Öncelikle Truva ailesine en içten saygı ve selamlarımı yolluyorum. Yeni üyeler tanımasa da Ayfer Hanım (Güney) gibi eski Truvalılar beni bilir ve hâlâ ailenin bir üyesi sayarlar. Sağ olsunlar, var olsunlar.
Yeni üyeler için bir iki kelam etmem gerekirse; Almanya’da yaşıyorum ama kalben ve ruhen Türkiye’deyim, tıpkı buradaki 3 milyon Türk gibi. Türkiye’nin selameti, esenliği, refahı ve mutluluğu, bizim için her şeyin ötesinde bir öncelik taşıyor. Aynı şekilde Türkiye’den gelen her olumsuz haber de keyfimizi kaçırıyor.
Malumunuz, bugünlerde tüm dünya gibi bizim de konumuz, sürpriz bir şekilde geri dönen Donald Trump. Onu zaten eski dönemden biliyoruz: sağı solu belli olmayan, bırakın Amerikan başkanını, sıradan bir insana bile yakışmayacak kadar dengesiz, diplomasi ve nezaket gibi şeylere hiç aldırmayan, dümdüz, yontulmamış biri. Trump’ın birinci döneminde Istanbul’da tanıştığım bir Ameikalı yazara “Dünyanın en gelişmiş ülkesi olan ABD gibi bir ülke ve toplum, nasıl oluyor da Trump gibi birini kendisine başkan seçebiliyor?” diye sorduğumda şu yanıtı vermişti: “Hiç sorma, zaten bir Amerikalı olarak bu durumdan utanç duyuyorum.”
Neyse, Trump kötü bir kâbus gibi geri döndü ve artık önümüzdeki 4 yılı onunla geçireceğiz. Öncelikle şunu belirtelim ki, dünya liderleri peşi sıra Trump’ı tebrik etse de herkes tedirgin, onun başlarına açabileceği olası sorunlardan kaygı duyuyorlar.
Bizi ilgilendiren esas sorun, Trump’ın İsrail’e yeşil ışık yakıp Ortadoğuyu bir bütün olarak kan gölüne çevirmesi. Öyle görünüyor ki, ABD-İsrail ikilisi yeni dönemde her türlü engelden kurtulmanın verdiği rahatlıkla İran’da rejim değişikliğini zorlamaya çalışacaktır. Bu ise, bölgede bizi de kapsayan geniş çaplı bir savaş demek.
İran’da ABD kuklası yeni bir rejimin iktidara gelmesi, Türkiye için güneyindeki YPG’den daha büyük bir tehlike demek. O yüzden Trump’ın ikinci iktidarında Türkiye hem YPG tehlikesine hem de İran’ın toprak bütünlüğünün korunmasına dikkat etmek zorunda. İran parçalanırsa veya ABD’nin zorlamasıyla Ortadoğu’da İran, Irak ve Suriye topraklarının bir kısmını içine alan Büyük Kürdistan Devleti kurulursa, başımız fena halde dertte demektir. O yüzden, en kötü senaryolara hazırlıklı olmalıyız.
İlk aşamada yapmamız gereken, ABD’nin nükleer şemsiyesi, Nato ittifakı gibi sözde güvenlik zırvalarını dikkate almadan, bir an önce nükleer silah edinmeliyiz. Yanı başımızda İsrail gibi gözü dönmüş bir ülke varken eli kolu bağlı oturamayız.
Biz istersek, Pakistan elindeki nükleer teknolojiyi veya know-how’u bizimle pekâlâ paylaşabilir. Bizim en iyi üniversitelerimizden 50-60 kişilik bir uzman grubu gizlice Pakistan’a gidip nükleer silah yapımını öğrenebilir. Uranyum gibi gerekli malzemeyi de soydaşımız Kazakistan’dan alabiliriz. Söz konusu ABD’yi rahatsız etmekse, Rusya da nükleer teknoloji konusunda bize yardımcı olabilir. Yani bunu ne kadar çabuk elde edersek, ulusal güvenliğimiz ve ülkemizin selameti için o kadar iyi olur.
Batı’nın tepkisine gelince, önce ambargo koyarlar, o da olmadı, en kötüsü bizi Nato’dan atarlar. Nato zaten bizi koruma misyonunu Sovyetlerin dağılmasıyla tamamlamış durumda. Şimdi ise bize tehdit oluşturuyor. O yüzden ittifakın içinde veya dışında olmamız pek bir şey ifade etmiyor. Şöyle ki, Nato’nun en büyük gücü ABD, yanı başımızda bize karşı bir milis ordusu oluşturarak bizi tehdit ederken, ittifakın diğer üyelerinden kimse itiaz etmiyor, aksine hepsi Washington’u onaylıyor. Bu durumda ittifakın içinde olmamızın ne anlamı var?
ABD bizim resmi müttefikimiz olduğu halde bizi tehdit ediyor, düşmanlarımızı eğitip bize karşı hazırlıyorsa, o zaman onu caydıracak bir silaha sahip olmak, yapılacak en akıllıca hareket olmalı.
Gazze soykırımında batının gerçek yüzünü gördük. İnsan hakları, demokrasi, bireysel haklar gibi değerlerin sadece kâğıt üstünde kaldığına şahit olduk. Ve gördüğümüz bir başka şey de, batının sadece güçten anladığı. Öyleyse, bundan sonraki tüm adımlarımızı bunu dikkate alarak atmalı ve hayata geçirmeliyiz.
Türkçe’de dinsizin hakkından imansız gelir diye bir söz var. Bunu Irak ve Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirdiğimiz operasyonlarda, Dağlık Karabağ’da, Somali, Libya, Sudan gibi Batı ile şöyle veya böyle karşı karşıya geldiğimiz her bölgede gördük. Öyleyse, gücümüzü daha da pekiştirmeliyiz.
ABD/İsrail ikilisinin Ortadoğu’da istediği gibi at koşturmasını, bölgeyi kendi anlayışlarına göre yeniden dizayn etmesini önleyecek tek şey, nükleer silah. Nükleer güce sahip bir Türkiye, bölgenin huzuru ve selameti açısından da elzemdir. Öyleyse gelin, elele verip eski dostumuz Trump’a bir sürpriz hazırlayalım ve onu nükleer güç Türkiye ile tanıştıralım. Var mısınız?