DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Sami Çelik
Sami Çelik
Giriş Tarihi : 30-08-2022 01:36

O Adamı Hâla Hapsettirmediniz mi?

98 yılında askerliğimi yapmak için Güneydoğu'da üs bölgesindeyiz ve pançolarda kalıyoruz.

Beş arkadaşımızı şehit vermiştik o yıl...

Annemi ve benim üzerime titreyen babaannemi o yıl askerdeyken kaybetmiştim.

1998 yılı benim için zorluğu bir tarafa hayatımın dönüm noktası olacak acılarla geçmişti. 

Şehir merkezine yol güvenliği alınarak konvoyla gidebiliyoruz.

Bulunduğumuz bölge terör yuvası haline gelmiş ve arada bir üs bölgemize de baskına geliyorlar.

Özellikle, tabur operasyona gittiğinde üs bölgesinde karargah bölüğü ile birlikte bir bölük bırakılıyordu.

Tabur operasyona gittiğinin ertesi günü taburun santrali teröristler tarafından aranıyor ve "gece kelle almaya geleceğiz" sözleriyle askerler huzursuz edilmek isteniyordu.

Yine tabur operasyona gitmiş, üs bölgesinde bizim bölük bırakılmıştı.

Santraldaki asker yanıma geldi.

"Abi, aradı şerefsizler. Gece kelle almaya geleceklermiş"

Köy üstü nöbeti için akşam yedi de mevziye girecek arkadaşlar hazırlanıyor.

Hakkı Çavuş"u gördüm takımın başında. Mevziye onun bulunduğu takım girecek ogün.

Hakkı Çavuş Rizeli ve çok vatansever, mert, deli dolu bir kardeşimiz.

Panço arkadaşım, benim gibi otuz yaşında askere gelmiş polis olan Muammer de yanımda.

Hakkı Çavuş'a takılmaya başladık.

"Hakkı, yavrum. Mevzide adam gibi durun. Uyumaya falan kalkmayın. Kansızlar aramış, kelle almaya geleceklermiş bu gece" dedim. 

Hakkı, akşamın yedisinden sabahın yedisine nöbet tutacakları mevziye hazırlanıyor.

"Ne kellesi abi" dedi biran boş bulunarak.

Mevzi hazırlığında olduğu için tüm dikkati hazırlıklarda...

Anlayamadı önce "kelle" meselesini.

Muammer ve ben gülmeye başladık.

"Koyun kellesi değil be Hakkı. Adamlar bizim kelleleri alacaklarmış"

Birlikte gülmeye başladık bu sefer. Hani askerin psikolojisini bozacaklar ya akıllarınca.

Biz dalgasındayız işin.

Akşam bölük komutanına günlük işler ve imzalanacak evrakları imzalatmak için çıktım.

" Sami, savcılıktan seni istiyorlar. Tabur operasyondan döndüğünde konvoy çıkacak, sen de git. Bakalım savcı seni niye çağırmış. İfadeni ver gel" dedi.

Bir hafta geçmeden konvoy hazırlandı, yol güvenliği alındı.

Ben de konvoyla savcıya ifade vermek için şehir merkezine gittim.

Yayınladığım bazı kitaplardan dolayı ifadem istenmiş ve savcı "terhisine az kalmış. Gidince verirsin ifadeni" dedi ve kahve ısmarlayıp çok güzel bir şekilde ağırlayarak gönderdi beni.

Terhis oldum.

Aradan az bir zaman geçmişti ki...

Ben askerdeyken şirketime, iki küçük çocuğumu bırakıp vatan borcu için gittiğim evime arada polisler gelip beni sormuşlar.

Eşim ve çocuklarım, şirketteki çalışanlarım huzursuz edilmiş.

Ben, vatan borcumu ödeme derdinde değil, sanki bir kaçağım, eli kanlı bir caniyim.

Bana evime, şirketime polisin gelip beni sorması canı sıkılmasın diye söylenmemiş.

Cağaloğlu'nda yayınevim.

Bunları duyar duymaz yanıma kardeşimi ve avukatımı da alarak Basın Savcısı Nurten hanımın makamına gittik.

Beni görünce ve adımı söyleyince "Nihayet geldin Sami Çelik" dedi.

"Savcım, kaçak değildim ki. Ben Güneydoğu'da askerliğimi yapıyordum. Üs bölgesinden savcı çağırdı. Evime, ofisime polisler gönderilmiş. Bilinmiyor muydu nerede olduğum ve ne zaman geleceğim ki, çocuklarım, eşim ve çalışanlarım tedirgin edilmiş".

Savcı Nurten hanım dertlenmişti.

"Hergün Çevik Bir Paşa ve Savunma Bakanı İsmet Sezgin aradı. 'Hala o adamı neden mahkemeye çıkarmıyorsunuz' diye."

Çok şaşırmıştım bu sözleri savcı hanımdan duyduğumda.

Hem avukatım, hem de kardeşim, savcı hanım bu sözleri söylerken yanımdaydılar.

Koskoca Paşa ve Milli Savunma Bakanı'nın bu şekilde özgür olması gereken yargı mensubu savcıya baskı kuracakları kadar ne suç işlemiştim.

"Karabekir'in kitaplarını sen yayınlamışsın. Bunun için seni mahkemeye çıkarmak zorundayım. Birşey çıkar mı? Paşa,' O adamı hâla hapsettirmediniz mi? dese de, bence birşey  çıkmaz ama seni mahkemeye çıkarmak zorundayım. Bu baskı olmasa mahkemeye bile çıkarmazdım seni ama... "

Bu sözlerin arkasından da nasihat etmeyi ihmal etmedi savcı Nurten hanım.

"Sen de böyle sıkıntılı kitaplar basacağına diğerleri gibi aşk, meşk, roman kitapları bassana. Memleketi sen mi kurtaracaksın?"

Neticede mahkemeye çıktım 28 Şubat'ın kudretli paşası Çevik Bir'in emriyle.

Ne oldu savcı hanımın birşey çıkmaz dediği davadan.

Mahkum oldum.

Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel'in basın yoluyla işlenen suçlara kısmi af kapsayan bir kanunu imzalamasıyla hapse girmedim ama hakime hanımın bana avucunu beş parmağını açarak uzattığı o eli hiç unutmadım.

"Beş yıl uslu dur."

Bu da bir yayıncı olarak, askerliğini bile yaparken baskı altına alınan, evime, ofisime polis gönderilerek huzursuz edilen benim 28 Şubat'ım.

Suçum....

Tarihimizin en önemli Paşalarından Karabekir Paşa'nın kitaplarını yayınlamak.

Ben, bu suçu ve 28 Şubat'çılarının şahsıma bu baskılarını bir şeref madalyası olarak hep göğsümde taşıdım ve taşımaya da devam edeceğim.

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA