DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Ufuk Batum
Ufuk Batum
Giriş Tarihi : 26-11-2023 16:52

İletişim Savaşları

Hamas'ın İsrail'e yaptığı baskın saldırı sonrasında İsrail'in uyguladığı devlet terörü ve Gazze'deki masum insanları katletmesini takiben uzun süredir şişede bekleyen cin sanki şişeden çıkmaya başlayacak gibi. Ya da, zaman zaman siyasette kullanılan ifadeyle; “Pandora'nın Kutusu” açılıyor. Çok farklı uzman, lider, kanaat önderi, akademisyen ilginç tespitler ve görüşler sunmaya başladı. Alman gazeteci Jürgen Todenhöfer'in yorumu işte onlardan biri; "Haçlı Seferleri'nde 4 milyon kişiyi, sömürgeleştirme döneminde 50 milyon insanı, 1. ve 2. Dünya Savaşları'nda 70 milyon insanı ve 6 milyon Yahudi'yi öldüren Müslümanlar değildi!" Durum böyle olduğu halde; Hollywood yapımlarının çoğunda acaba neden Araplar, sakallı Müslümanlar hep terörist, Amerikalılar her daim kahraman ve vatansever, İsrail gizli teşkilatı Mossad ise hep kararlı, yetenekli ve kazanan taraf oluyor? Sizce de bu işte bir gariplik yok mu? Buna bir cevap arıyorsanız Alev Alatlı'nın "Suç Ortağı Hollywood"u okuyabilirsiniz.

Dünyanın gözü önünde çoğu çocuk ve kadın olmak üzere binlerce masum Filistinli katledilirken, gözüm kulağım, nüfusu 2 milyara yaklaşan İslam Alemi'ne çevrildi. Çok büyük bir sürpriz yaşamadım aslında; önce bir sessizlik, sonra alçak sesle kem küm, ertesinde de birliğin bir iki toplantısı gerçekleşti. Ben demiyorum ki, Arap Birliği karar alıp İsrail'e saldırsın, İslam Ordusu kurulsun ve gereğini yapsın. Bunlar ne gerçekçi ne de sonuç alıcı yaklaşımlar. Kitaplarını okumayı sevdiğim Amin Maalouf'un duruma dair oldukça önemli bir tespiti var. Diyor ki: "Ortadoğu insanı hemen her şeye üzülür, kederlenir ancak durumu değiştirmek için hiçbir şey yapmaz!" Lübnan'da doğan, anadili Arapça, dini Hristiyan olan Amin Maalouf 20 yıldan fazla bir süredir Fransa'da yaşıyor ve tüm eserlerini Fransızca yazıyor. Eserlerinde, genellikle kimlik ve aidiyet ilişkisini sorguluyor, ayrıca ortaya derin, anlamlı ve somut gerçeklikle örtüşen analizler koyabiliyor. Bölgeyi ve kültürlerarası diyalektiği iyi okuyabilen Maalouf'un eserleri dikkat çekiyor ama diğer bir taraftan da, Ortadoğu'ya Fransız kalıplarıyla bakıp bakmadığı da bazı kesimlerce sorgulanıyor.

Böl ve Yönet

Her ihtimalde, Amin Maalouf'un söylediklerini dikkate değer buluyorum. Bu yorum, aslında Türkiye için de kısmen geçerlidir. Bizler, Müslümanlar, Ortadoğu'nun kadim halkları ve mazlum toplumları olarak yüksek bir farkındalığa sahibizdir. Vicdan, merhamet, irfan ve feraset toplumlarıyızdır. Tarih ve siyaset birikimi de az değildir aslında. Ancak iş eyleme geçmeye, örgütlenmeye, kararlı ve stratejik davranmaya, hazırlıklı ve planlı olmaya gelince o kadar da başarılı sayılmayız. Tabii Batı dünyasının asırlardır uyguladığı "Böl ve Yönet" stratejisi de zaten organize bir bölgesel duruşu, haklı bir direnişi, caydırıcı planlılığı boşa düşürür, imkansız kılar. Kaldı ki, Batı'nın; “Böl ve Yönet” stratejisi sadece toplumsal, mezhepsel, dini ve ırksal çatışmaları tetiklemekle, toplumsal yarılmaları beslemekle yetinmez. Aynı zamanda, darbeler ve rejim değişiklikleriyle kendisine hizmet edecek liderleri, kadroları başa getirir. En son Mısır'da yaşananlar, Tunus'taki gelişmeler bu konuya iyi örnek teşkil eder. Sisi'nin arkasındaki siyasi gücün ABD, Kays Said'in arkasındaki gücün Fransa olduğunu acaba bilmeyen kaldı mı?

Batı toplumunun köklerini, özellikle de bugün kendisini halen tek kutuplu dünyanın tek egemen gücü sanan ABD'yi en iyi anlayan entelektüellerden biri de, şüphesiz ki Alev Alatlı'dır. Bu meseleleri anlamak ve kavramak isteyen okuyuculara Alatlı'nın iki cilt halinde kaleme aldığı "FesüphanAllah" ve "HafazanAllah" isimli eserlerini çok güçlü bir şekilde önermek isterim. Alev Alatlı kitabın bir yerinde, 1901-1909 yılları arasında ABD'nin 26. Başkanı Theodore Roosevelt'in "Şiddet bir erkeklik ayinidir!" çirkinliğindeki sapkın düşüncesini dikkatimize sunarken; "...çünkü Müslümanlar, kendilerini insanca koruyamayacak kadar yüksek standartlara ve değerlere sahiptirler" vurgusu ile adeta bugüne ışık tutmayı başarmaktadır. Kısacası onlar şiddeti, biz değerleri savunuruz.

Batı ile Doğu arasındaki bu keskin tezat; yürüyen mücadelede ve hatta savaşta psikolojik anlamda eşitsizlik de yaratmaktadır. 2000-2008 yılları arasında ABD Başkanı olan George W. Bush'un bin yıl sonra Haçlı Seferleri'ni tekrar başlatabilmesi de, 2009-2016 döneminin ABD başkanı fos(!) Barack Obama ile örtüşen en temel özelliği; "şiddet ayinini" sevmeleri ve uygulamalarıdır. Trump dışında hemen her ABD başkanı döneminde hem yeni savaşlara ve yıkıma yol açılmıştır, hem de bu savaşlarda çoluk çocuk, kadın, yaşlı, sivil demeden şehirler ve ülkeler günlerce süren füze saldırılarıyla dümdüz edilmiştir. Irak, Suriye, Libya, Afganistan ve daha birçok coğrafyada, masum insanların düğün dernekte olması, hastane okul gibi sivil yapıların bulunması, barış gücü ve diğer yardım kuruluşlarının faaliyet göstermesi hiç dikkate alınmamıştır. Bugün aynen Gazze'deki sivil hedefleri vuran İsrail Ordusu gibi. Oysa Doğu'nun en muteber gücü olan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bir yere askeri müdahalede bulunması kaçınılmaz olduğunda, bunu cerrah titizliğiyle yapmakta, sivilleri azamide korumayı öngörmektedir. Çünkü TSK, en yüksek mertebe olan Peygamber Ocağı olmakla şereflendirilmiştir.

Mülteci Botlarını Patlatabilmek

Son yıllarda, benzer haberleri tekrar tekrar okumuştuk, dinlemiştik. Kanada'nın yatılı okul bahçelerinde yapılan kazılarda toplu cesetler çıkmıştı. Kendisi gibi olmayanlara yaşam hakkı tanımayan kilise okulları, yerel toplumları yok etmek için yüzlerce öğrenciyi öldürmüş, bahçeye gömmüş ve olayı küllendirmiş. Tek bir okulun bahçesinden 215 ceset çıkarılmıştı. Belki de rakam diğer okullarla beraber binleri, hatta on binleri buluyordu. Üzerinden birkaç yıl geçti, unuttuk gitti. Masum ve çaresiz mültecilerin açık denizlerde aradığı umut felaketlerle sonuçlandı, bunları da çoktan unuttuk. Bu botları açık denizlerde patlatan Yunanlı ve İtalyanları anlamakta hep zorlanmışımdır. Akşam, o sıcak ve konforlu evde kendisini bekleyen çocuğuna ne anlatmayı hayal ediyor acaba? Kamunun "verdiği görevi" yerine getirerek botları şişleyen Sahil Güvenlik çalışanı, memuru acaba yüzlerce çaresiz insanı Akdeniz'in dibine yollarken bunu kendisine, vicdanına nasıl gerekçelendiriyor olabilir ki? Peki ya bugün hızla yükselen ırkçılık, zorbalık, İslam ve yabancı düşmanlığının kaynağı nedir? Çirkin bir ideoloji mi, insan hakları ve özgürlüklerin kaybı mı, Batı'nın uzunca bir süredir aradığı ve gelmesi için zorladığı bir Armageddon mu?

Aylan bebeğe benim gibi yanmayan, yanamayan Avrupa ve Amerikalıların kapısında performansı daha yüksek arabaları, daha büyük evleri, daha fazla tatil seçenekleri, ceplerinde ve bankalarında daha fazla paraları varmış. Kimin umurunda! Biz bugün Refah Kapısı'nda olduğu gibi, birkaç yıl önce Türkiye-Yunanistan sınırında yaşananları da gördük. Batı'nın "enfantis ve öjenik" arka planını görmek için illa Nazi Almanyası'na gitmeye gerek yok. Engelliye, yaşlıya, çingeneye, Afrikalıya, yerel halklara, ötekine yaşam hakkı tanımayan Batı'nın on milyonlarca yaşama nasıl mal olduğunu biraz tarih okuyan herkes iyi bilir. İşte şimdi öjenik bu aşağılık zihniyet, İsrail'de devlet terörüyle ete kemiğe bürünüyor. Kendisine yapılan katliamı, soykırımı 75 yıldır o Filistinlilere uyguluyor! Bu bağlamda 2006 yılında yazmış olduğum "Küresel Köyün Kavalcıları" başlıklı kitapta bazı ipuçları verdiğimi de, ifade etmek isterim. Bir başka kitap daha önerelim; toplumların nasıl içeriden çürütüldüğünü ve toplumsal yarılmalara, çatışmalara zemin hazırlandığını çok çarpıcı bir dille anlatması açısından İskender Pala'nın "İtiraf" isimli romanı adeta bir başyapıt niteliğindedir.

Direniş mümkün mü?

Belirsizliklerle dolu bir sanatçı olarak bilinen Andy Warhol, bir zamanlar şöyle demişti: "Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacak!" İddialı ancak farklı yorumlara ve durumlara uymaya müsait bir söz. O, belki bu sözü daha ziyade kişiler ve markalar bağlamında söylemiş olabilir ama ben bu sözü çağımızda iletişimin önemi ve gücüne işaret etmesi açısından önemsiyorum. Batı toplumlarında iletişimin gücü zaten tartışılmaz, özellikle Anglo Sakson toplumların iletişime hemen her alanda yatırım yaptığını, kapasite geliştirdiğini, yetenek topladığını biliyoruz. İster endüstri ve iş dünyasında, ister kamu yönetiminde, siyasette veya sporda, iletişime çok önem verdiklerini, kaynak ayırdıklarını ve tecrübe kazandıklarını biliyoruz. Ancak aynı iletişim hazırlığının, yatırımının, dolayısıyla gücünün Doğu toplumlarında bulunmadığına da şahit oluyoruz. Çağımızın belki de en önemli silahlarından biri olarak değerlendirilebilecek iletişimde, bugün durum tamamen asimetriktir.

Doğu’da bir tüketici, satın alarak giydiği bir gömleğin üzerinde Batı'nın bir markasını taşımaktan dert yanmaz, hatta çoğu zaman bununla gururlanır, çevresindekilere bu markayla hava atmaya çalışır. Ancak tersi geçerli değildir. Hem Doğu'nun pek bir markası yoktur, hem de olsa bile Batı rasyoneli içerisinde bunu desteklemek, güçlendirmek stratejik olarak büyük bir hatadır, kar transferidir, kendi refahından yavaş yavaş uzaklaşmak demektir. Doğuda evlenen bir çift, gönül rahatlığıyla Batı'da balayına giderken, genel çerçevede tersi pek doğru değildir. Daha da önemlisi, bugün hepimizi kuşatan sosyal medyada takip ettiğimiz entelektüellerin, sanatçıların, liderlerin, sporcuların ve kanaat önderlerinin neredeyse tamamına yakınının Batı kültürünü temsil ettiğini biliyoruz. Kriz ve çatışma zamanlarında vicdanımız rahat olmuyor çünkü haklı olmamıza rağmen bizi destekleyen etkili isimler varla yok arasında kalıyor. O sevdiğimiz, makul bir sebebi olmayan bir biçimde güvendiğimiz, bağlandığımız sosya medya kahramanları bir bakıyoruz ki Filistinlileri değil, İsrail devletinin uyguladığı terörü destekler mahiyette konum alıyor.

İşte bu kuşatılmışlık hali nerede, nasıl, ne zaman kırılacak? Buna kafa yoran, bunu kırmaya çalışan kimse var mı? Sonuçta, bizler daha duygusal toplumlarız ve Alev Alatlı'nın da vurguladığı gibi, kendimizi korumakta zorlanıyoruz. Oysa Batı toplumları ortak çıkarlarda hiç de ikiletmeden hızlıca birleşebiliyor; eldeki ana akım medyayı, Hollywood'u, sanatı, sporu, teknolojiyi ve finansal enstrümanları bize karşı kullanabiliyor.

Kişisel deneyimler

Çok uzun bir zamandır danışman, eğitimci, mentor, konuşmacı sıfatıyla birçok ülkeden davet alıyorum. Daha çok da Türkiye'deki üniversitelerden, belediyelerden, odalardan, dernek ve öğrenci topluluklarından. Adres bazen Siirt, bazen de Gaziantep, Samsun, Erzincan, Balıkesir, Kilis, Denizli, Karaman gibi hemen her yer olabiliyor. Hatta ilçeler düzeyinde, Nizip, Nazilli, Gebze, Alanya, Urla, Çaycuma, Terme, Turgutlu gibi, davetler de oluyor. Hepsi de birbirinden önemli ve kıymetli. Eğer söyleyecek bir sözüm veya paylaşacak bir bilgim varsa ve takvimime de uyuyorsa hiç ikiletmeden gidiyorum, davete katılıyorum. Konferansta, etkinlikte konuşuyorum, gerekirse eğitim veriyorum, önemli bir etkileşimle geri dönüyorum.

İnsanlarımız ne kadar da kibar ve misafirperverdir. Hatta gönlü geniştir, cömerttir. Yemez yedirir, iyice bir gezdirir, yanına paket yapar koyar, katığını yolluk yapar ve eve götür ister. Şaka değil, iltifat da değil, abartı hiç değil. Böylesine kadirşinas, bereketli, cömert bir coğrafyadır işte bu Doğu. Ama gel gör ki sen ne demişsin, ne yazmışsın, dünyaya bakışın ve temel meselelerdeki duruşun nasıldır o kadar da önemli değildir. Bu davetkar ve değerli insanların gözünde itibarın çok yüksektir... Severler, sayarlar ama iş yazdıklarını, düşüncelerini yaymaya gelince cömertlik yerini çoğu zaman karmaşık başka duygulara bırakır... Fikirlerini beğenenler, seni davet edenler nedense teknoloji ve sosyal medya üzerinden bu düşüncelerin arkasında durmaktan kaçınır, sana destek vermeyi esirger... Belki de üşenir...

Çağrı

Bu bir çağrıdır... Benim görüşlerimin desteklenmesi, yayılması için değil bu çağrı... Ancak biliyoruz ki, gerçek anlamda bir iletişim çağının içindeyiz... Evet hiçbirimiz propaganda yapmak zorunda değiliz, hatta zaten inanmadığımız, katılmadığımız fikirleri, kavramları, hatta kişileri desteklememeliyiz bile... Ancak barışı, adaleti, temel özgürlükleri, insan haklarını, mazlumu, ulusal ve bölgesel çıkarları savunanları, her zamandan daha fazla ve daha güçlü desteklemenin çok kritik olduğu bir dönemdeyiz... Aksi takdirde Maalouf haklı çıkacak, Huntington'a sipariş edilen "Medeniyetler Çatışması" bölgemizde büyük bir yıkıma yol açacaktır...

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA