DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Ufuk Batum
Ufuk Batum
Giriş Tarihi : 26-12-2023 20:47

Ahlam ve Mahmud Abbas

İBüyükleri Filistin'de doğmuş yaşamış, İsrail'in işgal ve sürgün politikasıyla topraklarından, vatanından çıkarılmış bir ailenin kızı, yıllar önce öğrencim olmuştu. ODTÜ'de derslerim oldukça popüler olduğundan, öğrenciler dersi seçip alabilmek için bilgisayarlarının karşısına erkenden geçer ve çok hızlı davranmak zorunda olduklarını iyi bilirlerdi. Çünkü sistem açıldığında ilk birkaç saniyede (bazen de bir saniye içinde) dersin kotası rekor bir hızla dolardı. Sonra, her dönem dersi alamayan öğrencilerden onlarca, hatta yüzlerce elektronik mesaj alırdım. Zorda kalan, mezun olmaya yakın öğrencilere yardımcı olmak için sonradan kontenjanı neredeyse iki katına çıkartırdık. Hem Avrupa'dan hem de Orta Doğu, Türk Cumhuriyetleri ve Afrika'dan, hatta Latin Amerika'dan çok öğrencim olurdu. Ekvator, Şili, Kolombiya, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerden gelenler olurdu.

Hangi yıl olduğunu tam hatırlamıyorum ama Ahlam'ın dersimi aldığı yıl, 2014-2015 olabilir. O dönemin açık ara en iyi, ilgili ve başarılı öğrencilerinden biriydi. Her ne kadar ODTÜ; Anadolu'nun hemen her şehrinden, bölgesinden yüksek puanlı öğrenci çekmeyi başarsa da, öğrencilerimizin bir kısmında İngilizce ‘ye karşı bir çekingenlik, hafiften bir utangaçlık olduğu aşikar, tecrübeyle sabittir. Özellikle de, mühendislik ve temel bilimlerde okuyan cin gibi öğrencilerimizde bu durum biraz daha yaygındır. Tabii, içlerinde bunu çözmüş, dili derslerde hiç zorlanmadan, hatta rahat ve akıcı kullanan gençlerimiz de mevcuttur.

ODTÜ'de 12 yıl

ODTÜ öğrencilerinde olduğu kadar Türkiye'nin birçok üniversitesinde de deneyimlediğim bir diğer problem ise, gençlerimizin ekip çalışmasına pek yatkın olmamasıdır. Çünkü bu ne ailede ne de ilk ve orta öğretimde, sınavlara teslim olmuş sistemimizde öncelenen veya verilen bir kültürdür. Oysa, ekip çalışması tecrübesi, sunum becerileri, akıcı bir İngilizce (veya diğer dillerde yetkinlik) ve başarılı bir iletişim tekniğine sahip olma gibi beceri ve yetenekler, rekabetçi iş yaşamında en az akademik başarı kadar önemli yer tutar. Yirmi birinci yüzyıl beceri ve yetenekleri arasında sıralanan bu yeteneklerin önemini, çoğu mezunumuz ancak yıllar sonra keşfeder, anlar. Çok şükür iş işten geçmez çünkü öğrencilerimizin olduğu kadar mezunlarımızın da uyum sağlama, problem çözme ve kendisini geliştirme güdüsü oldukça güçlüdür.

ODTÜ'de mimarlık öğrencisi olan Ahlam'ın benim dersimi aldığı 14 haftalık dönemin başından itibaren dil ve iletişim alanındaki yeteneği ve öğrencilerimizde gördükçe memnuniyet duyduğumuz öğrenme azmi, kendisini geliştirme çabası, kısacası entelektüel kapasitesi ve pırıltısı çok belirgindi. Nitekim, derslerde yaptığımız tartışmalarda, okumalarda, vaka analizi çalışmalarında, grupların oluşturulmasında ve bir dönem boyunca grupların proje üretiminde, Ahlam'ın olumlu etkisi hissedilmişti. Ders sonrası talepkar olan, mentorluk isteyen ve böylelikle de diğer gruplara fark atan ekiplerden biri de onun liderlik ettiği ekipti. Sonuçta, bu takım sunumlarda çok iyi bir performans gösterip en iyi notla da geçmeyi başarmıştı.

Davutpaşa'da İyi Şeyler Oluyor

ODTÜ'de 12 yılın ardından, bugünlerde benzer çalışmaları Yıldız Teknik Üniversitesi'nde (YTÜ) yürütüyorum. Hangi üniversite olursa olsun, kampüse ayak basmak her zaman anlamlı, heyecanlı ve değerlidir. Türkiye'nin genç profesör ve sıradışı yöneticilerinden Prof. Zeynep Işık'ın daveti üzerine bir süredir yüksek lisans ve doktora öğrencileri ile YTÜ'de çalışıyorum. Fark ediyorum ki, Yıldız Teknik birçok açıdan yükselişte; dinamik yönetiminden sürdürülebilirlik anlayışına, sahada koşturan rektöründen Ar-Ge'deki tırmanışına, Teknopark’taki derinleşmeden kampüsün yeşermesine ve hızla gelişmesine, iddialı projecilikten yurtdışı açılımlarına, paydaşına sahip çıkmasından endekslerde tepeye oynamasına kadar çok ciddi ve metriklerle ölçülebilen bir kapasite artışı söz konusu.

Mezun olduğum Boğaziçi Üniversitesi kadar ODTÜ ve Yıldız Teknik'i de önemsiyorum, dikkatle izliyorum. İster akademide, ister sivil toplum ya da kamuda, özel sektör veya girişimcilik dünyasında olsun özel çaba gösteren, yukarı yönlü hamle yapan, marka değerini artıran, iyi yönetişim modelleri geliştiren her kuruma, şirkete, markaya alkış tutmak boynumuzun borcu. Biz, zaman zaman doğu toplumlarında daha yaygın kullanılan "negatif motivasyonu" kırmanın gereğine inananlardanız. İyi yapılan şeyleri takdir etmek, yüreklendirmek, en azından "pozitif motivasyon" ile desteklemek gerçekten elzem. Teknofest de, Baykar ve Tusaş da, THY ve İGA da, voleybol kadın milli takımımız da böyle böyle yükseldi.

Bu bağlamda, 208 üniversitemiz arasında çoğu köklü ve araştırma üniversitesi statüsünde olan şöyle bir 13-15 üniversite var ki, aslında dünya çapında kurumlar, akademiler. Tabii, henüz dünyadaki endekslerde hak ettikleri yerlerde görünmeseler de, bu problemin de önümüzdeki yıllarda çözüleceğine inanıyorum. Endekssiz kalmayalım, var olanlara bakalım ve dersler çıkaralım ama zaman zaman da ülke faktörünü, bu kurumların finansa erişimindeki zorlukları, kırılması kolay olmayan algıları ve politik yaklaşımları da aklımızın bir köşesinde tutalım.

Girişimci Ahlam

Gel zaman, git zaman; mezun ettiğim birçok öğrencimle diyaloğumun devam etmesi gibi Ahlam'ı da, iş dünyasında bir miktar takip edebildim. Bir üniversite hocası için dünyanın en iyi üniversitelerine öğrencileri için referans mektubu yazmak, burs almalarına yol açmak, iyi işlere girmelerine ön ayak olmak, zaman zaman kendilerinden iyi haberler almak çok mutluluk vericidir. Sonuçta, bu gelişmeler bir ölçüde verilen emeğin karşılığı niteliğindedir. Ahlam, okulu bitirir bitirmez önce özel sektörde birkaç yıl çalıştı ve sonra öğrenciliğinden beri hep hayal ettiği gibi kendi adına girişimci olmak üzere inovasyon ekosistemine adım attı. Oldukça kısa bir sürede de şaşırtıcı bir başarıya ulaştı. O kadar ki, işi kısa sürede netice verdi ve doğurgan olarak yeni işler kurmasına fırsat sağladı.

Ahlam'ın girişimci dehası bir kenara, aslında anlatmak istediğim başka bir husus var. Ekim ayı başında işlerini konuşmak için Ahlam ile bir kahve sohbeti yapıyorduk. İsrail'in Gazze'de yaptığı katliamın tam arifesindeydik. Kendisine; işgalci İsrail'in çok kan dökmesinden, çoluk çocuk demeden, masumları gözetmeden ölüm saçmasından, katliam yapmasından endişe ettiğimi ifade ederek nasıl değerlendirdiğini sordum. Bana çok net, çok açık, çok kararlı bir cevap verdi: "75 yıldır Filistin'de öyle zulüm var ki; ne oradaki Filistin halkı fiziki bedel ödemekten, ne de sürgün edilen bizler manevi bedel ödemekten korkuyoruz!" Sakin, şaşırtıcı, soğukkanlı, gerçekci ve yaşamımda az duyduğum veya şahit olduğum bir cesaret ve metanet seviyesinde bir ifadeydi bu. Hangi yaşta, rütbede, konforda olursanız olun; yine de bir başkasından öğrenebileceğiniz çok şey olduğunu tekrar hatırladığınız bir andı benim için.

Mahmud Abbas Nerede?

Derken saatler günleri, günler haftaları kovaladı... İsrail'in Gazze'de yaptıkları bölgeyi ve geçmişi iyi bilenleri pek şaşırtmadı tabii ki... Bilinçli ve planlı bir katliama imza atan Netenyahu ve şürekası, bir gün savaş suçları mahkemesinde yargılanmayı hak edercesine 10 bini çocuk olmak üzere 25 bine yakın masum insanın ölümüne, 100 bine yakın insanın yaralanmasına ve yaklaşık 2 milyon insanın evini yurdunu kaybetmesine yol açtı... Ancak bir farkla; bu kez Ahlam haklı çıktı: "İsrail öldürse de, Filistin halkı kazanacaktı!" Tüm dünya ilk kez Filistin'in haklı davasını duydu... Vicdanlar ve akıllar bu meseleye duyarsız kalmadı, kalamadı... Halklar isyan etti, sokaklara döküldü... Sokaklarda belki herkes vardı ama sanki sadece Mahmud Abbas yoktu...

Tahminen 20 yıldır zihnimde dolaşan müphem bir husus da böylelikle aydınlanmış oldu. Çalıştığım farklı kurumları temsilen uluslararası toplantılarda, özellikle de Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin bulunduğu ortamlarda Türkiye; kurumları, markaları ve tecrübesiyle deneyim paylaşan ve rol modeli olan bir ülke konumunda olmuştur hep. Bu bağlamda aramızda özellikle Filistin Devleti temsilcilerinin bulunması bende her zaman olduğundan daha paylaşımcı ve işbirlikçi bir tavır içine girmeme yol açmıştır. Tanıştığım kişiler de hep Mahmud Abbas'ın ilk halkasında olan önemli isimler olmuştur. Heyecanla öneriler yapmış, Türkiye sisteminin nasıl çalıştığını anlatmış, hangi kurumlara nasıl yaklaşım gösterilmesi gerektiği hususunda açıklamalar yapmış ve ilişkiyi bir faydaya, akışa, trafiğe ulaştırmak için fazlaca titizlenmişimdir. Ancak, sonuç hep hüsran olmuş ve bu olumsuz tabloya her zaman şaşırıp kalmışımdır.

Muhatap

Şimdi sahnede, sokakta, meydanda olmayan, olamayan Abbas'ı ve ekibini daha iyi kavrıyorum... Adım adım girdiği teslimiyeti, ataleti ve öğrenilmiş çaresizliği zihnimde çözüyorum... Değişime ve kurtuluşa inanmadığını, bunun için yeterli ve kararlı bir direnç göstermediğini ve adeta "böyle gelmiş böyle gider" eyyamcılığını daha iyi anlıyorum... Yazık ki, çabalarımızın ve iyi niyetli yaklaşımlarımızın karşılıksız kalması doğalmış... Çünkü, karşımızda muhatap yokmuş...

Ama bu değişim olacak... Yeni muhataplar, liderler, ekipler gelecek... Öğrenilmiş çaresizlik gömleği çıkarılıp, yırtılıp atılacak... Özgürlük ve bağımsızlık kazanacak...

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA