DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Ufuk Batum
Ufuk Batum
Giriş Tarihi : 13-05-2023 22:24

Ekonomik Görünüm

Dünyanın hemen her bölgesinde ekonomiler, 2008-2009’da yaşanan morgage ve sonrasındaki türev piyasaları krizinden bu yana belirsiz bir dönem yaşıyor. Peşinen söyleyelim ki; belli bir öngörülebilirliği barındıran sinüs eğrisi artık ekonomileri anlatmaya yetmiyor. Oysa 1970’lerden 1990’ların sonuna kadar süregelen yaklaşık 30 yılda inişli çıkışlı bir ekonomik model hepimizin normali ve kabulüydü. Ülkeler arasındaki farklar, daha ziyade dalga boyunda ve krizin derinliğindeydi. Tabii bazı ülkeler U şeklinde iyileşirken, daha volatil ama çevik piyasalar ise V şekline benzer bir toparlanma yaşardı.

Pandemi gerçek miydi, değil miydi? Pandemi, hatta aşı tartışmaları bütün hızıyla sürerken dünyanın gerçekten de her açıdan garip bir dönemden geçtiği aşikar. Evlere kapatılan insanların üretim eğilimleri de tüketim eğilimleri de çokça değişti. Belki de en fazla zararı ve yıkımı birçok sektör için çok önemli değerde olan tedarik zincirleri gördü. Üretimdeki kayıplar, kaygıyla yapılan stoklar, emtia piyasalarındaki tırmanış, artan verimsizlik ve dünya genelinde görülen kötü yönetim (poor governance) şartları zorlaştırdı.

Dünyanın kötü yönetimi…

En büyük ekonomiler ve en güçlü devletler başta olmak üzere dünya mali disiplinden hızla uzaklaştı. Fazla bir hesap kitap yapmaya ihtiyaç duymayan veya fırsat bulamayan birçok ülkenin para bastığını, popülist politikalara geçtiğini, ihtiyaç sahiplerine zaman zaman bol kepçe ödemeler yaptığını söyleyebiliriz. Sonuçta özellikle gelişmiş ülkelerde bugün daralmalar yaşandığını gözlemliyoruz. Bir taraftan şirketler kapanırken diğer taraftan kalıcı bir enflasyon, hatta resesyon ifadeleri yaygınlaşıyor.

İşte özellikle Batı’da daha kalıcı olduğu anlaşılan krizin bir yansıması, belki de bankaların zorlanması, batması, kapanması. Mart ayından itibaren 4’ü ABD’de, biri de İsviçre’de olmak üzere beş bankanın çökmesi hiç de tesadüfi değil. Silicon Valley Bank, Silvergate Bank, Singature Bank ve en son First Republic Bank olmak üzere ABD bankacılık sektörü tehlike sinyalleri vermeye başladı. İsviçre’nin Credit Suisse’i ise Avrupa’yı sarstı. Spekülasyon olmaması açısından sıradaki bankaları söylemeyelim ama hem Avrupa’da hem de ABD’de yeni çöküş ve batış hikayelerinin geleceğinin konuşulduğunu ifade etmekle yetinelim.

IMF çaresiz mi?

IMF Başkanı Georgieva’nın geçenlerde yaptığı açıklama dikkat çekiciydi: “Enflasyon rahatsız edici şekilde hedeflenenin üstünde ve beklendiği kadar hızlı düşmüyor. Bankacılık sektöründe daha çok kırılganlık görülebilir. 100’den fazla ülkenin merkez bankası dijital para birimi üzerinde çalışıyor.” Durum adeta Hemingway’in ünlü romanını çağrıştırıyor: “Çanlar Kimin İçin Çalıyor?”

Dünyanın bunları konuştuğu bir dönemde, çok şükür Türk bankaları oldukça yüksek karlılık seviyeleri açıklıyor. Ayrıca girişimcilik ve inovasyon ekosistemimiz 2021 ve 2022’yi rekorlarla kapattı, KOBİ’lerimiz ve büyük sanayi kuruluşlarımız ise aynı yıllarda ihracatta patlama yaşadı. Ayak basılmadık, ihracat yapılmadık ülke kalmadı dünyada. Şüphesiz ki dünyanın büyük ülkelerinde baş gösteren ekonomik daralmanın Türkiye gibi ihracatla büyüme stratejisi yürüten ülkeleri zorlayacağı aşikar. Ancak şirketlerimizin yenilikçilik kabiliyeti ve krizleri yönetebilme kapasitesi bu dönemeci de geçebilmek için önemli kas gücü durumunda.

Gelin size güncel bir rapordan bahsedeyim: Bloomberg ve IMF, Nisan 2023’te “Dünya Ekonomik Görünümü”nü açıkladı. İçinde çok ilginç detaylar var; 2023-2028 yılları arasında dünyanın ekonomik büyümesi incelenmiş. Dünya ekonomisinin ilk yılları zorlu, diğer yıllarda ise biraz daha temkinli iyimserlik barındıracağı anlaşılıyor. Öngörülere göre Çin; ayağını, pandemi döneminde bastığı frenden kaldırıp büyüme yönündeki gaza basıyor. O kadar ki, bu yıllar arasında dünya büyümesinin %22,6’sı Çin’den gelmesi bekleniyor. Neredeyse dünyanın bütün büyümesinin dörtte birine yakını Çin ekonomisi kaynaklı. Peki ya sonra? Hemen sonra Hindistan geliyor; dünyanın öngördüğü toplam büyümenin %12,9’u Hindistan’dan olacak. Sonra bekleneceği üzere sırada ABD var; %11,3. En büyük 3 ekonominin toplam büyümeye katkısı %50’leri zorluyor.

Sürpriz ülkeler…

Geride kalan 190 ülkeye ne kaldı derseniz; yaklaşık % 53 diyebiliriz. Çin, Hindistan ve ABD’den sonra sıralamada 4’üncü ülke Endonezya. Evet takip edenler bilir; Endonezya’da son 10-15 yılda önemli gelişmeler yaşanıyor, bütün zorluklara ve halen devam eden bazı problemlere rağmen Endonezya’da kayda değer bir büyüme söz konusu. Bu da listede kendini hissettiriyor zaten. Şimdi bomba haber şu: IMF ve Bloomberg diyor ki; “Dünya ekonomisinin büyümesine en önemli katkıyı verecek 5’inci ülke Türkiye’dir.”

Şaşırtıcı ve iddialı, değil mi? Evet öyle ama bence içi de dolu. Türkiye’nin ekonomik büyüklüğü dünyanın %0,8-0,9’u civarındayken, Türkiye’nin 2023-2028 yılları arasında göstermesi beklenen performansı sonucunda dünyanın toplam büyümesindeki payı %2,1 olacak. Kaba bir hesapla Türkiye’nin büyüme oranının, dünyanın ortalama büyüme oranından çok daha fazla olması bekleniyor. Örneğin dünya her yıl %2 büyürse, Türkiye %5 büyüyecek anlamına geliyor. Bu beklenti hem dünyanın büyük yatırımcıları için oldukça olumlu, hem de Türk sanayicisi, girişimcisi ve işletmecisi için umut verici.

Aynı çalışmaya göre dünyanın büyümesine güç verecek ülkeler katkı oranlarıyla şöyle sıralanmakta: Almanya %2,1, Japonya %1,8, Brezilya %1,7, Mısır %1,7, Rusya %1,6, Bangladeş %1,6, Vietnam %1,6. Birleşik Krallık ve Fransa’nın da sadece %1,5 oranında bir katkı sunması bekleniyor. Kısacası güçlü büyümelerin BRIC-T ve diğer gelişmekte olan piyasalardan geleceği biliniyor.

Makası kapatan Türkiye

Son iki asırdır, ekonomik gelişimimiz için girişilen mücadeleleri başka yazılarda kısmen ele almıştım. Hiç de kolay bir süreç değil, birçok deneme yapıldı, yapılıyor: Tanzimat sonrasında, Abdülhamit Han döneminde, genç cumhuriyetin ilk yıllarında, 1950’li Demokrat Parti döneminde ve şimdi Erdoğanlı yıllarda. Türkiye, özellikle güçlü ve büyük ekonomilerle arasındaki makası kapatmaya çalışıyor. Gelişmişliğin birçok dinamiği olabilir ama ben ekonomiye bakarken faiz/enflasyon ikilisine ekonomistlere kıyasla daha az bakıyorum.

