DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Ufuk Batum
Ufuk Batum
Giriş Tarihi : 27-09-2023 21:37

Yumuşak Güç

Olamaz dediğimiz ne varsa hemen hepsi tek tek olmaya, gerçekleşmeye başladı. Çağımızın akıl sır ermez hızı ve devinimi fırsatlar kadar tehditler de yaratıyor. Yıllarca denenmiş, daha önce uygulanmış stratejiler, yaklaşımlar ve modeller yıkılıyor. Öyleyse iş dünyasından siyasete, akademiden sivil topluma kadar her alanda ezberleri bozmak gerekiyor. 11 Eylül 2001 tarihinde başlayan ve hızlanan işte bu dönemin hay huyu içerisinde Türkiye yok olmadıysa, savrulup büyük zararlar görmediyse, bilakis hem kendi bölgesinde hem de küresel düzeyde söz sahibi olmaya çalıştıysa; yeni döneme hızlı uyum gösterebilmesindendir.

Bu şüphesiz ki hiç de kolay olmadı. Kendi ekonomik, siyasal ve sosyal krizini çok derin bir düzeyde yaşayan ve 2002 yılından itibaren iyileşmeye çalışan Türkiye’nin o yıllardan sonra ev ödevine yöneldiğini, yapısal sorunlarını tek tek çözmeye çalıştığını, ekonomiden sosyal meselelere kadar hemen hiçbir şeyden kaçınmadan kolektif aklı harekete geçirdiğini söylemek hiç de abartılı olmaz. Bırakın bir kesimin yürüttüğü “yaparsın yapamazsın!” tarzı kısır tartışmaları; havalimanları, köprüler, şehir hastaneleri, TOGG, GABAR, Karadeniz gazı, TCG ANADOLU gibi onlarca mega proje tek tek hayata geçti, hizmete açıldı bile.

Bir vaka analizi olarak: İGA

Bir örnek yeterli olur herhalde. İstanbul’un üçüncü havalimanını hani Geziciler yaptırmayacaktı ya! Hani bir ültimatom vermişlerdi ya! İşte o havalimanı yapıldı, açıldı ve birkaç yıl içerisinde Avrupa’nın birinci, dünyanın ise yedinci en büyük havalimanı haline geldi. Statista ve ACI’nın (Airports Council International) 2022 yılı verilerine göre ilk 10 havalimanının yolcu sayıları şöyle sıralanıyor: Atlanta (93,7 milyon), Dallas (73,4 milyon), Denver (69,3 milyon), Chicago (68,3 milyon), Dubai (66,1 milyon), Los Angeles (65,9 milyon), İstanbul (64,3 milyon). İstanbul’dan sonra ise 61,6 milyon yolcuyla Londra, ardından da 59,5 milyon yolcuyla Yeni Delhi geliyor. Listeye onuncu sıradan giren Paris ise 57,5 milyon yolcuya hizmet veriyor.

Tanıyanlar bilir; istatistikleri takip etmeyi, okumayı seven, bunları yeni gelişmeler ve mega trendlerle harmanlayıp geleceğe dair çıkarımlarda ve tahminlerde bulunan biriyimdir. Şimdi yeni bir öngörümü bu yazıya not düşmek istiyorum. İstanbul Havalimanı (İGA) 2025 yılı sonu itibariyle şu an daha fazla yolcuya hizmet veren Los Angeles, Dubai, Chicago, Denver ve Dallas’ı geçer ve Atlanta’nın hemen altında ikincilik konumuna yerleşir. Yani İstanbul dünyanın en işlek ikinci merkezi haline gelir.

Peki ya bayrak taşıyıcımız Türk Hava Yolları (THY) ne durumda? Skytrax 2023, Forbes ve Airport Codes’un yaptığı ortak çalışmanın verilerine göre THY gelir büyüklüğünde onuncu, müşteri memnuniyetinde altıncı, filo büyüklüğünde ise dokuzuncu. Elde edilen bu başarılar tabii ki tesadüfi değil; bütün bunlar havacılığın hemen her alanında gelişimin önünü açacak planlı bir vizyon ve gerekli hazırlıkların yapılması ile mümkün oldu. Kararlı bir siyasi irade de cabası.

Gelenekselleşen kurumlar, markalar ve programlar

Ülkelerin güçlenmesi ve bağımsızlaşması, ekonomilerin büyümesi ve toplumların daha yüksek refah seviyesine ulaşması için şüphesiz ki dünyadaki iyi örneklerden (best practice, benchmark) istifade etmek gerekiyor. Ama bulduğumuz bu iyi uygulamaların “copy paste” (kopyala yapıştır) yaklaşımıyla getirilip monte edilme çabasının kalıcı ve sürdürülebilir bir fayda sağlamadığı çoktandır kanıtlandı. O açıdan geliştirilen kurumsal kapasitenin, sunulan yeni bir programın çok ağırlıklı olarak milli ve yerli kaynaklardan beslenmesi en hassasiyetli konuların başında geliyor.

Mesela 30 yıllık deneyime sahip IDEF (International Defence Industry Fair) iyi bir örnek. Dünyanın en büyük 100 savunma şirketi arasında dört şirketimiz var. Savunma ve havacılık ekosistemimiz şu an toplamda 60-70 milyar dolar tutarında yüzlerce proje üzerinde çalışıyor. Büyük şirketlerin yanında KOBİ’ler ve genç teknoloji girişimleri (startup) göz önüne alındığında binlerce şirketin önemli düzeyde yetenek ve teknoloji barındırdığı unutulmamalı. İşte 25-28 Temmuz 2023 tarihinde 16’ncısı yapılan “Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı” bir fuardan çok daha fazlası; önemli bir platform ve işbirliği mekanizması aslında.

TEKNOFEST ve DENE-YAP

Çok değer verdiğim bir başka önemli oluşum ise yine milyonlarca gence imkan ve umut sunan T3 Vakfı’nın sıradışı ve dünyanın gıpta ile izlediği programları. Bu programların başında TEKNOFEST ve DENE-YAP geliyor. Çok farklı ve stratejik teknoloji dikeyinde yürüttükleri yarışmalar, buluşmalar, yaratıcı ekip çalışmaları hem Türk gençliğine yapabilirliği gösteriyor hem de Türkiye’nin en önemli ve kritik sektörlerine, şirketlerine nitelikli beyin gücü ve kapasitesi hazırlıyor. Şöyle bir baksanız, inceleseniz BAYKAR’ı, TUSAŞ’ı, ASELSAN’ı; hemen fark edeceksiniz ki her birinde en az 3-5 bin mühendis çalışıyor. Ancak büyüme potansiyelleri göz önüne alındığında, ihtiyacın bunun en az iki katı, üç katı olduğunu biliyoruz.

Düşünün ki BAYKAR’ın Suudi Arabistan’dan aldığı son sipariş tek başına 3,1 milyar dolar. Bu tutar, cumhuriyet tarihimizin en büyük savunma ve havacılık ihracatı sözleşmesi oldu. Türkiye 2022’de 4 milyar dolar savunma sanayi ihracatı yaptı. Bu rakamın 2023’te 6 milyar doları geçmesi bekleniyor. Madem geleceğe dönük birşeyler söylüyoruz; haydi gelin bir öngörüyü de savunma sanayi ihracatıyla ilişkili yapalım: 2025 yılı ihracatımızın rahatlıkla 20 milyar doları bulacağını öngörüyorum! Üretimde ve ihracatta katma değer artışı arıyoruz ya; işte size yüksek katma değer. Tabii keşke silah ve savunma sistemleri üretmek, kullanmak ve ihraç etmek zorunda kalmasaydık diye hayıflanıyoruz. Ama bu yarışı biz başlatmadık. Eğer bir gün ABD başta olmak üzere Çin, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, Hindistan, İtalya, İsveç, Hollanda ve Kanada gibi ülkeler bundan vaz geçerse, Türkiye de hızla bu işten vaz geçecektir.

Model ülke

Savunma sanayisinden eğitime, kurduğu hastane altyapılarından OSB’lerine, teknoparklardan sağlık turizmine, tarımsal ihracatından havacılığa kadar Türkiye çok çeşitli alanlarda iyi işleyen modeller geliştiriyor. Önemli modellerden biri de TOKİ’nin kapasitesi. TOKİ deneyimi ve güvenilirliği ile güvenli ve hızlı konut üretimi ve kentsel dönüşüm yapıyor. O kadar potansiyel var ki bugün Libya’dan Venezüella’ya kadar birçok ülke TOKİ’nin sunduğu modelden istifade etmek istiyor. Türkiye’nin hem Afrika açılımı hem de Ortadoğu ve Orta Asya gibi bütün açılımları sadece ihracat potansiyeline ve yatırım olanaklarına işaret etmekle kalmıyor; TOKİ, THY, TEKNOFEST, TİKA, TRT, KIZILAY gibi önemli kurumlar üzerinden derinlikli ve kalıcı işbirliklerine ve kamu diplomasisine somut fırsatlar da sunuyor.

Dünyanın birçok bölgesinde emperyalizme başkaldırı ve yeni sistem arayışı varken Türkiye olarak elimizdeki bu imkan ve altyapıları çok daha etkin anlatma ihtiyacındayız. Aslında bu iletişim ve koordinasyon ihtiyacı bir süredir tespit edilmiş ki gerekli çabalar gösteriliyor, güçlü adımlar atılıyor. Dezenformasyon çağında yaşadığımız düşünülürse doğru, hızlı ve etkin iletişim kanallarını kurmamız ve daha geniş paydaş gruplarına mesajımızı ulaştırmamamız gerekiyor. Bu görev kendi doğallığı içinde sadece siyaset ve kamu bürokrasisinin değildir. Aynı zamanda akademinin, iş insanlarının, kültür ve sanat dünyasının, sivil toplumun da hem kendisi ve kurumu hem de Türkiye için el atması gereken stratejik bir alandır.

Geçenlerde Türkiye’ye gelen Tanzanyalı bir iş heyetini ağırladım, yukarıda bahsi geçen programlardan bazılarını gösterme imkanım oldu. Çok olumlu geri dönüşler aldım. Gördükleri bazı programları Türk kurum ve uzmanlarla beraber kendi ülkelerinde gerçekleştirmek istediler. Birkaç gün önce de uzunca bir akşam yemeğinde Etiyopyalı bir iş adamının şaşırtıcı gözlemlerini dinledim, sorularını yanıtlamaya çalıştım. Kendi ülkesinde büyük çaplı işler yapan bu iş adamının aynı zamanda Türkiye’ye yatırım yapmayı planladığını, uzun süredir zaten birçok Türk şirketiyle çalıştığını, özellikli makineler ve malzemeler satın aldığını dinledim. Adam “illa Türkiye” diyor ve adeta bizi bizden iyi tanıyor. İnsan gücümüzün niteliğini, organizasyon kabiliyetimizi, kurumsallık içinde durumsallığımızı, esneklik ve çevikliğimizi, ülkemizi çok sevmemizi, her şeyin üzerinde gördüğü rekabetçiliğimizi ve ülkedeki huzuru ve istikrarı öve öve bitiremedi.

Rakamlar ne diyor?

Türkiye için bazı hatlar vazgeçilmezdir: Örneğin; Türk Cumhuriyetleri hattı, Batı ve NATO hattı, Afrika hattı, Türkiye-Azerbaycan-Katar-Pakistan-Malezya hattı. Bu hatların tahkimi için planlar yapılıyor, yürütülüyor. Uluslararası anlaşmalar imzalanıyor, askeri ve ticari işbirlikleri kuruluyor, ortak medya ve iletişim ağları planlanıyor. Çabalar azımsanamaz; bu işlerin kotarılması için zaman, para ve entelektüel sermaye gerektiği de biliniyor. Mesela yıllar önce başarılı bir kurgu ile yaşama geçirilen TRT WORLD çok önemli bir enstrüman haline geldi. Ancak bir ürünü, programı, enstrümanı planlamak, modellemek ve geliştirmek ne kadar önemliyse oradan akan trafiği çoğaltmak ve misliyle fazla insana, kuruma ve kuruluşa ulaşmak da en az o kadar değerlidir.

TWITTER’a şöyle hızlıca bir bakınca, bazı kuruluşların yakaladığı takipçi sayısı beni fazlaca düşündürüyor. Örneğin YouTube’un 79 milyon takipçisi var, NASA’nın ise 75 milyon. Peki ya bizim TÜBİTAK’ın takipçisi kaç? 1 milyon bile değil, sadece 774 bin! TÜBİTAK UZAY ise 80 bin civarında! Oysa TÜBİTAK’tan güzel işler, projeler çıkıyor. Uluslararası basın kuruluşlarına baktığımızda ise CNN’in 61 milyon, New York Times’ın 55 milyon, BBC BREAKING’in 52 milyon, hatta BBC TÜRKÇE’nin bile 4,3 milyon takipçisi var. Oysa içeriğini oldukça başarılı bulduğum ve Türkiye’nin dışa açılmasında çok önemli bulduğum TRT WORLD’ün takipçi sayısı henüz 540 bin civarında. Yarıştığı BBC ve CNN ile arasında bugün itibariyle yaklaşık 100 kat bir fark söz konusu.

Potansiyel de var, umut da!

Kurumlarımız büyük atak içerisinde ve çok doğru işlere, projelere imza atıyorlar. Ama pazarlamayı ve iletişimi de hızla geliştirmek durumundalar. Yaptığımızı iyi anlatamaz, daha geniş kitlelere ulaştıramazsak “Türk’ün Türk’e Türk Propagandası”ndan ileri gidemeyiz. Ama ben bu orantısızlığın fark edildiğini ve problemin çözümüne dair adımlar atıldığını memnuniyetle görüyorum.

Örneğin artık gelenekselleşen bir platform olarak gördüğüm ve geçenlerde 14’üncüsü düzenlenen Büyükelçiler Konferansı işte tam bu ihtiyaca cevap verecek nitelikte. Bir haftalığına bütün diplomatik misyonlarımız merkeze çekiliyor, Türkiye’nin mutfağında pişen farklı projeler ve programlar bu grubun dikkatine sunuluyor, kurumlar arasındaki yönetim ve iletişim boşlukları alınıyor, sonra bütün ekip daha güçlü bir içerik ve dil birliği ile tekrar sahaya sürülüyor. Çok etkili bir yöntem, başarılı bir uygulama.

Son olarak…

Benzer yaklaşım acaba sporcularımız, akademisyenlerimiz, kültür insanlarımız, sektör ve bürokrasi temsilcilerimiz için de kullanılamaz mı? İstekli hemen herkesin Türkiye’nin “gönüllü diplomatı” olarak konumlandırılabilmesi bana mümkünmüş gibi geliyor. Kamu tarafında bu görevi gerçekleştirecek bir akademi bulunabilir, belki de kurulabilir mi? ODTÜ’de yaptığımız önemli işleri ekosisteme, hatta dünyaya hak ettiği kadar anlatamama meselesine biz eskiden -Allah gani gani rahmet eylesin- Prof. Dr. Ahmet Acar’ın ifadesiyle “yumurtladığımız kadar gıtgıt’layamıyoruz” diyorduk… Evet Türkiye olarak artık çok daha iyi tasarlıyoruz, geliştiriyoruz, yapıyoruz, üretiyoruz… Bunları da dünyaya daha fazla anlatmayı başaracağız…

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA