Şehzade Ahmet Efendi İle Kısa Bir Görüşme

Yusuf Sarıkaya

10-07-2023 23:11

Advert

08 Temmuz 2023 Cumartesi günü, Yozgat/Sorgun/ Ağcın Mezrasında güzel bir mesire yeri yapılmış. Aşk Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Şakir Ergin Efendi Yozgat’ın Gönül Coğrafyasında müstesna yeri olan muhterem babası Şeyhzade Ahmet Şakir Ergin Üstadımızı anma programına davet etti. Her kesimden çok sayıda davetlinin katıldığı buluşma pek bereketli geçti. Bu vesile ile yıllar önce Şeyhzade Ahmet Şakir Ergin Üstadımız için kaleme aldığım bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Faydalı olması dileklerimle…
&
Yıl 1981. Bir yaz mevsimi. Öğretmenliğimin ilk yıllarıydı. Yozgat’ı, kendi ilimi hem bir özledim bir göreyim, hem de bizim yörenin deyimiyle Şıhların Ahmet Efendi’yi ziyaret edip tavsiye ve dualarını alayım.

Stabilize yoldan mesafeye göre uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra yazın bile serin olan Yozgat’a vardım. Tabi Bozok Yaylası rakımı yüksek bir yer. Cuma günüydü. Doğrudan Çamlık yolunu tuttum. Bir an önce Ahmet Efendi ile görüşme düşüncesiyle.

Sorarak evini buldum. Güzel, sade bir ev olarak buldum. Tüm Osmanlı evlerinde olduğu gibi, önce avlu kapısından geçip sonra diğer bir kapıdan eve giriyorsunuz. Gösterilen yöne doğru gittim. İçerde benden önce gelen birkaç kişi daha oturuyordu. Selam verdim ve oturdum. Büyük oğlu olduğunu öğrendiğim Salih Efendi hoş geldiniz dedikten ve biraz bekledikten sonra Ahmet Efendi teşrif ettiler. Selam verip hoş geldiniz dendikten sonra hal-hatır sorulup tanışma bölümüne geçildi. Ben oradakilerden yaşça küçük olduğum için sadece konuşulanları dinliyordum. Bir amacım da daha fazla şey öğreneyim bu kısa zamanda düşüncesiyle. Peşinden tanışma ve hal-hatır sorma faslı başladı ve sorulara geçildi. Çok ilgimi çeken birkaç konuşma ve Ahmet Efendi’nin yorumlarını sizlerle paylaşarak kendimle ilgili bölüme geçmek istiyorum.

Önce bir çocuk ağlamsı dikkatini çekti Ahmet Efendi’nin. O kadar insanın arasında çocuğun ağlamasına hemen ilgi gösterdi. Tabi kendisi yıllarca eğitimcilik yapmış birisi. Çocuğun niçin ağladığını ve kimin çocuğu olduğunu sordu önce. Çocuğun babası hasta olduğunu ve dua okuması üzere kendisine getirdiğini belirtti. Ahmet Efendi, gayet vakur bir şekilde “ Evladım! Bak hemen karşıda hastane var. Orada uzman doktorlar var. Hemen götür muayene ettir. Camiye de geç, iki rekât namaz kıl, Allah’a çocuğunu iyileştirmesi için dua et. Bunun ayrı bir okuması falan olmaz. Biz de bu işlemlerden sonra dua edelim. Hepimiz duacı olalım, Allah bu çocuğa sağlık versin inşallah” dedi ve çocuğun babasını hastaneye gönderdi.

Az sonra birisi: “Efendim, ben Nohutluk’ta (Yozgat’ın bir semti.) görev yapıyorum. Din görevlisiyim.  Bana orası hem uzak geliyor hem de öğle ve akşam yemeklerimi dışarıda yemek zorunda kalıyorum. İzniniz olursa bu tarafa gelmek istiyorum” dedi. Ahmet Efendi bu kişiye de böyle özel işlerinin kendisine sorulmamasını, şartlar neyi gerektiriyorsa ona göre hareket etmesini belirtti. Sonra da bu dışarıda, açıkta yemek yemeyle ilgili bir anısını anlattı.

“Henüz yeni yetişen bir delikanlıydım. O zaman Yozgat’a simit fırını yeni açılmıştı. Canım simit istedi ve aldım. Ailemizden aldığımız terbiye gereği açıkta ve dışarıda yemek doğru değildi. Ben de simidi elime aldım ve eve geldim. Kapıya vurdum ve biraz bekledikten sora avluya girdim. Çünkü o da bizde bir terbiye şekliydi. Kapıya vurulmadan içeri girilmezdi. Hatta bir ninem vardı –Allah rahmet eylesin- ben bile gelsem iyice kapanır. Sonra geçebilirsin der öylece avluya adımımızı atabilirdik. Sonra içeriye girdim. Elimdeki simidi ninem gördü ve “Oğlum Ahmet o ne ?” dedi. “Simit nine” dedim. “Oğlum biz sana böyle mi öğrettik. Açıkta yemek yenir mi, açıkta yiyecek taşınır mı? Sen bu simidi elinde taşırken insan gördü, hayvan gördü; yaşlı gördü, genç gördü, fakir gördü, zengin gördü. Bunların hepsinin göz hakkı kaldı. Bunu yediğinde göz hakları olan bir şeyi yemiş olacaksın. Derhal bunu hayvanlara ver ve yeme” dedi. “Bana simidi yedirmedi. Şimdi bu hassasiyeti pek göremiyoruz ama önemli bir husustur.” diyerek İmam efendiye dışarıda yemek yemenin iyi bir şey olmadığını anlatmaya çalıştı.

Hakikaten büyüklerimiz bu hususa çok dikkat ederdi. Bizim yörede yağlık diye bilinen büyük mendiller olurdu. Herkeste bulunan bu mendillerle bakkaldan bir yiyecek alındığında, bağ ve bahçeden bir meyve getirildiğinde çıkın yapılır ve öyle eve getirilirdi. Böylece eğer görenlere verilemeyecek kadar bir yiyecekse göz hakkı olmasının önüne geçilmiş olurdu. Ahmet Efendi de bunu söylemeye çalışıyordu.

Bu konuşmanın peşinden birisi bir soru sormak için izin istedi. Soru sorabilme iznini aldıktan sonra; “Efendim sizin için Kıbrıs Çıkartması'nda askerler arasında olduğunuzu söylediler. Bu doğru mu?” dedi. Hepimiz acaba ne diyecek diye, Ahmet Efendi’ye baktığımız esnada; “Evladım! Böyle uydurma haberlerle milletin kafasını bulandırmayın. Bana da iftira etmeyin. Ben Kıbrıs’ı hartadan başka yerde görmedim.” diye net ve sert bir cevap vererek kestirip attı. Bu sorudan hoşlanmadığı ve rahatsız olmuş hali gözümün önünde canlılığını hala koruyor. Ama cahil insanların kendi aralarında hala; “Yok! Yok! Gitmiştir de bizden saklıyor” dediklerini de ben duydum. Tabi bu seviyesiz yaklaşımlar Ahmet Efendi’nin değerini asla düşürmez.

Bir ara konu tamah ve dünya sevgisi üzerine geldi. Ahmet Efendi; “ Bir zamanlar üç kişi bir mağaraya girmişler. Yollarını şaşırmışlar. Çıkacak yol ararken bir bakmışlar etrafta çakıla benzer bazı maddeler var. İlgilerini çekmiş. Birisi üç çuval doldurmuş. Diğerleri almamışlar. Diğer bir bölüme geçince ikincisi de iki çuval almış. Üçüncüsü hiçbir şey almamış. En son bölümde de üçüncüsü bakmış demiş yahu bir torba da ben alayım. O da bir torba almış. Bir süre sonra yolu bulup dışarı çıkmışlar. Tabi dışarı çıkar-çıkmaz mağaranın kapısı kapanmış ve ellerindeki taşlar altın oluvermiş. Bu üç arkadaştan üçüncüsü; “Keşke iki torba alsaydım” ikincisi; “Keşke üç torba alsaydım” üçüncüsü de “Keşke hepsini alsaydım” diyerek pişmanlık duyarak adeta kendilerini telef etmişler. Aslında hiç yoktan kendilerine verilen bu nimete şükretmeleri gerekirken, ellerinde olanla yetinmeleri ve bununla mutlu olmaları mümkün iken, ellerinde olmayanları düşünerek mutsuz olmaları dünya malına tamahın en çarpıcı örneğidir. Hadiste anlatılan Peygamber buyruğu da buna işarettir. ” diyerek konuşmasını bitirdi.

Sıra bana geldiğini Ahmet Efendi’nin bana yönelmesinden anladım. Siirt İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmen olarak çalıştığımı, Aşağısarıkaya (Boğazlıyan/Yozgat) köyünden olduğumu açıkladıktan sonra “Efendim! Bende sizin tavsiyelerinizi ve uygun görürseniz ders almayı düşünüyorum.” dedim. Ahmet Efendi çok ciddi bir eda ile –Bu arada oğlu Şakir Bey’in çocuğu sandığın küçük kız torunu dedesinin yanına geldi. Biraz onunla ilgilendi. Onun gönlünü aldı.- bana dedi ki : “ Yusuf Hoca, siz genç bir öğretmensiniz. Sizin en önemli dersiniz öğrencilerinize iyi ders vermenizdir. Bundan daha önemli ders olamaz. Tavsiyelerime gelince: Her zaman abdestli olmaya gayret ediniz. Abdest insanı daima muhafaza eder.”  Dedikten sonra da camiye gitmemi ve Yasin-i şerif okumamı söyledi. Çünkü o gün Cuma idi ve kalabalık cemaat olacaktı. İzin istedim. Elini öpüp mescide geçtim. Mescitte Yasin-i Şerif okudum. Namazdan sonra kısa bir ziyaretin peşinden ayrıldım.

Aradan epey zaman geçmişti. Tekrar ziyaret etmek üzere gittiğimde hasta olduğunu, ziyaretçi geldiğinde yatağında uzanıp yatamadığını, kalkmaya çalıştığını, o zaman da rahatsız olduğunu, bu nedenle de içeri ziyaretçi alamayacaklarını söylediler. Ben de üzgün bir şekilde oradan ayrıldım.

Benim özellikle Ahmet Efendi’de gördüğüm kibarlık, ciddiyet ve vakardı. Her şeyden önce kendisini ziyarete gelenlere ilmin ışığında açıklamalar yapıyor ve hurafeciliğe karşı tavır alıyordu. Ayrıca  “bizim şeyhe gidelim. Ona bağlan” diyenlerin cirit attığı bir zamanda Ahmet Efendi, genç bir öğretmene; “Senin en büyük dersin öğrencilerini iyi yetiştirmendir” diyerek ilme verdiği değeri ortaya koyuyordu.

“Devamlı abdestli ol” tavsiyesi Ahmet Efendi’den bana kalan en büyük tavsiye olmuştur. Diğer konuşmalarındaki içerik bana çok önemli yol haritası çizdi. Çok tarikat mensuplarıyla birlikteliğimiz olmuş, sofralarına konukluğum oldu. Sohbetlerine katıldım. Zaman-zaman evime gelerek ziyarette bulunanlar da olmuştur. Tabi bu onların nezaketlerinden kaynaklanmaktadır. Ama Ahmet Efendi’nin “Yusuf Hoca, senin en büyük dersin öğrencilerini iyi yetiştirmendir” sözü beni öğretmenliğe ve öğrencilerime bağlamıştır.

Aradan seneler geçti. Tabi yataktan kalkma şansı olmadı merhumun. Bir de duydum ki, “İnna lillah ve inna ileyhi raciun”  "Hepimiz O’ndan geldik ve O’na döneceğiz." Ancak oğlu, muhterem ilim adamı Dr. Şakir Ergin Beyefendi'yi telefonla arayarak taziyelerimi ilettim.

Böylece bir gönül eri daha uçtu gitti bu alemden…

“Baki kalan bu gök kubbede hoş bir sada imiş…”

Vesselam…

DİĞER YAZILARI Güç Zehirlenmesi ve Siyonizm 01-01-1970 03:00 Afrika Menekşesi 01-01-1970 03:00 Din ve Dil Konusu 01-01-1970 03:00 Bayramların Hayatımızdaki Yeri 01-01-1970 03:00 Kadir Gecesi / Kader Gecesi 01-01-1970 03:00 Len Nerka: Asla Diz Çökmeyeceğiz 01-01-1970 03:00 Gazze: İnsanlığın İmtihanı 01-01-1970 03:00 Ramazan'ı Anlama ve Anlamlı Kılma 01-01-1970 03:00 Bursa Hanlar Bölgesi 01-01-1970 03:00 Filistin'de Soykırım ve Batı'nın Değerleri! 01-01-1970 03:00 İffetli Olmak ve İftiraya Uğramak 01-01-1970 03:00 Sivri Tepe ve Pamuk 01-01-1970 03:00 Miraç Mucizesinin Hediyesi Namaza Dair Hikmetler 01-01-1970 03:00 Bursa'da Zaman 01-01-1970 03:00 Bursa'da Küçük Bir Gezinti 01-01-1970 03:00 Mahmut Kanık ve Yaşar Kaplan 01-01-1970 03:00 Hayra Alamet Değil /2 01-01-1970 03:00 Hayra Alamet Değil /1 01-01-1970 03:00 İsrail Mitler ve Terör 01-01-1970 03:00 Gazze Direnişi 01-01-1970 03:00 Yüzümüz mü Var?! 01-01-1970 03:00 Seyahat Ya Resulallah! 01-01-1970 03:00 ABD ve Dünya Jandarmalığı veya Katil Devlet 01-01-1970 03:00 Sezai Karakoç ve Çağdaş Sufi 01-01-1970 03:00 Yahudilerin Kahrolası Azgınlıkları 01-01-1970 03:00 Gazzeli Annenin Feryadı 01-01-1970 03:00 Siyonist Hahamlardan Fetva Alma Hırsızlığı 01-01-1970 03:00 Demir Kubben Başına Çöksün Siyonist İsrail 01-01-1970 03:00 Kalbi Mühürlü Olanlar 01-01-1970 03:00 Niçin İsrail Devleti de Yahudi Devleti Değil? 01-01-1970 03:00 Çocuk ve Ölüm 01-01-1970 03:00 Gözyaşı 01-01-1970 03:00 Aşkla Yapılacak Görevler 01-01-1970 03:00 A.Ş.K Vakfı 01-01-1970 03:00 Bursa'da Çocuk Olmak 01-01-1970 03:00 Ey Resul! 01-01-1970 03:00 Bu Çağın Adı Ne Olsun? 01-01-1970 03:00 Güzel Ahlak ve Nefs Atışması 01-01-1970 03:00 1988 Yılı Nobel Edebiyat Ödülü 01-01-1970 03:00 İnsanın Dört Mevsimi 01-01-1970 03:00 Gençlik ve Bazı Sorunları 01-01-1970 03:00 Muallim Naci 01-01-1970 03:00 Nefs ve Akıl Atışması 01-01-1970 03:00 Merhamet Elçisine Arzımdır  01-01-1970 03:00 Ali Ulvi Kurucu 01-01-1970 03:00 Emin Acar İle Kısa Bir Görüşme 01-01-1970 03:00 Nefs ve Vicdan Atışması 01-01-1970 03:00 Hayat ve Memat 01-01-1970 03:00 Anadolu'da Geleneksel Düğünlerimiz 01-01-1970 03:00 Hicret Bir Dirilişin Adıdır 01-01-1970 03:00 İradeyi İpoteğe Vermek 01-01-1970 03:00 Allah'a Sevimsiz Gelen Helal 01-01-1970 03:00 Çocuklarımızın İyiliği İçin Onlarla Kötü Olmayalım 01-01-1970 03:00 Kurban Olsun Diye... 01-01-1970 03:00 Eğitim Hayatımdan İbretlik Bir Anı 01-01-1970 03:00 Dilin Gücü ve Afetleri 01-01-1970 03:00 Terk Edilmişliğin Acı Sonu 01-01-1970 03:00 Helena'nın Havva Oluşu 01-01-1970 03:00 Dostlarım Olan Kitaplarımla Hikâyelerim /3 01-01-1970 03:00 Dostlarım Olan Kitaplarımla Hikâyelerim /2 01-01-1970 03:00 Tedbirden Sonra Tevekkül 01-01-1970 03:00 Bilinmeyen Üniversite - Salih Dane Hoca Efendi ve İstinye/ Mahmutçavuş Camii 01-01-1970 03:00 Dostlarım Olan Kitaplarımla Hikâyelerim /1 01-01-1970 03:00 Dilber Ana ve Elmas Kadın 01-01-1970 03:00 Özdeyişler 01-01-1970 03:00 Yazmak Sorumluluk İster 01-01-1970 03:00