Gelişmiş ve güçlü bir ekonomide ben en fazla nitelikli ve çağa uygun yeteneklerle donatılmış beşeri sermayeye bakarım. Belki eskiden Batı’nın sunduğu eğitim seviyesinden çok uzaktık, ancak bugün durum pek de öyle değil. Bunun sebebi çok sayıda üniversite açmış olmamızdan ziyade eğitim kanallarının çeşitlenmesi ve göreceli olarak eğitime erişimin kolaylaşması. YouTube, Udemy, Coursera ve diğer birçok yatayda veya dikeyde uzmanlaşan platformlar hemen her alanda birçok eğitim sunuyor. Bunların çoğu da ücretsiz. Klasik eğitim sistemi artık bireylerin gelişiminde daha az rol oynuyor. Örneğin geçen hafta 7’ncisi başarıyla tamamlanan TEKNOFEST’e 2,5 milyondan fazla gencin katılımı bunu kanıtlıyor. Gençler artık ekip çalışması içinde birbirinden daha hızlı öğreniyor. Malzemeye dokunarak, kesip biçerek, ölçerek, deneyerek gelişmenin yöntemi ve tadı çok daha farklı.

Türkiye, son 10-15 yılını altyapı açığını çok önemli düzeyde tamamlayarak, yeni yatırımlar yaparak geçirdi. Duble yollar, otoyollar, köprüler, barajlar, hastane yatırımları, havalimanları, iletişim altyapıları, yenilenebilir enerji yatırımları, e-devlet uygulamaları, OSB’ler, teknoparklar, TEKMER’ler, kuluçka merkezleri ya sıfırdan inşa edildi ya da var olanların üzerine misliyle kapasite artışı sağlandı. Bu projelerin dünyanın belli finans ve sanayi odaklarında konuşulduğunu biliyorum çünkü yıllardır katıldığım her uluslararası konferansta, toplantıda Türkiye’ye dair meraklı soruları yanıtlamaya çalışırım.

Dışarıdan bakınca manzara çok daha iyi

Meraklı soruları detaylı bilgiyle karşılayınca hissiyat olumluya dönebiliyor. Uzun süredir aynı hissiyattayım ki; Türkiye dışarıdan çok daha iyi görünüyor. Çünkü biz kendimizle çok fazla uğraşıyoruz, kendimizi ve birbirimizi çok fazla eleştiriyoruz, hırpalıyoruz. Karayolunda her istikamette dolu dolu yolculuk yapan kamyonları, TIR’ları gördükçe, hammadde ve farklı sektörlerin ürün ve yarı mamullerinin vızır vızır dolaşımda olduğunu fark ettikçe yoğun ekonomik faaliyeti anlıyorum. İstihdam rakamları iyileştikçe, %10 sınırının altında gezdikçe daha da umutlanıyorum. Kaldı ki özellikle sanayicilerden “iş beğendiremiyoruz, çalışacak insan bulamıyoruz” yakınmasını da artarak duyuyoruz. KOBİ’lerin çevikliğini, girişimcilerin derin teknolojilere yönelişini ayrıca çok değerli bulduğumu ifade etmeliyim.

Önümüzdeki dönem verimlilik ve makul düzeyde (ileri düzeye gerek yok) kurumsallık dönemi olacak. Pazarlamada ve dijitalleşmede de bir sıçrama yaşanabilir. Ama ben en fazla IMF ve Bloomberg gibi uluslararası kuruluşların Türkiye’ye dair iyimser yaklaşımlarına karşın, Fitch, Moody’s, Standard & Poor’s gibi derecelendirme kuruluşlarının kasıtlı, tutarsız ve politik bir yaklaşımla Türkiye’ye düşük not vermelerine takmış durumdayım. Çünkü ne altyapımız ne de üst yapımız ve ortaya çıkan emareler bu kasıtlı notu hak ediyor. Evet her şeye rağmen bunları iyileştirmek için mücadele etmeliyiz, ancak diğer taraftan heyecanımızı, başarma inancımızı, yeni yeni oluşan özgüvenimizi ve momentumumuzu korumalıyız.

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA