nin mezarıydı. 
Anıt mezarın dikilmesinden sonra burası kutsal mezar anlamına gelen Mezar-i Şerif adıyla anılmaya başlandı. İnsanlar akın akın gelip türbenin çevresine yerleşmeye başlayınca ziyaretçilerin yoğunluğundan dolayı türbenin çevresi kısa sürede bir kente dönüştü. Böylece Mezar-i Şerif kenti giderek büyürken, tarihi Belh şehri küçük bir kasabaya dönüştü.

(Belh doğumlu olan Mevlana’nın da –tıpkı bu satırların yazarı gibi küçük yaşlarda yabancı bir gücün istilasından kaçıp- yıllar süren bir yolculuktan sonra Konya’ya gelip yerleştiğini belirtelim. Mevlana Moğol istilasından kaçarken ben de ailemle Sovyet işgalinden kaçıyordum. Mevlana Konya’ya yerleşirken biz de önce Kırşehir, ardından Tokat’a yerleştik. Hemen belirtelim; tüm insanlığın feyz aldığı Mevlana gibi büyük bir zatla kendi adımı yan yana yazabilecek kadar  kadar akıl sağlığımı bozmuş değilim. Ben sadece kaderlerimizdeki küçük bir benzerliğe dikkat çekmek istedim. Türkistan ve Horasan’da dara düşenlerin ilk sığındıkları yerin Anadolu olması, ilginç olduğu kadar anlamlıdır da.)

Aynı şekilde Selçuklular eğitime ve bilimsel araştırmaya da çok önem veriyordu. Nitekim Nizamülmülk’ün Bağdat’ta kurduğu Nizamiye Medresesi, imparatorluğun dört bir yanından gelen öğrencilerle dolup taşarken, Ömer Hayyam gibi gözde bilim adamları Selçuklu sultanı Melikşah’tan himaye görüyordu. Öyle ki, Hayyam Melikşah’ın talimatı üzerine bugün Afganistan ve İran’da kullanılan Hicri-Şemsi takvimini geliştirmişti.

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA