Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski

Serhan Poyraz

02-10-2022 15:15

Advert

”Hangi çiçek, 
diğerini sarı açtı diye ayıplar?
Hangi kuş, 
farklı ötünce diğerine yasak koyar?
Derisinden, dilinden ötürü 
Öldürüyor insanlar
Ah insanlar!
Herşeyi bulup, kendini bulamayanlar.”
diye yazdı daktilosunun tuşları…  

Bir süre baktı yazdıklarına… İnsanları sevemiyordu bir türlü. Ona göre, çoğu insan ya "normalin altı"dı ya da onların savunucusuydu. Yine öfkesi, kelimelerine sinmişti. İnsanoğlunun kurduğu düzene; her gün bir yere gitmeye ve orada belli bir süre kalıp dönmeyle geçen tekdüze günlere hep isyan etmişti ama geçim sıkıntısı yüzünden kendisi de, hoşlanmadığı bu düzenin çok uzun süre bir parçası olarak yıllar boyunca bir postanede memur olarak çalışmıştı. 

Parmakları daktilo tuşlarına sert ve öfkeli dokunmaya başladı ve bu kez de,
“Neden hep kötüyle daha kötü 
Arasındaydı seçimlerimiz
Nefret ettiğin insanla iyi geçinme çabasına 
Siz medeniyet diyorsunuz 
Ben sahtekarlık diyorum 
Kelebeklerin ve arıların arzuladığı 
Bir çiçek olmak varken
Sinekleri cezbeden bir bok parçasıydım.”
dizeleri döküldü kağıda…

Takvim 1991 yılını gösteriyordu. Postaneden ayrılalı uzun zaman olmuştu, artık 71 yaşında ve yazarlığının doruk noktasındaydı ve kelimelere ustaca giydiriyordu hissettiklerini.

Charles Bukowski bu gece de odasına kapanmış, bir yandan şiirlerini kitap haline getirebilmek için düzenliyor, bir yanda da “Pulp” romanını yazıyordu. Tüm bunların yanında, hayatında da bir ilki gerçekleştiriyordu. Eskiden beri hep karşı olduğu bir şey yapıp, bir süredir günlük tutmaya başlamıştı ve geceleri günlüğüne yazıyordu. 

Nerdeyse tüm akşamları, bu masanın başında daktilosuyla bazen de bilgisayarının karşısında ve elinde günlüğü ile geçerken, gündüzlerini hipodromda at yarışlarını izleyerek geçiyordu. Yanlış anlamayın, atları sevdiği ya da kumarbaz olduğu için değil, gidecek başka bir yer bulamadığı için hipodroma gidiyordu. Hipodromda ümit budalası boş insan yüzlerini, her geçen dakika eksilen o yüzleri gördükçe içsel bir tepki oluşturup kendi deyimiyle ruhunun civatalarını sıkarak yazmaya daha çok motive oluyordu… 

Nitekim bir anda;
“Öyle yorgunum ki,
Suratıma baktıklarında,
kendilerinden nefret ettiğimi anlıyorlar.
Bağışlayın, kafadan biraz kontağım galiba
Bağışlayın, ama biriyle konuşmam gerek
Bağışlayın, ama bazen 
kendimi kalabalığın içinde buluyorum
Pazarlarda, panayırlarda filan
Demek istediğim o gözler, burunlar, 
Dirsekler, yürüyüşleri,
Konuşma biçimleri…
Bağışlayın ama bu kartondan yapılmış gibi
duran yüzlere baktığımda,
Kahkahaya benzemeyen 
Kahkahaları duyduğumda
Kendimi sık sık 
cehennemin bağırsaklarındaymışım 
gibi hissediyorum.”
dizeleri belirdi daktilonun kağıdında.

Akşamlarını evde geçiriyor dediğimde bara gitmemesine şaşırdınız belki ama artık çok içmiyordu. Uzunca bir süreden sonra bu akşam açtığı bira şişesinin dibinde kalanları tek yutkunmada adeta nefes almadan içtikten sonra günlüğüne yazmaya başladı. Hipodroma gidip at yarışlarında bahis oynamak, onun yazmaya dair planının bir parçasıydı ve günlüğüne, içki, kumar, yaşlanma, şiddet ve kavga eğilimi, şöhret ve sıradan günlük aktiviteler hakkında yazsa da, nedense cümleleri bir anda yarış pistlerinin can sıkıntısı, çirkinliği ve depresyonu üzerinden kapitalizm eleştirisi tarzında bir yazıya evriliyordu. Kapitalizmin komünizmi yediğini ve şimdi de kapitalizmin kendi kendini yediğini düşünüyordu çoğu zaman ama marksistten çok nihilist bir tarzda yazıyordu. 

Sosyal protesto yazıları da değildi yazdıkları; daha çok kendi hayatı ile ilgili bir sitcom metnini detaylandıran sekanslar gibiydi. Huysuz bunak bir komşunun tekrarlarının abartısız gülünçlüğü de, kendisinden yaş olarak oldukça genç kız arkadaşı yardımcı olamayacak kadar sarhoş veya akşamdan kalma olsa bile, Bukowski’nin evdeki dokuz kedisinin iyi beslenmesini ve bakılmasını sağlamasının şaşırtıcılığı da vardı yazdıklarında. 

Kedilerine özenmesine şaşıracağımızı hissettiğinden belki de, daha dün gece;
“Ve unutma!
Aynı dili konuşanlar değil,
Aynı duyguyu paylaşanlar, anlaşabilir” 
diye dile gelen daktilosunun şimdi yazdıkları bu kez kısa ve aydınlatıcıydı;
“Hayvanlara aşığım 
İnsanlarla problemlerim var.
İyi değildi düşünmek,
İnsan, beynini durdurabilmeliydi”

Günler akıp Haziran 1992’ye geldiğinde, löseminin ilk belirtileriyle günlük yazılarında, trajik imalar artmaya başlamıştı. Artık, hayatı ve hayatı oluşturan olguları sorgulayıp bir yandan da ölümü düşünmeye başladığı bu günlerde, bir anlamda kendi hayatının bilançosunu çıkartırken kendi kendiyle hesaplaşıyor gibiydi. Oyunun sonuna yaklaşıldığında belirginleşen bu yansımalar, dünya çapında tavizsiz romanlar, hikayeler ve şiirler yazan bir şair-yazar olarak kabul ettiği kaderi elde etmek için görünüşte engelleyici ihtimalleri yenen, çok sık karikatürize edilen bir figürün karmaşık insanlığını da ortaya koyuyordu.

Günlüğüne, “Ben ölümü sol cebimde taşırım. Bazen cebimden çıkarıp onunla konuşurum: Selam yavrum, nasılsın? Ne zaman geleceksin beni almaya? Hazırım.” diye yazarken, daktilosunun tuşları benzer ifadeleri yazıyordu; 
“Yaşam felsefemi sordular, cevapladım…
Sonsuza dek yaşayacakmış gibi düşün,
Yarın ölecekmiş gibi yaşa.”

Günlüğüne yazdıkça daktilosu da durmuyordu;
“Kuşkusuz ki en büyük önyargı;
Etrafımızdaki herkesi, insan sanmamızdır.”

“İnsanlar yorgun, 
Hayat tarafından cezalandırılmış.
Ya sevgiyle 
Ya da sevgisizlikle sakatlanmış.”

“Bu kadar iyi niyetli olmayın!
Çünkü en yakın bildiğiniz vefasız çıkabilir 
Ve sizi düşmanlarınız değil de, 
Dostlarınız yıkabilir.”

“Hayatınızdaki odunlar,
Yalnızca cehenneminize yakıt oluyor.
Biriktirmeyin dostlarım…”

Bu duygu ve düşüncelerle 73 yaşındayken dünyadan göçüp giden Charles Bukowski’nin odası şu an sessiz artık; sigarasının dumanı ve boş bira kutuları yok, ne bir küfür, ne bir kahkaha ne de daktilo tıkırtısı duyuluyor. Ancak siz, onun ölümünden sonra ortaya çıkan ve Robert Crumb’ın harika çizimleriyle kitaplaştırılarak "Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi" ismini alan bu günlüğü okuyup Charles Bukowski’nin kimseleri almadığı odasına konuk olduğunuzda, onun ruhsal fırtınalarının sert esintisiyle her yerde günlük notları ve şiirlerinden dizeler uçuşmaya başlayacak yeniden. Kitabın sonunda kapağını kapattığınızda da onun bir şiirinin dizeleri sizi uğurlar gibi belirecek zihninizde;

“Hayat öyle birşey ki,
Doğarken neden ağladığını, 
Yaşarken fark ettirir..
Ağzından bal damlayan arının bile
Kıçında iğne vardır.
Yılların bana öğrettiği şeylerden biri de
Bu oldu;
Mutluluğu yakalamışsan sorgulama!
Zor yola kolay kişilerle çıkmak
En büyük hatadır.
Mutlu olanların zaten hepsi şu an uyuyor.
Mutsuz olanlara selam olsun!”

DİĞER YAZILARI Mahcubiyet ve Haysiyet / Dag Solstad 01-01-1970 03:00 Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy 01-01-1970 03:00 Kreutzer Sonat / Lev Nikolayeviç Tolstoy 01-01-1970 03:00 Unutulmuş Zamanların Hikayesi / Bayram S.Taşkın 01-01-1970 03:00 Küçük Ağaç’ın Eğitimi / Forrest Carter 01-01-1970 03:00 Hayaletler / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Hedda Gabler / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Nora, Bir Bebek Evi / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Muhteşem Gatsby / Francis Scott Fitzgerald 01-01-1970 03:00 Genç Werther’in Acıları / Johann Wolfgang Goethe 01-01-1970 03:00 Hayatımın Hikayesi / Giacomo Casanova 01-01-1970 03:00 Bir Halk Düşmanı / Henrik İbsen 01-01-1970 03:00 Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu 01-01-1970 03:00 Kanatsız Kuşlar / Louis de Bernieres 01-01-1970 03:00 Felsefe-i Zenan / Ahmet Mithat Efendi 01-01-1970 03:00 Amak-ı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi 01-01-1970 03:00 Hayvan Mezarlığı / Stephen King 01-01-1970 03:00 Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Sahnenin Dışındakiler / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar 01-01-1970 03:00 Graziella / Alphonse de Lamartine 01-01-1970 03:00 Dokuzuncu Hariciye Koğuşu / Peyami Safa 01-01-1970 03:00 Othello / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Haremde Cinayet / Demet Mannaş Kervan 01-01-1970 03:00 92.Saat / Ümmügülsüm Hasyıldırım 01-01-1970 03:00 Aklın Uçuşları - Leonardo Da Vinci / Charles Nicholl 01-01-1970 03:00 Ninatta’nın Bileziği / Ahmet Ümit 01-01-1970 03:00 Anadolu Kokulu Kadınlar / Dilek Tuna Memişoğlu 01-01-1970 03:00 Ketum / Ümit Polat 01-01-1970 03:00 Macbeth / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Bir Derviş’in Hikayesi / Abdulrahim Arslan 01-01-1970 03:00 Oyalı Kase / Ayfer Güney 01-01-1970 03:00 Yakın Koruma / Demet Mannaş Kervan 01-01-1970 03:00 Roma’nın Batısı / John Fante 01-01-1970 03:00 Shinrin Yoku / Hector Garcia - Francesc Miralles 01-01-1970 03:00 Hamlet / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Cahit Sıtkı Tarancı / Önder Göçgün 01-01-1970 03:00 Karamazov Kardeşler / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Kral Oidipus / Sophokles 01-01-1970 03:00 Kürklü Kişi / May Sarton 01-01-1970 03:00 Leyla ile Mecnun / Fuzuli 01-01-1970 03:00 Paul Verlaine / Stefan Zweig 01-01-1970 03:00 Shakespeare’in Dokuz Yaşamı / Graham Holderness 01-01-1970 03:00 Gılgamış Destanı 01-01-1970 03:00 Toza Sor / John Fante 01-01-1970 03:00 Sokrates’in Karısı / Gerald Messadie 01-01-1970 03:00 Geronimo 01-01-1970 03:00 Romeo ve Juliet / William Shakespeare 01-01-1970 03:00 Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Sonsuzluğun Sesleri 01-01-1970 03:00 Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa Pinkola Estes 01-01-1970 03:00 Selvi Boylum Al Yazmalım 01-01-1970 03:00 Elveda Saraybosna 01-01-1970 03:00 Amin Maalouf’un “Semerkant”ı 01-01-1970 03:00 Amcanın Düşü / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 01-01-1970 03:00 Ivo Andriç / Drina Köprüsü 01-01-1970 03:00